Bir Avrupa Şampiyonası daha yavaş yavaş bitiyor. Açıkçası meydanlardaki taraftar kavgaları, temposuz futbol ve az gollü maçlarla geçen Euro 2016 grup aşamaları futbol severler ve taraftarlar adına başlarda seyir zevki yüksek ve futbola doyuracak cinsten bir turnuva oluşturamadı. Grup aşamalarının ardından gelen ilk tur elemeleri ise futbolun zevkli ve dinamik yüzünü iyiden iyiye göstermeye başladı. Heyecanlı ve gerilimli penaltı uzatmaları, özellikle ada tribünlerinden yükselen Gala’nın Freed From Desire şarkısının Will Grig ve Jamie Vardy gibi fenomen futbolculara uyarlanıp Fransa meydanlarında ve stadyumlarda hep bir ağızdan söylenmesi ve tribünlerdeki dinamizmin yanında henüz kazananı belli olmayan Euro 2016 için halihazırda birçok futbol severin “gerçek bir kazananı” var. İzlanda; renkli tribünleriyle, mücadeleci amatör ruhu ve pozitif futbol anlayışını birleştirmesiyle Çeyrek Finalde Fransa’ya ağır bir skorla elenmesine karşın birçok insan için turnuvayı şimdiden kazandı bile. Peki bir iki sene öncesinde dünyanın nerede olduğunu bile tam olarak bilmediği bir ülkenin milli takımı nasıl oldu da Avrupa’nın köklü futbol kültürü olan büyük takımlarına Çeyrek Final aşamasına kadar kafa tutabildi? İzlanda ilk kez katıldığı Avrupa Şampiyonasında neler yaşayıp hangi aşamalardan geçti? Bu yazıda İzlanda’nın yarattığı futbol devrimine ve harika performansına ışık tutmaya çalışacağız.
İzlanda , yarısından çoğu genç olan 330 bin nüfusu, 2008 yılında iflasını açıklayan ekonomisi ve masallardaki gibi bir o kadar sıra dışı ama soğuk ve sert iklimiyle bugün dünyada futbol oynamak için en elverişsiz olarak gösterilebilecek ülkelerden en önemlisi belki de. Uzun ve sert kış dönemleri, ülkede aktif olarak sadece Mayıs ve Eylül arasında futbol oynanmasına müsade ediyor. İzlanda futboluna yön veren isimler ise bu soruna 2000’li yılların başında inşa etmeye başladıkları kapalı spor salonlarını çim sahalarla donatıp bu salonları halka ve altyapılara açarak çözüm bulmuşlar. Yaz ayları dışında açık alandaki futbol sahalarını sulama imkanı dahi bulamayan İzlanda futbol yönetimi, 10 yılda yapılan 7 Kapalı Saha, 25 Suni Çim Saha, 150 Mini futbol sahası ile gençlerine ve halkına futbol oynama şansı tanıyarak bu dezavantajın önüne başarıyla geçmiş. “Spor salonu ya da futbol sahası yapmak bir ülke için ne kadar zor olabilir ki?” dediğinizi duyar gibiyim, burdaki kilit nokta 2008 yılında iflas ettiğini açıklayan ve ekonomik olarak çok zor günler geçiren İzlanda’da tesisleşmenin birçok dünya ülkesinden daha planlı ve sabırlı olarak yapılması elbette. İzlanda futbol yönetimi, FIFA ile yapılan ikili görüşmeler neticesinde ülkedeki futbol takımlarının bütçesinden bile büyük paraları yardım olarak elde edip spor salonu ve tesisleşmeye harcıyor. Ekonomik olarak geriye giden düşük nüfuslu bir ülkede tesisleşmenin her geçen yıl bu kadar ileriye taşınabilmesi bu tarihi başarının kilit noktalarından biri.
