Futbol belki de tüm taraftarları birbirine bağlayan en popüler sporlardan birisi. Diğer spor branşlarının önemini asla ama asla yadırgamıyorum ancak taraftarları birleştirme konusunda futbol hep bir adım diğer branşlara göre önde olmuştur. Bu denli insanları birbirine bağlayan bir sporu iliklerine kadar da yaşayabilmek de biz taraftarlar için bir nimettir.
Üçüncü sınıfımın ikinci yarısında Erasmus+ programıyla İngiltere, Birmingham’a gittim. Aston Üniversitesine değişim öğrencisi olarak gittim ve de bu program sayesinde farklı kültürleri birincil kaynaktan deneyimlemiş oldum. Özellikle de futbolun kalbi olarak da görülen İngiltere’de canlı bir şekilde maç izlemek neredeyse her futbolseverin hayalidir. İşte aslında bu kaleme alacağım günlüklerde tecrübelerimin dışavurumudur. Karşınızda İngiltere Maç Günlükleri.
İngiltere ligi futbolun zirvede oynandığı en iyi liglerden bir tanesi. Tüm futbolcuların hedefi bu ligde iyi bir takımda oynayıp şampiyonluklar kazanmak. Gerek Avrupa Liglerinde boy gösterip uluslararası arenada kendilerini tüm Avrupa’ya göstermek gerekse de Premier Ligi kazanıp tüm İngiltere’yi dize getirmek. Bazen de İngilizler’in bir diğer önemli müsabakası olan FA Cup’ı kazanıp imajlarını bu şekilde İngiltere’ye göstermek. Bu turnuvaların her birinin anlamı ayrı ve bir o kadar da zorlu. Hikayemizin de başlangıç noktası da akıllara yer etmiş olan bir FA Cup mücadelesini konu ediyor.
Günlerden 26 Ocak 2024 ve anlayacağınız üzere klasik bir kış günüydü. Birmingham halkı nefeslerini tutmuş Londra’yı izliyordu. Aston Villa, Londra devi Chelsea’ye konuk olmuştu. Tarihlerinde FA Cup’ı 8 kez kazanan Chelsea için işler istenilen gibi gitmiyordu. Stamford Bridge’de Chelsea istediği oyunu oynayamıyordu. O gün Londra’dan gol sesi çıkmamıştı ve maçın ikinci turu 7 Şubat’ta Villa Park’ta oynanacaktı. Değişim programımın başlamasından çok uzun zaman geçmemişti ancak ben herhangi bir maç için açtım ve bu yurtdışında izleyeceğim ilk maç olduğu için inanılmaz heyecanlıydım. Hong Kong’lu yurt arkadaşımla biletlerin satışa çıkmasını dört gözle beklemiştik. Satışa çıktığı an hemen siteden biletleri almıştık. Şansımıza aldığımız yer neredeyse sahanın içindeydi. Saha ile aramızda neredeyse kol mesafesi vardı. Önümüzde futbolcular depar attığı zaman sanki dokunabilecekmiş gibiydik. Tabi bu detayı maça kadar bilmiyorduk çünkü biz sadece olayın heyecanındaydık ve artık tek yapmamız gereken 7 Şubat’ı sabırlı bir şekilde beklemekti.
Tarihler 7 şubatı gösterdiğinde maç için son hazırlıklarımızı yapmış ve Villa Park için yola çıkmıştık. Trenle rahat bir şekilde gittikten sonra akşam maçının verdiği ambiyansla diğer Villa taraftarlarının tezahüratlarına eşlik ediyorduk. Maçtan önce atmosferi daha da benimsemek istediğimiz için Villa Park’ın etrafını keşfetmeye devam ediyorduk. Keşfettiğimiz sırada iki tane otobüsün geldiğini biranda tüm herkesin oraya hücum ettiğini gördük. Takım otobüslerine hücum eden Villa taraftarlarına katıldık ve bir imza alabilmek umuduyla o tarafa koştuk. Ancak çok geç kalmıştık çünkü diğer taraftarlar bizim önümüzü kapatıyordu. Takım otobüslerinden hızlıca ayrılan futbolcuları daha iyi bir şekilde görebilmek için stadın içine girmeye hazırdık. Turnikeden geçtikten sonra koltuğumuzu bulmaya stadın içinde dolaşmaya başlamıştık ve işte gelmiştik.
İnanılmaz bir atmosferle artık Villa Park’ın resmen kalbindeydik. Tek kelime ile insanı büyülüyordu. FA Cup efsanesi Chelsea’lı oyuncular gözümüzün önünde ısınıyordu. Bir diğer tarafta ise de Villa Park’ın gururu Villa’lılar ısınıyordu. Onların ısınması eşliğinde bizde yerimizi aldık. Her şey harikaydı sadece bu hikayede harika olmayan tek bir şey vardı o da o buz gibi havaydı. Havanın kaç derece olduğunu hatırlamıyorum ama tek hatırladığım şey sadece tir tir titrememizdi. Ancak o derin soğukluk bile bizim maç heyecanımızın yanında hiç bir şeydi ve o heyecanımız bizi ısıtıyordu. Maçın yaklaşmasına yakın Aston Villa’nın maç hazırlamış olduğu ışık gösterisi de bir harikaydı. Ancak bununla kalmayıp Aston Villa’nın ana şarkısı olan Jeff Beck’in Hi Ho Silver Lining şarkısına taraftarlar eşlik ediyordu ve o atmosferi tek bir kelime ile tanımlamam gerekirse büyüleyiciydi. Sarkının nakarat kısımlarındaki sözleri çıkartıp oraya taraftarlar hep bir ağızdan “ASTON VİLLA” diye dolduruyordu ve de sahanın etrafında olan kutulardan alevler gök yüzünü süslüyordu. Belki bu marş bitmişti ama müzik şöleni tam olarak bitmemişti. Birmingham ve Rock müzik denince akıllara gelen ilk isim olan Ozzy Osbourne’un Crazy Train eşliğinde Aston Villa oyuncuları sahneye çıkmıştı. Birmingham’in aslanı ve Londra’nin aslanının kapışacağı o futbol şöleni için düdük çalmıştı.
