21 Nisan günü Gençlerbirliği deplasmanı için Ankara’daydı Fener. Aynı tarihin 2001 yılındaki gününde Kadıköy’de Gaziantepspor ile karşılaşan Fenerbahçe ilk yarısını 3-0 mağlup kapatıp, ikinci yarı sahaya tribünden: “Bizler inandık, siz de inanın; bizim için bu maçı alın!” sesi eşliğinde çıkıyor ve Rapaiç durumu 4-3’e getiren golü attığında ‘inananlar’ gözyaşları arasında kendilerini parçalıyordu… Gençlerbirliği karşısında da ilk yarıyı 2-0 geride kapattı Fener, tarihin aynı olması ve takımın mücadelesi umut saçtı tribündeki herkese, önce “Fenerbahçe buraya!” denildi ilk yarı biterken, sonra yine “Bizler inandık, siz de inanın!”. Ama bu defa olmadı, sonlara doğru “Saldır Fener”ler “Yenilsen de yensen de”ye, “Değişmeyiz seni asla”ya döndü. Sonra, Benfica ile oynanacak yarı final maçının umudu, sokak köftesinin yavan lezzeti ve anlaşılmayan bir huzur içinde gelinen yolun tersine dönüldü.
Gençlerbirliği karşısında alınan mağlubiyet ve buna karşın rakip Benfica’nın yükselen formu, özellikle de Sporting ile oynadıkları maçta attıkları 2.gol, Benfica teknik direktörü de dahil olmak üzere hemen hemen tüm futbol ahalisinde Benfica’nın turu zorlanmadan geçeceği algısı oluşturdu ve tarihinde ilk kez yarı finale çıkmış bir kulüp için durum fazla olağan hale geldi. Açıkçası, bu noktada biraz skor taraftarlığı yanlışına düşüldü, evet Gençlerbirliği maçı kaybedildi; ancak kesinlikle pesimistik bir hava yaratacak kadar kötü futbol oynanmadı. Aykut Hoca’da maçtan önceki basın toplantısında bu durumdan epeyce yakındı. O da Gençlerbirliği maçındaki oyunun kötü olmadığından, özellikle de Lig ve Turnuva maçlarının birbirinden ayırt edilmesi gereken maçlar olduğundan ve durumun bu kadar basitleştirilmemesi gerektiğinden dem vurdu. Maça Benfica teknik direktörü favori olduklarını söyleyerek çıkarken, Aykut Hoca dersine çalışmış bir şekilde çıktı.
Fenerbahçe maça, Atletico Madrid ile oynadığı için Avrupa kupalarında oynamayan Emre ve cezalı olan Caner dışında her zaman kullandığı ideal 11’ine yakın bir kadro ile çıktı. Benfica’nın genel olarak oyunun her yönünü oynayabilen bir düzene ve Güney Amerikalılardan oluşan hızlı ve etkili hücum hattına sahip olması üzerine en çok düşünülen konulardı. Aykut Hoca maçtan önceki basın toplantısında “Benfica muhtemelen maçın başında hızlı hücumlarıyla gol bulmak ve bizi etki altında bırakmaya çalışacaktır, buna izin vermemeye çalışacağız” demişti ve düşündüğünü uyguladı, değil maçın başında; maçın hiçbir anında Benfica’ya hızlı hücum ve pas trafiği izni vermedi. Aykut Hoca, Benfica’ya kendi oyun tarzıyla karşılık verdi. Uzun toplarla hızlı hücum organizasyonlarıyla oyunu Benfica sahasına yığdı ve pas trafiğini ileri bölgede kurdu. Volkan’ın, Egemen’in ve Yobo’nun uzun topları, Benfica’nın en hassas bölgesi olan defansını zor durumda bıraktı ve Benfica’yı maçın genelinde kendi sahasına hapsederek, Gaitan’ın direğin dışına çarpıp çıkan şutunu saymazsak pozisyon dahi vermedi.
İlk yarı biterken Fenerbahçe penaltı kazandı; ancak Baroni topu direğe nişanladı. Lazio maçında penaltıyı Webo’nun kullanmasından dolayı, Baroni topun başına geçtiğinde ‘takımın penaltıcısı kim?’ sorusu akıllara geldi. Maçtan sonra Hoca, takımın penaltıcısının Baroni olduğunu, Lazio maçında o olmadığı için Webo’nun attığını söyledi. Bundan önce de Sow kafayla topu direğe nişanlamıştı ve ilk devre Baroni’nin göz yaşları içerisinde bitti; ama öyle bir futbol oynuyordu ki Fener, elbet gol olacaktı, olmalıydı. Bir gün önce Şampiyonlar Ligi yarı final maçlarında Bayern ve Dortmund’un gösterdiği performanslar akıllara geldi hemen. İkinci yarı hiçbir değişiklik olmadı; Fenerbahçe, ‘favori Benfica’yı sahanın her alanında eziyordu. Topal ve Meireles orta sahada geçit vermiyordu. Meireles her topu kesiyor; Topal, topları rakipten örümcek misali söküp alıyordu. Egemen, maç boyunca 1.93’lük Cardozo’yu tabiri caizse döve döve yıldırdı. Gökhan için ise Ercan Taner şöyle diyordu: “Maşallah Philipp Lahm gibi bugün” Kuyt ise hiç bitmeyen bir pil… Kısaca o gün Fenerbahçe Stadı’ında buluna herkes bu işin olacağını biliyordu. Nitekim, 71. dakikada Egemen kafayla vurdu topu Benfica kalesine. Bundan sonrasını Ercan Taner anlatıyor zaten: “Nihayet oldu, nihayet oldu, ohhh diyoruz ohhh!” dedik ya; o gün o stadyumda olanların hepsi biliyordu, hepsi inanıyordu bunun olacağına ve hepsi hak ediyordu. Özellikle de 3 dakikalık bir görüntü için 3 gün geceli, gündüzlü çalışanlar ve maç boyunca “Vura vura vura, Kıra kıra kıra!” diye haykıranlar. Bir de küçük istatistik: Fenerbahçe, şu ana kadar Okul Açık’ta(Türk Telekom Tribünü) koreografi yapılan hiçbir maçı kaybetmedi. Kuyt maçta sonra: “Aykut Hoca’ya çok teşekkür ediyorum, bizi taktik olarak çok iyi hazırladı.” derken, Hoca şöyle diyordu: “Finale çıkar mıyız, çıkmaz mıyız bilinmez; ama ben bütün futbolcularımla gurur duyuyorum.”
Ve şimdi Fenerbahçe, futbol zekasının ve Kadıköy Ruhu’nun birleştiği noktadan Amsterdam’a uçuyor. Bitmesin, bitmesin bu RÜYA!