2000li yılların başında yapılan bu atılımla önceden yalnızca iki adet suni çim sahaya sahip olan İzlandalı gençler birçok yeni futbol sahasına başka bir deyişle futbolu futbol gibi oynayabilecekleri çok sayıda çim sahaya kavuşup özellikle zorlu ve soğuk iklimli ülkelerle eşleştirilen yüksek fizik kapasitesi ve disiplin gücüyle oynadıkları futbollarına teknik kapasite ve yetenek de eklemeye başlayarak yavaş yavaş Avrupa kulüplerinin yolunu tuttular. Bugün İzlanda yaklaşık 100 kadar profesyonel futbolcusunu yurt dışına yollamış durumda. Avrupa futbolunu takip edenlerin bildiği gibi turnuvadan da tanıdığımız Gylfi Sigurðsson, Kolbeinn Sigþórsson, Aron Jóhannsson bunlardan en önemlileri elbette.
Futbol anlayışına ve gençlere yapılan yatırımların yanında, herhangi bir profesyonel futbol ligi olmayan İzlanda milli takımlar düzeyinde de en önemli yatırımlarından birini yapıp 2000-2009 arası İsveç futbolunu ve milli takımı şaha kaldıran adam olarak tanınan Lars Lagerbäck’ı 2011 yılında milli takımın başına getirdi. Lagerbäck’ın alçak gönüllü yapısı ve çalışkanlığı, İzlanda kültürüyle müthiş bir uyum sağlamış olacak ki Lagerbäck FIFA sıralamasında 124. olarak devraldığı İzlanda’yı ilk önce 2014 Dünya Kupası elemelerinde grupta ikinci yaparak playoffa taşıdı, Hırvatistan’a yenilip Dünya Kupası vizesi alamalarına rağmen yükselişlerini sürdürdüler ve Lagerbäck’e yardımcı olarak getirilen ve bu şampiyonadan sonra onun yerini alacak olan Heimir Hallgrimsson’un da ortak teknik direktörlüğüyle, bizim de içinde olduğumuz EURO 2016 eleme grubunu ikinci sırada bitirip EURO 2016 bileti aldılar. İzlanda tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonasına katılıyordu.
EURO 2016 performansları ise herkesin malumu; Portekiz’le oynadıkları ilk maçta disiplinli ve mücadeleci oyunla bir puan koparıp Cristiano Ronaldo’nun eleştirilerine maruz kalmalarına rağmen Macaristan maçından da beraberlikle döndükten sonra grup aşamalarının son maçında Avusturya’yı 2-1 mağlup edip grubu Portekiz’in önünde lider tamamlayarak bir üst tura çıktılar. İngiltere ile oynadıkları eleme maçında ise her maç üstüne koydukları futbollarını bir üst seviyeye daha taşıyıp futbolun beşiği olarak adlandırılan İngiltere’yi kupa dışına ittiler ama çeyrek finalde karşılaştıkları ev sahibi Fransa karşısında 90 dakika mücadele etmelerine ve istekli görüntülerine rağmen 5 gol yiyip turnuvaya veda ettiler.
Benim nezdimde İzlanda’yı buralara kadar getiren, onları bir futbol gücüne dönüştüren ve bu turnuvada onları gönüllerin zirvesine taşıyan belli başlı 3 kriterin yanında birçok eşsiz özellikleri var:
SİSTEM, SİSTEM, SİSTEM
İlk olarak yazının başından beri bahsettiğimiz gibi, İzlanda bir günde 330 bin nüfuslu soğuk bir ülkeyken ilk kez katıldığı bir turnuvada grup lideri olarak çeyrek final oynayacak bir aşamaya gelmedi. 10 yılı aşkın sağlam bir planlamanın bir ülke futbolunu ve milli takımı nasıl ayağa kaldırabildiğini görmek Leicester City’nin mütevazı şampiyonluk hikayesinden sonra futbol severler olarak bu sene gördüğümüz ikinci peri masalıydı belki de. Bu ilham verici sistem ve planlama hikayesi, sıcak parayla günü kurtarmaya çalışan futbol takımlarına ve futbol mentalitesine örnek bir hikaye olur umarız.
FUTBOL BİR KARAKTER SAVAŞIDIR
İkinci olarak da yetenek ve tecrübenin yanında karakterin ve kişiliğin futboldaki yerinin önemine vurgu yapmak gerek diye düşünüyorum. Eski bir hentbol oyuncusu olan kaptan Gunnarsson’un yanında yönetmenlik yapan 32’lik kaleci Halldorsson gibi renkli ve geçmişleri futbolla sınırlı olmayan, farklı entellektüel özellikler ve yüksek lisan derecesiyle bir araya gelmiş bir takım İzlanda. Aynı zamanda dünyanın hemen hemen her liginde, her maçta, hatta Barcelona, Bayer Munih gibi dünya devlerinin bile Şampiyonlar Ligi üst turlarında başvurduğu, “zaman geçirme” ve “sakatlık numarası yapma” gibi futbol kalıplarının üstüne çıkabilmiş bir takım İzlanda. Grup maçlarının başından beri, özellikle de İngiltere maçında yaklaşık 70 dakika önde oynamalarına rağmen tek bir İzlandalı oyuncunun maçı soğutmaya ya da zaman geçirmeye yönelik bir hareket yapmaması da İzlanda’nın sahip olduğu mücadeleci ve korkusuz yapıyı açıkca gözler önüne serip otoritelerden alkış aldı.
KİM OLDUĞUNU VE NEREDEN GELDİĞİNİ UNUTMA
Üçüncü ve son olarak, belki de en önemli faktör olarak bana göre İzlanda’nın başarısının kilit noktası sahip oldukları amatör ruh, mütevazılık ve aidiyet duygusu. Kaptan Gunnarsson’un Portekiz’le oynanan ilk maçtan sonra yaptığı “Tribünlerdeki taraftarların çoğunu tanıyorum” açıklamasına paralel olarak İzlanda turnuvadaki birçok takımın özellikle de bizim tam tersimiz olarak Fransa’ya primlerle donatılmış bir teknik ekip/kadro ve onları tribünden izleyebilecek olan şanslı gurbetçiler ya da zengin vatandaşlar olarak gelmedi. Saha içinde ilk maçtan beri gösterdiklerini haddini bilen oyun, mücadeleci ve efendi futbolun yanındaki büyük profesyonellik, saha dışında da Viking kökenli meşhur tezahuratları, hiçbir maçta takımını yalnız bırakmayan 10 bine yakın masmavi İzlandalı taraftar ve tabii ki İzlandalı sempatik bebek Yanaksson onların buraya 23 kişilik bir futbol takımı ve belirli ülke vatandaşlarıyla değil de topyekün ve samimi bir biçimde geldiğinin en büyük göstergesi. Teknik direktör Lagerbäck’ın uzun bir zamandır kadro seçimlerini sıradan İzlandalı taraftarlara da sorduklarını açıklayıp buraya kadar gelip onları izledikleri için kadroda söz sahibi olmaya haklarının olduğunu düşündüğünü açıklaması ise bu aşamaya gelmiş bir takım için çok çok önemli bir anekdot. Tabii İzlanda’nın yerinin haritada bile tam olarak bilinmediği zamanlarda İzlandalı bir futbolcu olarak Avrupa’da önemli işler yapan ve turnuva kadrosuna sembolik ve saygıdeğer bir biçimde davet edilen Eiður Guðjohnsen’i de unutmamak gerek. Prim için futbol oynayan, kibirli ve kaprisli açıklamalarla kötü performansların önüne geçmeye çalışan, başarıyı kendiyle özdeşleştirip başarısızlığı sahiplenebilecek karakterde olmayan ve ortaya ne ruh ne de mücadele koyan milli takımımızın ilk turdan elendiği turnuvada, İzlanda; takımıyla, teknik ekibiyle, halkıyla ve kültürüyle müthiş bir hikaye yazdı ve oynadı. Sadece kendi küçük dünyalarına ve halklarına değil bütün dünyaya ve biz futbol severlere unutulmaz anlar yaşattılar ve bundan sonra da büyük turnuvaların aranan takımlarından biri olmaları işten bile değil. Tebrikler ve teşekkürler İzlanda!
Kaynakça:
- http://www.haberturk.com/yenimedya/haber/1139349-izlanda-futbolu-sifirdan-zirveye-nasil-cikti-
- http://fourfourtwo.com.tr/2016/06/28/izlanda-buzlarin-arasinda-futbol-devrimi/