“Sevgili dostum farkında değil misin ki biz yalnızca senin için özgürlük istiyoruz; kendi payına düşenden daha fazla yiyecek alma, sonuçlarına bakmadan petrol çıkarma- bütün bu vergiler olmaksızın kârın tadını çıkarma- ve elbette işçilerin kendilerine ne söylenirse onu yapma özgürlüğünü istiyoruz.”
21. yüzyıl, özgürleşimci sosyal politikaların tuzağına düştü. Devletlerin iktisadi tutumları, ekonomi etiğini göz ardı ederek ekonomiye farklı bir çifte görev tasarladı. Neoliberal tutum yüzünden insanlar ihtiyaç duydukları mallara ulaşamıyor, varlığını gerçekleştiremiyor. Peki insanlar modernleşmeyle birlikte kurumsallaşmaktan uzaklaştıkça politik ve iktisadi etik kavramları da değişecek mi?
İnsan, varlığını hissettiğinden beri sosyalleşme ve komün kurma çabası içindedir. Nedenlerini tahmin etmek zor olmasa da sürecinin bir hayli zor olduğu ortada. Birey olarak fiziksel ve ruhani açıdan özümüzdeki “birlik” talebine karşılık vermek zorundayız. Toplum içerisinde yükselirken de özgürlükçü özneler olarak birbirimize zemin oluşturmaktayız. İnsanların; sevgi, saygı, rekabet ve kendilerini gerçekleştirme isteği – dünyadaki varlığını ispatlama- bugünkü devletlerin oluşmasına neden oldu. Nelerin insanlık için iyi nelerin kötü olduğunu düşünürken asıl düşünmeleri gerekenin “ileride neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünmek” olduklarını fark etme süreçleri siyaset felsefesini yarattı. Bu farkındalığı Lorenzetti’nin “İyi ve Kötü Yönetimin Alegorisi” adlı eseri en iyi şekilde özetler.
Siena kentinde sarayın duvarına asılan bu tablo, çalkantılı dönemlerde yönetim konseyine halka karşı olan sorumluluğunu hatırlatıyordu. İyi ya da kötü yönetilmemiz yaşamlarımızda fark yaratır. İyi yönetim, kötü yönetimden ayrılabilseydi erdemli yöneticiler tablodaki gibi meleklere sahip olmak zorunda kalmayacaktı. Çünkü kötü yönetim kendini yok edip kadercilikten kurtulacaktı.
Devletler, hükümlerinin dar alanda kalmasını istemediklerinde toplumlar oluşumlarıyla ilgili büyük seçimler yapmak zorunda kaldılar. Tek partili devletleri mi olmalı yoksa serbest seçimlerin yapıldığı liberal demokrasileri mi? Ekonomi merkezi olarak mı planlanmalı yoksa serbest piyasaya mı dayandırılmalı? Siyaset felsefecileri 19. Ve 20. Yüzyıllarda bu sorunlar hakkında konuşurken 21. Yüzyıl alın yazısına yenik düştü. Devletlerin manevra alanları giderek daraldığından yeni bir esin kaynağı aramadılar. Başkaldırmak isteyenler piyasayla mücadele edemeyeceklerinin farkına vardı. Küresel rekabette var olabilmek için en iyi seçenek liberal, neoliberal politikalardı. “En iyi yönetim şekli” diye tanımlanan demokrasi kendini darağacında buldu.
Modern dünyada özneden öznelliğe dönen insan kurumsallaşmayı reddederek gözünü karartmış durumda. Fakat bu dünya liderlerinin bakış açılarını değiştirmeye yetecek mi yoksa insanları oltalarına takıp her şeyin “tamtakır” olduğu dünyada çarkın dönmesine devam etmelerini mi sağlatacaklar? Unutmamak gerekir ki insanlar kurtların, yılanların onlara yapabilecekleri fenalıklardan kaçmaya dikkat ederler ama aslanlara yem olmaktan mutluluk duyar hatta bunu güven olarak nitelendirirler.