Güçlü olsun veya olmasın, her NBA takımında yıldız olarak tabir edilen ve medya tarafından ön plana çıkarılan en az bir oyuncu vardır. Buna ek olarak, o oyuncuya koç tarafından uzun süreler verilirse ve genellikle topu kullanma yetkisi bu oyuncuda bulunuyor ise, bu oyuncuyu kısaca “yıldız” olarak tanımlayabiliriz.
Peki “yıldız” olarak tanımlanan bu oyuncu gerçekten de yetenekli bir oyuncu olmak zorunda mı ? Yoksa olay tamamen yaratılan algıyla mı ilgili ?
Hali hazırda yetenekli bir oyuncu zamanla bu yeteneklerini ön plana çıkararak “yıldız” mertebesine ulaşabilir, öte yandan medyanın şişirmesiyle veya koçun oyuncuya gerekenden fazla değer vermesi sonucu da aslında ortalama bir yeteneğe sahip bir oyuncu da “yıldız” olarak kabul görebilir, kısacası kesin bir şey söylemek tam olarak mümkün değil.
Konu mankenimiz Patrick Ewing 1985 Draft’ında New York Knicks tarafından 1. Sıradan seçildi. O yıllarda oyunun uzunlar üzerinden oynanması ve kaliteli uzun kıtlığının yaşanmasından ötürü, Ewing’i alacak takımın seviye atlayacağı ve kesinlikle playoff yarışına dahil olacağı konuşuluyordu.
Hali hazırda kalbur üstü bir takıma sahip olan Knicks, Ewing’in takıma gelmesiyle bir çöküş dönemine girdi ve bu çalkantılı dönemden 3 yıl boyunca çıkamadı. Ama bu 3 yılın sonunda yeniden yapılanma sürecini tamamlayan Knicks uzun süre boyunca playoffların vazgeçilmez takımı olmayı başardı.
1998-99 Playofflarına 8. Sıradan katılan Knicks, Doğu birincisi Miami Heat’i 3-2’lik seri sonunda elemeyi başarmıştı, serinin sonunda yıllardır takımın yıldızı olarak bahsedilen Ewing’in eli kırılmış ve sezonu kapatmıştı.
İlginç bir şekilde, takımın yıldızı Ewing’i kaybeden Knicks konferans yarı finalinde karşılaştığı Atlanta Hawks’ı 4-0 ile süpürmüştü. Bu serinin ardından konferans finalinde Doğu ikincisi Pacers’ı da 4-2 ile elediler. Her iki Ewing’siz seride de oldukça başaralı bir iş çıkarmışlardı ve Ewing’li maçlardan daha net skorlarla serileri sonlandırmışlardı.
NBA Finallerinde ne yazık ki Spurs’ten sadece bir maç koparabilirdiler ve final serisini 4-1 kaybettiler. Fakat her ne kadar kaybetmiş olsalar da bu onlar ve NBA için tarihi bir adımdı. (Hala NBA tarihinde 98-99 Knicks hariç 8.sıradan playoff yapıp NBA finallerine ulaşan bir takım yoktur.)
Bu olayların üstüne köşe yazarı Bill Simmons, “Ewing Theory” kavramını ortaya attı (Bir yazısında teorinin aslında arkadaşı Dave Mills’e ait olduğunu belirtmiştir.). Simmons’un arkadaşı Mills’in araştırmalarına göre Knicks, sadece playoff serisi için değil, genel anlamda Ewing’siz çıktığı maçlardan daha iyi sonuç alıyordu.
Tabii aradan yıllar geçti, NBA pazarı her geçen yıl daha da büyüdü, pastadaki payını arttırmak isteyen takımlar farklı farklı istatistik çeşitleri üretti ve analiz anlamında oldukça yol kat edildi. Özellikle Player Efficiency Rate kavramının ortaya atılması oyuncuların gerçek değerlerinin ölçülmesinde oldukça önemli bir köşe taşı oldu.
PER değerlerine baktığımız zaman Ewing abartıldığı kadar iyi bir oyuncu olmadığını görüyoruz. (PER’i kariyeri boyunca 20’nin üstüne 3 defa çıkıyor ortalama bir oyuncu 15 PER’e sahip)
Dolayısıyla, Ewing Teori, oyuncu performansları üstünde sorgulamalara; sorgulamalar da yeni ölçüm ve istatistik metotlarının ortaya çıkmasına ön ayak oldu.
Rudy Gay, Josh Smith gibi ön planda olan oyuncuların da NBA takımlarının analitik verilere olan bağının bir takım inançların önüne geçmesinden dolayı takımları tarafından takaslandığı veya kontratlarının karşılıklı olarak feshedildiği söylenir.
Bu farklı bir yazının konusu tabii. Bir daha ki sefere görüşmek üzere.