Bir etkinlik veya eser hakkında değerlendirme yapılırken, özellikle de bu değerlendirme objektif olma gerekliliği taşımıyor veya orta yolcu bir denge kurma amacı gütmüyorsa, beklentiler oldukça belirleyici bir faktör olarak göze çarpar. Öznel bir değerlendirmeyi ‘öznel’ yapan en büyük etmenlerden biri kişinin etkinlik veya eser öncesi oluşturduğu beklentidir genelde. Düşük beklenti, bir şeye olduğundan daha fazla değer vermeye yol açarken yüksek beklenti de tam tersi ihtimalin kapısını aralar. Tour de France 2017 özelinde yaşadığımız durum da ikinci senaryoya bir örnek. Genele baktığımızda tur çok da kötü veya sıkıcı geçmedi aslında. 14. etap dolaylarına kadar el değiştiren bir sarı mayo vardı, genel klasman yarışı son yıllara oranla çok daha yakın geçti, yeşil ve puantiyeli mayolarda yeni isimler gördük ve arada bazı etaplar kendi küçük hikayelerini ve isimlerini yarattı. Ancak ekstra bir yıldız bisikletçi veya zorlu bir parkura gerek duymaksızın TDF isminin kendisi dahi büyük bir beklenti yaratıyor ve bu da aslında ortalama geçen bir turun hayal kırıklığı olarak görülmesine yol açabiliyor. ‘Hayal kırıklığı’ algısının oluşmasındaki faktörlerden biri için yapılacak bir şey yok; üst üste gelen abandoneler hem genel klasman hem de sprintlerdeki heyecanı azalttı doğal olarak. İkinci faktörü ise Team Sky’ın mükemmeliyetçiliği ve diğerlerinin hamle yapmadaki çekingenliğinin birleşimi olarak açıklamak mümkün. Bu iki faktörün detayına inebilmek içinse turun ana damarlarını oluşturan iki farklı yarışı ayrı ayrı incelemek gerekiyor.
Genel Klasman ve Sarı Mayo:
Buradaki tabloyu 4 yıl olduğu gibi yine ‘Froome ve diğerleri’ olarak özetleyebiliriz. Froome dağlardaki güçlü görüntüsünün yanında üst düzey bir zamana karşıcı olması nedeniyle sarı mayo yarışında yenilmez olarak gözüküyordu ve bu tablo peloton üzerinde giderek üstesinden gelmesi güç bir psikolojik üstünlüğe de dönüşmüştü. Froome bu sene de kazandı ve Paris’te şampanyayı yudumlayan taraf oldu. Nitekim bu sene diğerlerinden çok daha zorlu geçti onun adına. Dağlarda, geçen yıllarda olduğu kadar dominant gözükmedi ve etap dahi kazanamadan turu noktaladı (etap zaferi olmadan sarı mayoyu kazanan ilk isim oldu). Bu durumda tura formsuz gelmesinin yanında parkurun, özellikle dağlık etap profillerinin nispeten yumuşak kalmasının büyük etkisi oldu muhtemelen. Dağlık etaplarda Mont Ventoux veya Alpe D’Huez gibi sert ve sürekli eğimlerin olduğu yerler yerine kısa ve patlayıcı zirvelerin olması Froome’un sevmediği bir tarz ve bu noktada Sky’ın en ince detayına kadar çalışılmış etap planları ve muazzam domestik kadrosu yardımına yetişti. Dağları nötralize etmeye çalışıp farkı zamana karşılarda atarak zafere defansif bir yoldan gittiği söylenebilir. Bu durumun zaten bisiklet dünyasında zaten mevcut olan Froome-Sky nefretini bir parça daha arttırdığını da altını çizmekte fayda var. Bu noktada beklentiler meselesi tekrar devreye giriyor. Froome hiçbir zaman anlık duygusal tepkileriyle yarışan, durmadan atak yapan* veya beklenmedik bir anda ortaya çıkan bir bisikletçi olmayacak ve ondan bunları yapmasını beklemek biraz haksızlık. Froome’un ve elbette Sky’ın her parkura ve her etaba özel bir planı var, sadece bu planı uygulamaya odaklanıyorlar ve genelde de başarılı oluyorlar.** Belki göze hitap etmiyor ama işlevsel olduğu da bir gerçek. Sarı mayoyu Froome’dan almaya odaklanmış bir parkurdan dahi sağ çıkmaları bunun en önemli göstergesi.
Evet, Froome yine kazandı ama yıllardır elinde tuttuğu ve rakiplerine daha ilk etaptan yenilmişlik duygusu veren psikolojik üstünlüğü bir nebze olsun zedelendi. Bu peloton için önemli bir gelişmeydi ancak genel klasman adaylarının bunu değerlendirme konusunda çekingen kalması tur boyu çok tartışıldı. Froome’un sarı mayosundaki payları üç eşit bölecek olursak; bunlardan ikisi Froome’un formsuzluğuna rağmen belli bir seviyede tuttuğu istikrarı ve Sky’ın yarış planı ve domestikleriyle sağladığı katkı olur, üçüncüsü ise tartışmasız Aru-Bardet-Uran üçlüsünün korkaklığı. Korkaklık, bisikletin en tepesinde bulunan isimleri tanımlamak için biraz acımasız kaçıyor olabilir ancak ellerine geçen onlarca fırsatı değerlendirememelerini de açıklayacak daha iyi bir kelime yok ne yazık ki. Uran’ın kazandığı ve Bardet’nin de fark açtığı 9. etapta Aru’nun Fugulsang’la beraber adeta Froome’u çekmesi -üstelik Geraint Thomas gibi en önemli domestiklerinden birini kaybetmişken-, 12. etapta yine Aru’nun sarı mayoyu almasına rağmen çok daha fazla fark açma şansını tepmesi, Foix’da biten ve Froome’a ters kalabilecek bir profile sahip 13. etapta hiçbir aksiyon olmaması, zamana karşıdan önce Froome’a karşı atak yapmak için son şans olan 18. etapta Bardet’nin sessiz kalması ve Uran’ın geneldeki pasifliği… Örnekler arttırılabilir. Froome dağlarda birden fazla kez geride kalarak altın tepside fırsatlar sundu ancak bu üçlüden kullanan çıkmadı. Bu durumun sebebi olarak güçsüzlüklerinden bahsetmek mümkün değil nitekim Froome bu yılı etap zafersiz bitirirken Bardet – Aru – Uran üçlüsü birer etap kazanmayı başardı. Ya takımları hiçbir zaman gelmeyen doğru anı kovaladı ve bir planlama fiyaskosuna imza attı, ya da Froome’un oluşturduğu psikolojik etki o kadar güçlüydü ki bacaklarda enerji olmasına rağmen Bardet’nin veya Aru’nun beyni, bacaklara işi bitirecek komutu veremedi.
