Futbol ülkemizdeki çoğu insanın yegane ilgi alanı ve hobi olarak toplumun farklı köşesinde yer alan insanların birleşebildiği sayılı alanlardan birisi. Her geçen gün artan spor haberciliği kurumları ve spor kanallarının yerlerini sağlamlaştırması da topluma tam anlamıyla hitap edebildiğini gösteren en basit örnektir. Yayın ihaleleri başta olmak üzere her geçen gün büyüyen bu endüstride hikaye üretme ve yayma konusunda ise çok gerilerde olmamızın yanısıra bu alanda gelişmiş ülkelerle aramızdaki fark kapanmayacak kadar açılmıştır. Sözün özü, futbol edebiyatı her ögesiyle ülkemizde son derece acınası seviyede ve bu durumun oluşmasında ve değişmemesinde etkisi olan insanlar hala el üzerinde tutuluyor. Halil Cibran’ın da dediği gibi “Yokluk, insanı yeni çözümler bulmaya zorluyor ve insan daha önce aklından geçiremeyeceyi şeyleri düşünmeye başladığını fark ediyor.” Bu kurak ortamda vaha olan sosyal medyayı eleştirenlerin tek motivasyonu da muhtemelen gelecek kaygısıdır.
Eserleri ülkemizde pek bilinmeyen ancak tiyatro oyunlarıyla ünlenen J.B Priestley’in futbol düşünseline “ Futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet’in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur.” cümleleriyle yaklaşması bile sporu küçük görenlere verilebilecek temel bir cevaptır. Tweet veya Facebook gönderileri haricinde gördüğü yazılı metinleri yok sayma eğiliminde olan bir toplum olduğumuz aşikar ancak okumak isteyenlere neden zarar vermek istiyoruz onu anlamıyorum. Spor edebiyatı ülkemizde ne zaman gelişmeye çalışsa her seferinde küçük görülmüştür ve basılabilen kitapların elde ettiği başarılar daima görmezden gelinmiştir. YKY’nin 2002 yılında bastığı Türk Edebiyatında Futbol kitabı; farklı görünmek için futbolu aşağılayan isimlerin, edebiyatta referans noktası olarak aldığı hemen her yazarın futbol hakkında yazdıklarını içeriyor. Zaten edebiyata dair içimi en çok burkan noktaların başında o kitapta yer alan şairlerin ve yazarların futbol yazınına bu kadar kısıtlı katkı vermiş olmasıdır. En azından Eduardo Galleano benzeri bir ismin hayalini kurardık.
Gözlemimce 2015’ten itibaren spora kazandırılan eserlerde artış var ve bunda mutlaka yayınevlerinin akıntıya karşı kürek ile değil motor ile karşı koyması en değerli katkı. Böylelikle, kötü çevirilerin sayısı azalırken başucu kitabı yapılması gereken eserler branş ayırmaksızın Türkçe olarak da yazılmaya başlandı. Örneğin, Yazıhane’nin Dünya Yanarken 2014 kitabının bir benzerine henüz rastlayamadım. Aceto Balsamico da kitaplaştırıldığında, yazın seviyesi olarak Raul’ün Türkiye’ye gelmesi gibi bir hayali yaşayacağız.
Haftasonu ekleri haricinde gazetelerden imla kuralları dahil olmak üzere hiçbir beklentiye girmemek gerektiği gerçeğini kabullenmemiz gerekiyor. Kabul etmek gerekir ki, sporla ilgili güzel işlere imza atan kurumlar var ama genel bir değerlendirme yapıldığında okur ile alay eden bir durum söz konusu. İlkokul seviyesinde bir çocuğun dahi yapmayacağı alışılmadık benzetmeler ile gazete ve dergi sayfaları kirletiliyor. Türkçe’nin okunduğu gibi yazılmadığını bilmeyenlere fazla değer verilmesi belki tiraj kaygısı ile olabilir ama İngiltere’ye dönüp baktığımızda Wilson mu daha değerli yoksa ağzı laf yapan birisi mi rahatlıkla görebilirsiniz. İki ayda bir tekrarlanan, altyapı sorunu gibi yüzeysel içeriğe sahip derlemelerde kullanılan klişeleri kim dikkate alıyor bilmiyorum bile. Yapılan çevirilerin içeriği ve kalitesi ise kesinlikle sözde özgün içeriklerin önünde yer alıyor. Dil bilmeyenler, çeviri Drogba kitabından özet çıkarıp kendilerini futbol hikayecisi olarak görürken asıl çabalayan insanların sürekli ezilmesinin kime nasıl bir getirisi olabilir? Ek olarak, Toprak Saha bir yana nostaljik içeriklerin neredeyse hepsinin ısıtılıp ısıtılıp karşımıza gelmesi başka bir talihsiz durum. Yusuf Tunaoğlu’nu 90 yaşına merdiven dayamış Hulusi Özdurmaz’dan başka anlatabilecek birinin olmaması ama yarısı rivayet yarısı kurmaca olan 3-5 hikaye ile 1980’lere kadar oynanan yılları özetleyecek yüzlerce isim var. Oyuncunun forma numarasını hatırlamak gibi faydasız bilgilere sahip olanlardan çok onları anlatacak insanları yetiştirememiş olmamız ayıbımızdır.
Gazetecilik ve alaylı olma konusundaki tartışmaların bir sonuç vermeyeceğini düşünmekle birlikte futbolcu eskilerinin büyük ölçüde kalite düşüren yegane etmen olarak görüyorum. İstisnaları olmakla birlikte çoğunun bilgiden çok anıya sahip olduğu tartışmasız bir gerçektir. Kariyeri nasıl olursa olsun anılarını kaleme alması futbol kalitemiz açısından ne kadar değerli olur düşünsenize. Anı aktarımı sadece futbolseverleri değil genç futbolcuları da etkileyecektir. Anadolu çocuğu kendisine İbrahimovic’i mi saha dışında örnek alabilir yoksa şehir takımının oyuncusunu mu?
Futbolda başarıyı ve sağlam bir kültürü sadece iyi bir altyapı sistemi kurarak elde edemeyiz. Bir önceki yazımda belirttiğim İngiltere’yi, Clairefontaine’i, Almanya’daki okulları hatta Altınordu’dakilere yakından bakmayı tavsiye ederim. Çocukların futbol okuduğunu göreceksiniz.