Tarihin en sıkıcı turnuvalarından biri olarak kabul edilebilecek Euro 2016’ın ardından Türkiye’de taraftarların en çok sevdiği dönem olan transfer dönemine bütün heyecanımızı vermiş durumdayız. Siyasal anlamda istikrardan vazgeçmeyen insanlarımız söz konusu futbol olunca istikrarı hiç sevmezler. Her transfer döneminde bütün takım değiştirilsin, her gün yeni imza törenleri düzenlensin isteyen taraftar gruplarının bu isteklerini yerine getirip taraftarların gözüne girmeyi isteyen başkanların önünde artık koca bir UEFA engeli duruyor. Üç büyük olarak nitelendirdiğimiz takımlarımız artık büyüklüklükleri oranında transferler yapamıyor ve hatta sahip oldukları oyuncuları göndermeye çalışıyorlar.
Yukarıda yapılan girizgahın temeline incelendiğinde yönetimsel başarısızlıklar değerlendirilecektir. Türk futbolunda bugünlerde para ödememek adına Sneijder’e verilen ceza, pazarlığı kızıştıran Sosa’nın duygu dolu nameleri konuşuluyorsa bu durumun sebeplerine bakılmalı. Futbol federasyonunun yöneticilerinin taraftarı oldukları takımları savunmak amacıyla bizzat takımları tarafından görevlendirildiği göz önüne alındığında, böyle bir kuruluşun denetleme konusunda ne kadar becerikli olabileceği tartışılmaz olacaktır. UEFA’nın kulüpler batışa geçtikten sonra verdiği cezalar ve sınırlandırmalar sadece TFF tarafından yapılacak denetimle önlenebilirdi kuşkusuz. Ancak işleyiş böyle devam etmedi; öncelikle sponsor olarak lige bir devlet kurumu getirildi ve devletin parası kulüplere bu şekilde verilmiş oldu. Bu durum da yetmedi ek olarak yapılan Türkiye Kupası organizasyonuna devletin bankası sponsor yapıldı ve yöneticilerimizin daha rahat para kazanabilmeleri için biraz da böyle para aktarıldı. Tüm bunlar olurken yayıncı kuruluş kar amaçlı bir şirkete devredilemezdi tabi ki ve TMSF ki bir devlet kurumudur, yayıncı kuruluşun kontrolünü eline aldı. Tüm bu dümeni yönetmek amacıyla federasyonun başına ise babasının şirketlerinin başına geçmesini önlemek için futbola yönlendirdiği “Tüp” sektörünün ünlü simalarından bir isim getirildi. O da başarılarıyla adı statlara verilmiş, asgari ücretten biraz fazla parayla ülkesi uğruna çalışmayı kabul eden taçsız imparatoru Türk futbolunun başına getirdi. Bugünlerde gazetelerde hakem atamalarında bakanların etkisi olduğu konuşuluyor. Tüm bu olanlar karşısında insanın şu iddiaya gülesi geliyor sadece; böyle özerk bir kuruma dışarıdan müdahale mümkün mü? Konumuza geri dönecek olursak, kurum özerk hale getirildikten sonra koltukları daha da sağlamlaşan başkanlar belirli aralıklarla futbol kulüplerinin vergi borçlarının silinmesini rica ettiler. E tabi doğal olarak devlet tarafından spora “yatırım” amaçlı yapılan, açılışlarında özel davetiyelerin bastırıldığı statların gelirleri çok yüksek olunca takımlarımızın vergi yükleri de bir hayli artmıştı.
Futbolu koordine amaçlı var olan kurumun bu kadar güzel çalışması yetmezmiş gibi kulüp yöneticileri sadece kulüplerinin menfaati amacıyla bağzı menajer lobilerine boyun eğmek zorunda kalıyorlardı. Yoksa koskoca Enaramo Beşiktaş’a, Tarık Çamdal cüz-i bir miktarla Galatasaray’a ve Dünya basınının dikkatle takip ettiği İsmail Köybaşı Fenerbahçe’ye nasıl transfer olabilirdi. Yöneticilerimiz sadece belirli miktarlar karşısında menajerlerle el sıkışıyorlardı ve kulübün menfaatleri doğrultusunda paralar harcıyorlardı ya da kazanıyorlardı bu konuda emin değilim bende herkes gibi. Taraftarlar bu kadar iyi niyetli yöneticileri baş tacı yapmasında napsın kardeşim?
Aslında suçun en büyüğü Nazım’ın da dediği gibi bizde yani taraftarlarda çünkü önemli olanın kalplerimize kazılan renkler olduğunu her zaman unutuyoruz. Kulübün borcunu ülkenin dış borcuyla yarıştıran tribünlerde yeter diye bağırılan başkan emekliliğinde bodruma yerleşip küçük domatesler yetiştirmenin hayalini kuran oyunculara milyon eurolar vererek futbol oynamaları için ikna ettiğinde hemen yetmez başkan daha fazla diye bağırabiliyoruz. Ya da yetmiyor parasını vererek aldığımız maç biletlerimiz ile girdiğimiz stadyumun sahibi bize ‘pavalı köpekler’ diyerek bizi stada almayacağını söylediğinde bu kişinin haklı olabileceğini tartışıyoruz. Tüm bu operasyonlar gönül verdiğimiz renklere karşı yapılırken hesap sorduğumuzda azarlandığımız için kulüp batınca da herkese bir bilezik kampanyasına destek vermek zorunda hissediyoruz kendimizi. Hukuksal süreç devam ediyorken, yürüyüşler düzenleyerek kendimizce bize hakaret eden insanları toplumda suçsuz olarak kabul ediyoruz.
Tüm bu düzenekler ortadayken insan kanunların kuralların amacını sorgulamak için sahaya atlayıp hakem dövmekten veya hakemi özgürlüğünden alıkoymadan edemiyor. Bunları yaparken de bazen beyefendiler ülkenin hukuku daha fazla rencide olmasın diye araya girip durumu toparlayabiliyor. Ve tüm olaylar bittiğinde eğitim seviyesi ve kültürü ile parmak ısırtan yöneticimiz çıkıp basın mensupları karşısında açıklama yapmak zorunda kalıyor ve diyor ki “ Adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız”. Bu açıklamanın meali şudur, bu kadar maskülen bir ortamda futbolu bu hale getiren kadınlardır. EVRAKA suçlu bulundu. Şimdi bakalım takımlar kimleri transfer edecek, hangi oyuncu diğer takımın elinden çalınarak taraftarlar önünde şova çıkarılacak ve UEFA bu sisteme kaç yıl men cezası verecek. Tüm bu durum karşısında
demeye de dilim varmıyor ama –
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!.