Bilmem farkında mıyız ? Dünyanın en büyük 2. Futbol organizasyonunu dün itibariyle geride bıraktık. Üstelik bu organizasyon bizim ülkemizde gerçekleşti. FİFA’nın Dünya Kupasından sonra ki en büyük futbol organizasyonu olan U20 Dünya Kupası Fransa’nın zaferiyle noktalandı. Geleceğin en büyük futbol yıldızları Anadolu şehirlerinde boy gösterdi, belki de 3 5 sene sonra dünyanın en büyük futbol yıldızları olacak olan genç futbolcular bu turnuvada sahneye çıktı. Benim odaklandığım nokta ise turnuvanın genel analizinden ziyade Türkiye’nin ev sahipliğini üstlendiği ve 2020 olimpiyatları için ciddi bir prova niteliği taşıyan bu önemli organizasyondan yüzümüzün akıyla çıkıp çıkamadığımız… Ne yazık ki ne medya olarak ne de millet olarak bu turnuvanın hakkını hiç ama hiç veremedik…
Oldukça hevesli gözüküyorduk aslında; FIFA’nın en büyük 2. organizasyonu bizim ülkemizde yapılacaktı. Bütün dünyaya gerçek bir futbol ülkesi olduğumuzu gösterecek, katılan takımlara büyük bir şölen yaşatacaktık. Ancak daha en başta futbolun olmazsa olmazı olan taraftarlık konusunda sınıfta kaldık. Kendi milli takımımızın yaptığı karşılaşmalarda bile tribünlerde ciddi boşluklar göze çarparken, diğer ülkelerin maçlarındaki durum tam manasıyla içler acısıydı… Bir futbol ülkesi olduğunu iddia eden Türkiye, geleceğin en büyük yıldızlarının sahne aldığı bir turnuvaya neredeyse ücretsiz yapılan bilet fiyatlarına rağmen hiç ama hiç rağbet göstermedi. Özellikle Trabzon, Bursa gibi müthiş taraftar kitlelerine ve futbol tutkunlarına sahip olduğunu düşündüğümüz şehirlerimizde gerçekleşen maçlar bile seyirci sayısı açısından tam bir hayal kırıklığıydı. Onlarca ülkenin televizyonlarından canlı yayınladığı maçlarda; tribünlerin neredeyse tamamının boş olması akıllara şu soruyu getirdi : Biz gerçekten bir futbol ülkesi miyiz ?
Bu sorunun cevabı çok net bir şekilde ‘’ hayır ‘’. Biz futbolun kendisini değil, kendi takımlarımızı seviyoruz. Rekabeti, heyecanı, maçlara gidip deşarj olmayı, kendi
tuttuğumuz takımın galibiyetiyle havalara uçup, kaybettiğinde hayata küsmeyi seviyoruz. Küfür etmeyi, slogan atmayı, deplasmanlara gidip yoğun adrenalin içeren ortamlarda kendimizden geçmeyi seviyoruz. Sevdiğimiz işte bu; futbol değil… İngiltere’de , İspanya’da 4. Lig maçlarına bile insanlar ailecek giderek, futbolu adeta bir kültür haline getirmişken bizler sahanın içinden çok sahanın dışıyla meşgul olmayı sürdürüyoruz. Bu turnuvadan sonra hiç kimse çıkıp da bizim bir futbol ülkesi olduğumuzu iddia etmesin, hava alanlarında futbolcu karşılamakla futbol ülkesi olunmuyor !
Brezilya’nın ve Arjantin’in katılamadığı, İspanya’nın evine erken döndüğü, ev sahibi Türkiye’nin vasat bir görüntü sergileyerek 2. Turda elendiği turnuvanın şampiyonu bir çok kişinin favorisi olan Fransa oldu. Akıllarda kalan ise, gruplarda elenen İngiltere’nin büyük hezimeti, ağzımıza bir tutam bal çalan 3-5 kaliteli maç ve bomboş tribünler oldu. Şampiyon Fransa’nın dışında Güney Kore, Irak ve Uruguay ise turnuvanın en dikkat çekici ekipleri oldular.
IRAK MUCİZESİ
Türkiye’de düzenlenen U20 Dünya Kupası’nın belki de en kayda değer, en önemli parçası Irak Milli Takımının büyük başarısı oldu. 1994, 1995 yıllarında dünyaya gelmiş, tüm çocukluklarını savaşın, işgalin ve ölümlerin içinde geçirmiş, muhtemelen futbol oynamayı bile bombaların altında, savaşın içinde sokaklarda oynayarak öğrenmiş bir neslin temsilcileri bu turnuvada yarı finale kalarak mucizevi bir başarıya imza attılar. Irak milli takımı, yarı finalde Fransa’ya karşı penaltılarda kaybettiğinde bir peri masalı da sona ermiş oldu. ”Savaşın çocukları” bu turnuvanın gönüllerdeki şampiyonu olarak evlerine geri döndüler. Ancak genç Iraklılar bıraktıkları izle futbolun ayaktan çok yürekle oynandığını ispatlamış oldular.
Umut ediyorum ki bu turnuva Türkiye için önemli bir ders olur. Şikenin, fanatizmin, şiddetin, masa oyunlarının dışında bir Futbolun da var olduğunu hatırlarız. Futbol sevgisi denilen şeyin; kendi takımımız gol attığında havalara zıplamaktan ibaret olmadığını öğreniriz.