NBA’de normal sezonun son 10 maçlık periyoduna girildi. Tepedeki takımların play-off öncesi vitesi düşürdüğü, diptekilerin ise lotarya şansını arttırmak için sezonu daha alt sırada bitirmeyi kovaladığı bu dönemin en ilgi çekici tarafını ise elbette hala ilk 8 yarışını sürdüren takımlar oluşturuyor. Batıda ilk 7 belli gibi, 8.’lik yarışı ise Denver-Portland’a indirgendi. Doğuda işler biraz daha karışık. 5. Atlanta ile 10. Detroit arasında sadece 3.5 maç var ve mevcut sıralamanın değişmesi epey olası. Yarışın içindeki 6 takıma kısaca göz atacak olursak;
Atlanta Hawks (37-34): Milwaukee (D), Brooklyn, Phoenix, Philadelphia (D), Chicago (D), Brooklyn (D), Boston, Cleveland (D), Cleveland, Charlotte, Indiana (D)
Geçtiğimiz günlerde Sports Illustrated’te Ben Golliver imzalı bir yazı yayımlandı. Yazı play-off dışındakilerin arasındaki en umutsuz 7 takım üzerineydi ve doğal olarak listenin başını Brooklyn, Sacramento gibi ekipler çekiyordu. Kaba hatlarıyla doğru bir önerme olsa da NBA’in ‘Ya zirve ya dip’ şeklinde özetlenebilecek dinamikleri üzerinden düşünüldüğünde bu listeyi farklı bir bakış açısıyla oluşturmak da mümkün. Şampiyonluğu zorlayacak tavanı elinde bulundurmayan ama aynı zamanda rebuilding sürecine girecek kadar da kötü bir kadroya sahip olmayan, orta sıralara sıkışmış takımlar NBA’in en arzu edilmeyen kulübünü oluşturuyorlar. Atlanta bu kulübün istikrarlı bir üyesi konumunda uzun süredir. 2008’den beri firesiz her sene play-off’a kaldılar ancak bu katılımların herhangi birinde inandırıcı bir heyecan yaratabildiklerini söylemek güç, buna normal sezonu birinci bitirip konferans finaline kadar ilerledikleri 14-15 sezonu da dahil.
Bu sezon da diğerlerinden farklı değil. Evet, mevcut durumda 5. sıradalar ve muhtemelen kalan fikstürlerinin ilk bölümünün kolaylığının da yardımıyla en kötü 7. sıradan play-off’a girecekler ama sonrası? Olası bir Toronto-Atlanta veya Washington-Atlanta serisi bende pek bir heyecan uyandırmıyor açıkçası. Her ne kadar Mike Budenholzer elindeki parçaları maksimuma yakın bir verimlilikte kullanıyor –Dallas’ta Carlisle’ın yaptığına benzer bir şekilde- olsa da Atlanta’nın elinde ileri süreceği yeni bir kart yok. Howard kumarı tutmadı, Delaney hariç kenardan gerçekçi bir katkı veren parça yok, Millsap de büyük ihtimalle yazın free-agent olacak. Eğer Doğu Konferansı daha da kötüye gitmezse Hawks kendini ilerleyen yıllarda ilk 8’in dışında bulacak ancak müzmin ilk tur kaybedeni klasmanından lotarya klasmanına düşüş Atlanta taraftarları tarafından memnuniyetle karşılanacaktır, emin olabilirsiniz.
Milwaukee Bucks (36-35): Atlanta, Chicago, Charlotte (D), Boston (D), Detroit, Dallas, Oklahoma City (D), Indiana (D), Philadelphia (D), Charlotte, Boston (D)
Son 25 yılda sadece 8 kez play-off yapabilmiş ve bunların 7’sinde ilk turda elenmiş bir takım için başarı kıstasını belirlemek biraz zor. Antetokounmpo’yu draft ettiklerinden beri istikrarlı bir yükselen ivme yerine daha çok inişli çıkışlı bir grafik çizdiler. Elbette bunda sakatlıkların payı oldukça yüksek. Takımın en önemli parçalarından olan Khris Middleton sezonun ilk 3.5 ayını kaçırdı, Jabari Parker ise tam Middleton’un döndüğü dönemde sezonu kapattı. Bir türlü tam kadro oynayamamaları rotasyonu ayarlama konusunda Kidd’in önüne bulanık bir tablo çıkarıyor.