Genel klasman sıralamasında üst sıralarda olması beklenen diğer iki ismin, Richie Porte ve Nairo Quintana’nın ise yarıştan düşmelerinin çok farklı iki sebebi var. Porte, birden çok olaya sahne olan kaotik 9. etabın Mont du Chat inişinde çok yüksek bir hıza sahipken kayarak düştü ve kafasını kayalıklara çarptı. Doğrudan ölüm tehlikesi içeren bir kaza geçiren Porte’un neyse ki bilincinin açık ve sağlığının yerinde olduğu haberi geldi ancak turu bırakmak zorunda kaldı. Sky döneminde Froome’un domestiklerinden biri olan Porte, zamana karşıda zaafının olmaması ve dağlarda da her gün daha iyiye gitmesi sebebiyle eski takım arkadaşına sıkıntı yaşatacak bir isim olabilirdi (BMC’nin Porte’a ne kadar yardımcı olduğu veya olabileceği büyük bir soru işaretiydi tabii). Quintana ise ikinci olduğu yorucu bir Giro’nun ardından burada tam kapasitede yarışamadı ve üstüne üstlük daha ilk etaptan Valverde’nin de abandone olmasıyla iyice denklem dışı kaldı. Tam kapasitede ve tam takım desteğine sahip olsaydı dahi Quintana 2-3 yıl önce uyandırdığı heyecanı artık uyandıramıyor ve Froome’u devirebilecekler listesinde ismi her geçen gün altlara iniyor, orası ayrı mesele.
Sprinterler ve Yeşil Mayo
Giro, Vuelta ve diğer küçük çaplı turların aksine Tour de France sprinterleri son güne dek pelotonda tutabiliyor çünkü Champs-Elysees gibi bir silaha sahip. Son günkü Paris etabında ve Champs-Elysees finişinde bulunmak dahi bir gurur kaynağıyken, etabı kazanma şansına sahip olmak sprinterler için önemli bir motivasyon kaynağı oluyor kuşkusuz ve dolayısıyla ilk haftadan sonra öz iradesiyle Tour’u bırakan sprintere pek rastlanmıyor. Nitekim bu senenin yeşil mayo yarışı yaprak dökümü gibi oldu. 4. etaptaki malum olaydan sonra 30 TDF etap zaferine sahip Cavendish’in abandone olması ve son beş senenin tamamında yeşil mayoyu kazanan Sagan’ın diskalifiye edilmesiyle başladı her şey. Ardından Arnaud Demare yarıştan çekildi. Bu isimlerin yokluğunda tam beş etap kazanan Kittel’in de 17. etapta abandone olmasıyla yeşil mayo yarışında yalnız kalan isim Avusturalyalı Michael Matthews oldu. Kendisini zorlayacak bir rakibi kalmamasına rağmen iki etap kazanması ve ara sprint kapılarında oldukça agresif olmasıyla yeşil mayoyu sonuna kadar hak ettiğini söyleyebiliriz. Matthews özelinde takımı Sunweb’e de bir parantez açmakta fayda var, nitekim aynı zamanda Warren Barguil’le de dağların kralı mayosunu kazandılar ve ”all-around” takım karşılaştırması yapacaksak Sky’dan dahi başarılı olduklarını söylemek mümkün. Gösterdikleri bu potansiyele ek olarak ellerinde Tom Dumoulin gibi sarı mayo yarışında da kullanabilecekleri bir ismin olması geleceklerinin parlak olduğunu gösteriyor.
Sprint etapları konusunda Matthews ve Kittel’in başarılı performanslarına karşın Andre Greipel ise oldukça sönük bir tur geçirdi. TDF’ye katıldığı ilk yıl olan 2011’den beri her sene en az bir etap kazanan, totalde 11 etap zaferi olan ve aynı zamanda son iki Champs-Elysees etabının da birincisi olan Greipel bu sene, biraz da takımı Lotto Soudal’ın etkisiyle, sprint etaplarında istediğine ulaşamadı. Üst üste 3. Champs-Elysees zaferinin arasına ise genç Dylan Groenewegen girdi ve Greipel’i ikinci sıraya itti.
*2013 Mont Ventoux ve 2016 Bagneres-de-Luchon gibi etaplar halen akıldan çıkmamışken ”atak yapmıyor” etiketini Froome’a ne kadar yapıştırabiliriz, şüpheli.
**Medyayla iletişimlerinde kimilerine göre antipatik olmalarını ve henüz taze olan doping iddialarını yarış başarılarından ayrı tutuyorum.