Maca Aston Villa hızlı bir şekilde başlamıştı. Pozisyon üstüne pozisyon üretiyordu ve topla her daim Chelsea’nın ceza sahasına giriyordu. Ancak top bir türlü kale ile buluşamıyordu. Ya dışarı gidiyordu ve out oluyordu. Ya da kalecinin kolay bir şekilde alabileceği bir top oluyordu. Tabii Londra Aslanı da bu durumları affetmiyordu ve kendisini gösteriyordu. Villa’dan aldığı her topta karşı atak gerçekleştiriyordu ancak gerçekleştirdikleri karşı ataklar Villa’ya göre çok daha iyiydi. Zaten bu atakların en sonunda meyvesini de almıştı. On birinci dakika da Conor Gallagher sessizliği Noni Madueke’nin asisti ile bozmuştu. Aston Villa destekçileri sessizliğe bürünürken yanımızda olan Chelsea taraftarları Villa Parkı inletiyordu. Maçın her noktasını detaylı bir şekilde kayıt altına almaya çalışıyordum ancak bu golü çekememiştim. Bir sonraki golü kaydetmek için maçı pür dikkat izliyordum. Önemli olabilecek her türlü hücumun videosunu çekiyordum. Zaten on dakika bekledikten sonra da olanlar olmuştu. Chelsea güzel bir oyun ile Aston Villa’nın ceza sahasına gelmişti. Malo Gusto’nun asisti ile Nicolas Jackson farkı ikiye çıkarmıştı.
Unai Emery’nin öğrencileri ilk yarıyı 2-0 geride tamamlamıştı. Aston Villa’nın soyunma odasının gerginliğini tahmin bile edemiyorum. Nasıl bir atmosfer olduğunu tüm o gerginlik havasını asla ama asla bilemiyorum. Ancak bildiğim tek bir şey vardı o da Chelsea’nin soyunma odasının ne kadar sakin olduğu. Fakat oynanmamış bir ikinci yarı vardı ve Aston Villa bunu kendi lehine çevirebilir diye düşünüyorduk neticede 2-0 en tehlikeli skordur.
Maçı var gücüyle çevirme umuduyla Aston Villa sahaya çıkmıştı. Chelsea’de dominasyonu koruma umuduyla çıkmıştı. İkinci yarı başladığında iki tarafta silahlarını çekmiş ve düelloya hazırlanan birer kovboy edasıyla birbirlerini tehdit ediyordu. Ancak işlerin değişmesi yine çok uzun sürmemişti. Chelsea hücumunu engellemek üzere Aston faul yapmıştı ve Chelsea tehlikeli bir pozisyondan serbest vuruş kazanmıştı. Topun başına geçen Enzo Fernandez inanılmaz bir soğukkanlılıkla kaleyi yoklamıştı. Kalede Dünya Kupasına damga vurmuş ve Messi’ye Dünya Kupasını kazandırmış Emiliano Martinez de ayrı bir soğukkanlılıka Enzo’yu takip ediyordu. İki Arjantinli birbirini tarttıktan sonra silahlar çekilmişti ve hakemin düdüğünü bekleniyordu. Karşılaşmanın belki de dönüm noktası olacak olan bu pozisyonda Enzo inanılmaz bir serbest vuruş ile Martinez’i avlamıştı ve durum 3-0 olmuştu. Bu gol sonra da gövde gösterisine gelen Enzo, yanımızda Chelsea taraftarlarını daha da coşturmuştu.
Aston Villa’nın artık gerçekten bir mucizeye ihtiyacı vardı. 3-0 resmen Chelsea dominantlığını ilan etmişti ve turu garantilemişti. Maçın son dakikalarına girdiğimiz zaman Aston Villa elinden geldiğince yüklenmeye devam ediyordu. O, şeref golünü arıyordu. Ancak zaman Aston’un yanında değildi. Tüm bu çabaları sonuçsuz kalacak zannedecektik ki son dakika gelişen atak ile beraber Aston’un dileği gerçek oldu. Jacob Ramsey’nin pasını gole çeviren Moussa Diaby Aston taraftarına inanmaları gereken o umudu aşılamıştı. Hepimizi ayağa kaldıran Diaby, tüm taraftarlara ışık olmuştu. Ancak tüm bu çabalar ne yazık ki sonucunu vermemişti. Hakem bu golden sonra düdüğünü üfledi ve de maç bitmişti.
İngiltere’de izlediğim ilk maçın hiç bu kadar heyecanlı olacağını düşünmemiştim. Her ne kadar futbolun kalbinin burada attığını bilsem de canlı olarak bu atmosferi yaşamak çok farklı bir deneyimdi ve kesinlikle şunu anladım ki futbol burada bir ayrı yaşanıyor. Bu serinin de böyle bir maçla başlaması benim için çok farklı bir anlam taşıyor. Gittiğim maçlardan en özeli değildi çünkü kaleme alacağım bir sonraki maç benim belki de tüm bu serüvende kalbime dokunan en önemli maçtı. Bu maçı anlatmak üzere Birmingham’ın kuzey batısına gideceğiz. İngiltere’nin en büyük kulübün evine ve efsanelerin de arenaya çıktığı o maça gideceğiz…
Aston Villa ve Chelsea logolarının olduğu fotoğraf BBC’den alınmıştır. Geri kalan tüm fotoğraflar benim çekimimdir.