Bütün bunlara rağmen All-Star arasından itibaren müthiş bir tempo yakaladıklarının altını çizmek lazım. Son 12 maçlarının 10’unu kazandılar ve Ocak ayının ortalarındaki ‘yarış dışı kaldılar’ tahminlerinin aksine 6. sıradalar. Middleton çabuk ritm buldu, çaylak Malcolm Brogdon gayet etkili bir performans ortaya koyuyor, Greg Monroe sezonun ilk yarısına oranla daha efektif. Bütün bunlar kadar önemli değil ama Antetokounmpo da ligin en iyi oyuncularından biri olma yolunda ilerliyor işte.
Play-off yarışındaki rakiplerine oranla zor sayılabilecek bir fikstüre sahipler ve mevcut form durumlarını koruyup koruyamacakları meçhul. İlk 8’de kalmayı başarırlarsa üstteki takımlar tehdit yaratmaları zor ancak son play-off katılımlarından beri inanılmaz bir gelişim gösteren Antetokounmpo’nun neler yapacağı, ilk turda takip edilecekler listesinde üst sıralarda olacaktır.
Indiana Pacers (36-35): Denver, Philadelphia, Minnesota, Memphis (D), Toronto (D), Cleveland (D), Toronto, Milwaukee, Orlando (D), Philadelphia (D), Atlanta
Indiana’ın takım olarak yakın dönemde play-off tecrübesi yüksek ama ellerindeki mevcut oyuncu grubu için aynı şeyi söylemek mümkün değil. 4 yıl önce Miami’yi zorlayabilecek bir konumda olan sert bir savunma takımından ortalama altı bir takıma evrildiler. Doğunun orta sıralarındaki rakiplerine oranla verimli olabilecek daha fazla miktarda parçaya sahipler ancak benchleri bu sezon net verimlilik sıralamasında ancak 27. olabildi. Coaching açısından Frank Vogel’dan Nate McMillan’a doğru dramatik bir düşüş yaşadılar ve bu durum play-off açısından pek umut verici değil. All-star arasından itibaren 14 maçtır 1 galibiyet-1 mağlubiyet sırasını bozmadılar, istikrar konusunda da karneleri pek parlak değil.
Yakın bir zamanda kadar play-off potasında yer bulmak bir yana ilk 6 bile garanti gözüküyordu Indiana için. Bu rahat konumlarını Milwaukee ve Miami’nin üst düzey momentumu bozdu. Yine de içerideki maçlardaki üst düzey performanslarıyla –(25-10), lig genelinde 7.’ler- ilk 8’de kendilerine bulacaklar muhtemelen. Play-off’ta ise Teague-George-Turner üçlüsü ilgi çekici olabilir ancak hepsinin gününde olduğu bir maç yakalamak kolay mı, bilemiyorum.
