Geçtiğimiz Eylül ayı Almanya’da yaklaşık 47 milyon vatandaşın katılımıyla, 16 yıllık Merkel döneminin ardından ilk federal seçimler yapıldı. Bu seçimler küresel ölçekte, medyadan oldukça büyük bir ilgi gördü. Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) 16 yıllık iktidarının son bulması ve yeni kurulacak hükumetin izleyeceği politika noktasındaki belirsizlikler medyanın ilgisinin sebeplerinden bir tanesi. Fakat asıl sansasyon şüphesiz sandıktan çıkan sonuç oldu. Öyle ki 2017 yılında tarihinin en düşük oyunu alan ve 20 yıldır ya muhalefet ya da koalisyonun “küçük” ortağı olan Sosyal Demokrat Parti (SPD), sandıktan birinci parti olarak ayrıldı. Sandıktan İkinci ayrılan Hristiyan Demokratlar ise %24 ile tarihin en düşük oyunu aldı. “Yeni dönemde karşımızda nasıl bir Almanya bulacağız? “ diye sormadan önce 16 yıllık Merkel dönemine mercek tutmakta fayda var.
16 Yıllık Süreçte Merkel Hükumeti
2005 – 2021 yılları arasında Merkel’in partisi CDU, tek başına hükumet kurabilmek için gerekli
salt çoğunluğu elde edemediği için 3 dönem SPD ve 1 dönem de Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon
kurdu. Yine de hükumet politikaları, muhafazakâr CDU’nun prensipleri doğrultusunda şekilleniyordu.
Daha aktif bir dış politika izleyen CDU, Avrupa Birliğinin hamisi rolünü üstlendi. Bir tarafta Euro krizi,
mülteci sorunu, Brexit ve son olarak Kovid-19 salgını ile çalkanan Avrupa Birliği, diğer tarafta kemer sıkma
politikası ile AB’nin borç yükünü azaltan, 2015’te bir milyona yakın mülteciyi kabul eden, Kovid-19 yardım
fonu oluşturan Almanya. AB’nin temellerinin sarsıldığı bir dönemde, meydana çıkan boşluğu en iyi şekilde
dolduran Almanya, 2005’ten bu yana Avrupa Birliği siyasetini de ciddi miktarda değiştirdi. Bu aktiflik
politikası askeri alanda da etkilerini hissettirdi. Başta Fransa ve ABD olmak üzere askeri iş birliğini arttırdı
ve NATO bünyesinde birçok ortak tatbikatta yer aldı. Bu dönemde Almanya’nın savunma harcamaları
33,3 milyar dolardan 52,8 milyar dolara yükseldi. AB’nin askeri alanda ABD’ye bağlılığını azaltmayı
amaçlayan Almanya 2017 yılında, Avrupa ülkelerinin askeri gücünü arttırmayı hedefleyen Daimî
Yapılandırılmış İş birliği Anlaşması’na imza attı. Ekonomik arenada da birçok yenilik ve reforma imza
atıldı. Kişi başı yıllık gelir yüzde 42 oranında artarken işsizlik pandemi öncesinde tarihinin en düşük oranı
olan yüzde 2,27 seviyesine geriledi.
