2018 sezonu başından beri formunu giderek yükselten ve şimdiden 1 Premier Mandatory ve 1 Grand Slam kazanmayı başaran Naomi Osaka hiç kuşku yok ki günümüz tenisinin en parlak genç sporcusu. Serena Williams ile oynadığı Amerika Açık finali sonrası gözyaşlarına hakim olamayan, kupayı havaya kaldırırken toyluğu her hareketinden belli olan Osaka hem Grand Slam kazanan ilk Japon olarak tarihe geçti, hem de naifliğiyle tüm dünyanın sempatisini ve saygısını kazandı.
16 Ekim 1997 günü Japonyalı bir anne ve Haitili bir babanın kızı olarak Osaka’da dünyaya gelen Naomi ve kardeşine annelerinin soyadı verilmişti zira Japonya’da süregelen milliyetçi yaklaşımların odağı olmamak ve Japon vatandaşlığını alabilmek için bireylerin nüfus kaydının Japonca olması gerekiyordu. 3 yaşında ailesiyle birlikte halen yaşamakta olduğu Florida’ya yerleşen ve burada tenise başlayan Osaka ilk önemli finaline 2016 Tokyo Premier’de çıktığında sadece 18 yaşındaydı. 2017 sezonunu çok başarılı geçiremedikten sonra 2018 yılına fırtına gibi girdi: Avustralya Açık’ta 4. tura yükseldi ve Mart ayında Indian Wells’i kazandı. Sezon başında 68. sıradayken Indian Wells’in ardından 22. basamağa kadar yükseldi. Roland Garros ve Wimbledon’da 3. turlarda elendikten sonra biraz gözden düşer gibi olmuştu Osaka: Amerika Açık’ta kimse kendisinden şampiyonluk beklemiyordu çünkü öncesinde yapılan Montreal ve Cincinnati Premier turnuvalarından set alamadan elenmişti. Buna ilaveten Simona Halep, Sloane Stephens, Petra Kvitova gibi ağır topların formlarının zirvesinde olması da kendisinin şansını epey düşürüyordu.
Ama ne olduysa orada oldu ve Osaka Amerika Açık’ta rakiplerinin üzerinden silindir gibi geçti. Aryna Sabalenka ile oynadığı 4. tur maçı aslında turnuvanın erken finaliydi çünkü iki genç yıldız kortta kıyasıya mücadele ederken seribaşları birer birer elenmiş, turnuva adeta bir Premier seviyesine düşmüştü. Sabalenka’yı eledikten sonra Madison Keys’i geçip finale kalan Osaka hayatının en zor maçına çıkacaktı. Karşısında tüm azametiyle Serena Williams, arkasında da koca bir Arthur Ashe stadyumu dolusu destekçisi vardı. Gerçi Osaka Indian Wells’i kazandıktan hemen sonra Miami Açık turnuvasında eşleştiği, o zamanlar yeni doğum yapmış olan Serena’yla oynamış ve onu mağlup etmeyi başarmıştı ama bu kez Serena çok daha sağlıklı ve kuvvetliydi. Herkes Osaka’nın ellerinin titreyeceğini, Serena Williams ve onu destekleyen kalabalığın büyüklüğünün altında ezileceğini bekliyordu ama Osaka hayatının en önemli maçında hayatının en büyük performansını gösterdi. Serena Williams hayatındaki ilk ana tablo galibiyetini aldığında henüz 17 günlük olan Osaka ilk seti 6-2 ile hanesine yazdırdığında ben dahil birçok tenissever böylesi bir sürprizi bekliyordu. İkinci setin ortasında hakemle tartışan, tartışmayı büyütüp hakeme ‘Sen hırsızsın’ demeye kadar vardıran Serena en sonunda turnuvanın hakem komitesi ile de münakaşaya girdiğinde tek yapmaya çalıştığının ellerinden kayan 24. Grand Slam şampiyonluğunu kurtarmak olduğunu aslında herkes anlamıştı.
Serena’nın endişesinin, stresinin ve duygu durumunun anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum: Uzun zamandır 24. şampiyonluğunu alarak zirveye oturamamış olması, doğumundan sonra yaşadığı gelgitleri ve kendisinden 16 yaş küçük bir rakibe ikinci kez, hem de kendi evi New York’ta finalde kaybediyor olmanın ağırlığı kesinlikle tarif edilemez. Ancak artık tartışmaya mahal vermeksizin tüm spor tarihinin en büyük isimlerinden birisi olmuş, 20 yılı aşkın kariyerine sayısız şampiyonluğu, kupayı ve rekoru sığdırmış bir sporcunun böylesi bir günde çok daha ağırbaşlı, çok daha olgun davranmasını beklerdim. Karşısında kendisini idolü olarak gören 20 yaşında bir rakibi varken onunla gurur duymasını, böylesi bir geceyi onun için (olumlu anlamda)unutulmaz kılmak için çabalamasını beklerdim. Kazanır veya kaybeder mühim değil, biz o gece Serena Williams’tan olgunluk görmeliydik çünkü büyük sporcular böyle yapar. Çırak ustayı geçemezse sanat ölür demiş atalarımız, Serena da kendisini geçen bu çırağının başarısı karşısında gururlanmalıydı bence. Yine de bu Serena’nın kıymetinden bir şey eksiltmez, sadece kendi büyüklüğüne ekleyebileceği bir büyük tuğlayı kırmış oldu Serena. Naomi Osaka’nın ilk Grand Slam gecesinde, ilk zafer konuşmasında uğultular ve ıslıklar oldu, bunda da payı olduğunun elbet farkındaydı ki konuşması sırasında ‘Artık yeter akadaşlar, bu onun gecesi ve onu mahvetmeyelim’ minvalinde açıklamalar yaptı. Osaka ise konuşurken gözyaşlarına hakim olamayan, Serena’ya bakıp başını sallayarak teşekkür eden bir naif sporcu olarak o gece hafızalarımıza kazındı.
Peki şimdi ne olacak? Naomi Osaka kendi neslindeki sporcular arasından sıyrılmayı başardı. Kendisini kıyasladığımız Daria Kasatkina da,
Aryna Sabalenka da Osaka’nın sahip olduğu o ‘kazanan’ ruhuna tam olarak sahip değil gibi görünüyorlar. Tıpkı idolü Serena Williams gibi Naomi Osaka da kazanmayı biliyor: bu her sporcuda olmayan, sadece Michael Jordan, Cristiano Ronaldo veya Maradona gibilerde olan bir özellik. Osaka artık dünya tenisinin zirvesinde dersek yanılmış olmayız, onda büyük bir iş ahlakı, disiplin ve yetenek var. Ve artık Serena’nın yavaş yavaş bırakmaya başladığı tahtın en büyük mirasçı adayı da o, zaten Serena’yı doğum yaptıktan sonra insanüstü bir çalışma temposu içine sokan da yine kendisi olmuştu: Miami’de oynadıkları maçtan sonra Serena büyük bir hayalkırıklığı yaşamış ve insanüstü bir çabayla antrenmanlara devam etmiş, bunun meyvesini de Wimbledon ve Amerika Açık’ta final oynayarak almıştı.
Şimdi sahne, Osaka ve onun neslinin.
Fotoğraflar aşağıdaki adreslerden alınmıştır: