Birçok ülkede çeşitli spor liglerinin sona ermesiyle birlikte yaz aylarımızı aynı ölçüde rekabet ve heyecan dolu kılacak uluslararası spor müsabakalarının birçoğu başladı, kimisi ise kapıda bekliyor. Copa America, Kadınlar Avrupa Basketbol Şampiyonası, FIFA 2015 Bayanlar Dünya Kupası bunlardan sadece bir kaçı. Yıllardır süregelen bu organizasyonlar bir yana 12 Haziran’da ilk defa start alan 1. Avrupa Oyunları(1st European Games) ise biz sporseverler için spor tarihinde tanıklık ettiğimiz yeni ve güzel bir heyecan. Bizlere olimpiyat oyunları tadı veren bu yeni organizasyon, geçirdiğimiz şu üç gün içerisinde yeni başarılara, sporculara, rekorlara ve hezimetlere sahne olurken; bu da diğer bütün spor müsabakaları gibi değişmeyen tek bir şey içeriyor: sevinçler ve üzüntüler.
Bu tarz olimpik oyunlar için akıllarda kalan mutlak karenin her bir spor dalında başarıya ulaşmış ve ilk üç sırayı almış sporcuların madalyalarını alırkenki o gurur dolu anları olduğu muhtemeldir. Bu tabloyu “sevinç” hanesine yazsak herkes tarafından da kabul edilecektir muhakkak. Ancak biz dışarıdan bakan gözler için birinci, ikinci veya üçüncülük ayırt edilmeksizin bu karede olmanın hayali bile başlı başına bir “sevinç” kaynağı iken duygular, içeriden (yani sporcular açısından) bakıldığında aynı mantıksal çözümlemelerle işlemiyor. İşte tam bu noktada belki sadece birkaçımızın gözlemlediği garip bir duygu durumundan bahsedeceğim. Evet, altın madalya sahibi sporcunun yüzü hepimizin tahmin ettiği gibi gurur ve heyecanla bize gülümsemektedir. Ama nedense pek çoğumuzu şaşırtacak bir şekilde bronz madalyalı sporcu, gümüş madalya sahibi sporcudan daha mutlu görünmektedir. Peki, bu nasıl oluyor dersiniz? Yarışmacılar üzerinde oluşan bu ilginç etkiyi, kişinin “benlik”inin dahil olduğu psikolojik süreçler ve yaşadığı olayların sonuçları üzerine nasıl düşündüğü ile açıklamak mümkün.
Psikoloji alanında Counterfactual Reasoning şeklinde ifade edilen ve “olmayan bir şeyi varmış gibi düşünme/ karşıt olguları düşünme” şeklinde tanımlayabileceğimiz durum yukarıda belirttiğim sporcuların yaşadığı bu duygu karmaşasını anlayabilmemizi sağlamaktadır aslında. Counterfactual Reasoning dediğimiz -en basit haliyle- “farzedelim, ya… olsaydı (what if)” şeklinde bir düşünme mantığıdır. İçinde bulunduğumuz dünyayı ve seçimlerimizi anlamak için sıklıkla “işler nasıl daha farklı olabilirdi?” yi hayal ederiz. Kısacası “olmayan bir şeyi varmış gibi düşünerek” zihinsel olarak alternatif durumları mevcut gerçeklerin yerine uyarlamaya çalışırız. Böylelikle nedensel olarak neyin mevcut gerçekliği yaşamamızda rol oynadığını anlamış oluruz. Bu durumu Olimpiyatlara veya benzeri oyunlara göre ele alacak olursak sporcuların(yarışmacılar) yüzleştiği “farzedelim”ler tamamen birbirinden farklıdır. Bu farklılıklar birer matematik denklemi gibi şu şekilde sıralanabilir:
- Altın madalya sahibi sporcu için bir tek “farzedelim” olabilir ki o da müsabakada “birinci olamamak” şeklinde bir alternatiftir. Böylelikle herhangi bir karşıt olguyu(2.lik veya 3.lük) düşünmek, bu sporcu için ne kadar şanslı olduğunu fark etmesi anlamına gelir.
- Bronz madalyayı kazanan için en göze çarpan “farzedelim” ise asla bu podyumda(madalya seremonisi) olmama ihtimalidir ki böylelikle üçüncü sırayı alan sporcu bulunduğu konumdan yeterince hoşnut olur ve altın madalya sahibi gibi pozitif duygular üretir.
- Ancak gümüş madalyayı kazanan( yani ikinciliği göğüsleyen) sporcu için “farzedelim”ler daha çok “ işler nasıl farklı olsaydı altın madalya kazanabilirdim?” şeklinde olacaktır. Örneğin; “Daha fazla idman yapsaydım, daha az hata yapsaydım, hakem farklı bir ülkeden olsaydı, vb.”
Sporcuların aklından geçen alternatifler sonucunda mevcut gerçekliğe karşı ürettikleri duygular birinci ve üçüncü olan sporcular için daha pozitifken; ikinci olan sporcular böylesine kayda değer bir zafer anında, kazandıkları bu gerçek başarıya kendilerini hoşnutsuz eden alternatifler üreterek mutsuz olurlar.
Dikkat çeken genel nokta; Olimpiyat tarzı oyunların bir dizi özelliğinin, sporcuların yaşadıkları counterfactual reasoning eğilimini artırdığıdır. Bu da, daha çok gümüş madalya sahipleri tarafından olumsuz duyguların tecrübe edileceği anlamına gelir. Bu genel yargıya paralel olarak bir araştırmanın sonucu, kontrol sahibi olduğumuz olayların ardından “karşıt olgular(farklı alternatifler)” üzerine kafa yorma olasılığının daha fazla olduğunu göstermektedir. Bunu tekrar Olimpiyat tarzı oyunlardaki sporcular üzerinden örnekleyecek olursak; sporcular, dünya sahnesindeki bir ışıltılı an için binlerce saatini alışılmış çalışma yöntemleri ile beraber yeteneklerini pratik etmeye adarlar. Böylesine büyük bir emek sonucunda ise birincilik dışında alınan dereceler (hele de ikincilik gibi asıl hedefe böylesine yaklaşan bir dereceye sahip olmak) sporcuları daha çok “farklı alternatifler” üzerine düşünmeye sevk etmektedir. Ve yine aynı araştırmanın devamında, insanların olağan dışı olaylar/sonuçlardan sonra da “karşıt olgular” üzerine daha sıklıkla kafa yordukları belirtilmiştir. Yine bu durumu gümüş madalya kazanan sporcu ile örnekleyebiliriz. Şöyle ki; sporcunun küçücük bir hatası ile tipik kusursuz performansından sapması ve sonrasında altın madalyanın kıyısından dönüp gümüş madalya kazanması, doğal olarak “eğer bu küçük kesintiyi yaşamasaydım altın madalyayı kazanabilecektim.” şeklinde bir alternatif düşünceye dalmasına neden olur.
Tabii ki herhangi bir günün sonunda, sadece olimpik sporcular değil, hepimiz “karşıt olguları düşünme(counterfactual reasoning)” sürecine tâbi olabiliriz. Ancak, bunun etkileri göze daha az çarpıcı görünebilir. Çünkü maalesef çoğunlukla hayatta elde edilen iyi ve kötü sonuçlar hemen tanımlanmıyor ve birçoklarının görebilmesi için belgelenmiyor da. Yine de hepimiz günlük hayatta ara sıra kendimizi birer gümüş madalya sahibi veya edindiğimiz daha iyi gerçeklerle daha az tatmin etmiş olarak bulabiliriz.