Merkel Dönemi Türkiye – Almanya İlişkileri
Merkel dönemi boyunca Ankara – Berlin hattında ilişkiler hep çalkantılı seyretti. 2005 öncesinde
Sosyal Demokratların lideri Gerhard Schöder Türkiye ile sıcak ilişkiler kurmuş, Türkiye’nin AB üyeliğine
yeşil ışık yakmıştı. Merkel’in iktidara geldikten sonra yaptığı ilk iş, Türkiye’nin AB’ye üye olmasını kabul
edemeyeceklerini açıklaması oldu. Seneler içerisinde defalarca yinelenen bu söylem ilişkilerinin
gerilemesine sebep oldu. Takribinde 15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ mensuplarına sığınma hakkı
verilmesi, Ankara’nın talebine karşılık 2013’te gönderilen askeri teçhizat ve 400 Alman askerinin geri
çekilmesi, 2 Haziran 2016’da Alman meclisinde Ermeni olaylarının “soykırım” olarak kabul edilmesi…
Tansiyon yıllar içinde daha da yükseldi. Ancak Merkel her ne olursa olsun iki ülke arasındaki diyalog
kapısını açık tuttu, ki benim de kendisini en çok takdir ettiğim noktalardan bir tanesidir. Nitekim
Merkel’in Türkiye’ye, sonuncusu geçtiğimiz cumartesi ve veda minvalinde olan 12 ziyareti oldu. Özellikle
mülteci krizi sonrası Türkiye ile devamlı bir diyalog içerisinde yer aldı. Diğer Avrupa ülkelerinin aksine,
göçmen krizinin çözümünde Türkiye’nin hayati bir rol oynadığını ve Almanya’nın bu süreçte Türkiye’ye
yardıma hazır olduğunu belirtti. Doğu Akdeniz konusunda masada yalnız kalan Türkiye’yi, AB
parlamentosunu Türkiye’ye ambargo uygulamaya zorlayan Fransa ve Yunanistan’a karşı savundu.
Özellikle Ankara – Atina arası gerilimin yükseldiği zaman arabulucu oldu. Özetle 16 yıllık süreçte Türkiye –
Alman ilişkilerini “iyi” veya “kötü” olarak nitelemek güç. Yine de iki ülkenin her daim iletişim içinde
olduğunu söylersek yanılmış olmayız.
Şimdi Ne Olacak?
Merkel’in geçtiğimiz seçimlerde aday olmayacağı sürpriz değildi. Bundan 3 sene önce parti
başkanlığına tekrardan aday olmayacağını açıklamıştı. Merkel’in gidişiyle Hristiyan Demokratların
oylarında bir miktar düşüş ve benzer şekilde Hristiyan Demokrat Parti’nin başında ve muhafazakâr
kanatta iktidar boşluğu yaşanacağı tahmin ediliyordu. Ancak 26 Eylül Pazar günü sandıktan böyle bir
sonucun çıkabileceğini kimse tatmin etmiyordu. Sandıktan birinci ayrılan SPD, son iki koalisyon
döneminde ülke yönetimine katılmakta yetersiz kalmış, hatta 2013 – 2017 dönemi sonrası seçimlerde
“yetersiz performansını” kabul ederek ana muhalefet olmayı kabul etmişti. Bu seçimlerde ise SPD, tek
başına hükumeti kurabilecek çoğunluğa sahip olmamasına rağmen koalisyon ortaklarını seçme
özgürlüğüne sahip. Bu sebeple olası koalisyon senaryoları görüşülürken, diğer partilerin bazı konularda
taviz vermesi gerekecek. Yine de koalisyonun küçük ortağının dahi ülke politikası üzerinde doğrudan söz
sahibi olacağını unutmamak lazım.
BBC News’in haberine göre SPD ilk aşamada, Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti ile ortak bir
metinde anlaşmış durumda. Şayet koalisyon bu şekilde kurulursa Türkiye – Almanya ilişkilerinin seyrinin
nasıl olacağını zaman gösterecek. Şahsi görüşüm 2015 mülteci krizi akabinde güçlükle rayına oturmuş
ilişkilerin bir anda bozulmayacağı yönünde. AB ile Türkiye’nin birçok ortak çıkarı var zira. Ancak koalisyon
bu şekilde kurulsun ya da kurulmasın SPD’nin parti politikası gereği Türkiye ile farklı düşündüğü
noktaların olduğu da bir gerçek.
Son olarak CDU’nun bu seçimlerdeki tarihi başarısızlığı yalnızca Merkel’in gidişiyle açıklanabilir
mi? Yoksa sandıkta tecelli eden bu irade, Avrupa genelinde Sağ’dan Sol’a kaymanın bir ön habercisi mi?
Bunu zaman gösterecek.
Kaynakça
https://kronos34.news/tr/angela-merkel-gorevi-birakmaya-hazirlaniyor-merkelin-ekonomikarnesi-nasil/
https://www.amerikaninsesi.com/a/merkel-donemi-sonrasinda-turk-almaniliskileri/6230848.html