Miami Heat (35-37): Boston (D), Detroit (D), New York (D), New York, Denver, Charlotte (D), Toronto (D), Washington (D), Cleveland, Washington
Sezona 10-29 ile girdiklerinde adları otomatik olarak lotarya potasına yazılmıştı ancak All-star arasından önceki 13 maçlık galibiyet serisi ve sonrasında da korunan üst düzey ivme Miami’yi play-off listesine dahil etti. Takımların belli dönemlerde form yakalamasına elbette alışığız ancak 33 maçta 25 galibiyet üst sıralardaki takımların dahi yakalamakta zorlandığı bir istatistik. Dragic-Whiteside şu anda şampiyonluk adayı bir takıma konulduğunda sırıtmayacak bir PG-C ikilisi oldu ve rotasyondaki neredeyse bütün oyuncular kariyerlerinin en iyi sezonlarını geçiriyorlar. Bütün bu gelişmelerin en sevindirici yanı Big 3 döneminde gölgede kalan Erik Spolestra’nın ne kadar iyi bir koç olduğunun anlaşılması oldu benim açımdan. Takımın çekirdeğini oluşturan 1-5 ikilisi ve onlarında etrafında konumlanan şutörler ile hücum açısından en formulü buldular ve son 2 ay baz alındığında ofansif verimlilik açısından lig genelinde ilk 10’dalar.
İzlemesi oldukça keyif veren ve play-off potasında taraflı tarafsız herkesin görmek istediği bir takım haline dönüştü Miami. Kalan fikstürleri biraz zor ve son 2 ayı yüksek tempoda geçirmiş bir takım için bir kat daha zorlayıcı olabilir ancak ayakta kalmayı başarabilirlerse Doğu ilk turunda rakipleri kim olursa olsun seyir zevki en yüksek eşleşmeyi oluşturmaları muhtemel.
Chicago Bulls (34-38): Philadelphia, Milwaukee (D), Cleveland, Atlanta, New Orleans (D), New York (D), Philadelphia (D), Brooklyn (D), Orlando, Brooklyn
Chicago açısından oldukça zorlama bir sezon oldu 16-17. Saha içinde spacing sorunu yaşayacağı bariz olan, saha dışında da problem yaratmaya müsait karakterlere sahip bir çekirdekle yola çıktılar ve geldikleri nokta çok da şaşırtıcı değil. Sezonun ilk bölümündeki performansları tepedekileri yoracak bir play-off rakibi olabilirler mi diye düşündürse de sonrasında normale döndüler. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Effective FG yüzdesinde 30., True Shooting yüzdesinde 28.’ler. Takımda muhtemelen yapıtğı işten keyif alan hiç kimse yok ve bu maçlarını izlerken net bir şekilde hissediliyor. İşin garip tarafı ise bütün bu etkenlere rağmen dip yapmıyorlar ve Golden State, Cleveland, Boston, Utah gibi takımları yenebiliyorlar. Hala play-off yarışında olmalarının sebebi de aslında bu galibiyetler.
Kendileri de dahil olmak üzere kimse Chicago’yu play-off’ta görmek istemiyor ama fikstürleri o kadar kolay ki -2 Philadelphia, 2 Brooklyn, New York, Orlando- dışarıda kalmak için ekstra bir efor sarf etmeleri gerekecek.
Detroit Pistons (34-38): Orlando (D), New York (D), Miami, Brooklyn, Milwaukee (D), Toronto, Houston (D), Memphis (D), Washington, Orlando (D)
Geçen senenin 8.’si Detroit yerinde sayıyor, hem sıralama hem de oyun açısından. Stan Van Gundy’nin 3 senedir kurmaya çalıştığı temelini 1-5’in oluşturduğu, etrafında da şutörlerin şekillendirdiği sistemin Miami’de Spolestra tarafından 2 ayda kurulması acı bir tablo aslında. Rotasyonu olabildiğince kurcalasa da Van Gundy tıkanmış durumda. Tempolarını arttırmaları gerektiren sezonun bu kritik döneminde son 6 maçın 5’ini kaybettiler ve bu altılı arasında açık ara en formsuz takım konumundalar.
Kalburüstü savunmaları –savunma verimliliğinde 11.’ler- onları bir şekilde ayakta tutuyor ancak hücum tarafında bir çıkış yolu bulmaları şart. Kalan fikstürlerindeki Toronto-Houston-Memphis-Washington maratonu da .500’ün üzerinde olan takımlara karşı 9-23 olan Detroit için pek iç açıcı değil.