Bir önceki yazımda, Sosyal Darwinizm fikrinin kuramsal dayanaklarını, Darwinist Evrim Kuramı ile olumsuz ilişkisini ve hangi toplumsal pratiklere yol açtığını kısaca açıklamaya çalışmıştım. Bu yazıda ise, Sosyal Darwinizm’in Batı dünyasındaki ırkçı ve faşist politik eğilimlerin yükselişiyle erken 20. yüzyılda nasıl bir toplumsal paradigma hâline geldiğini kısaca anlatmayı deneyeceğim.
“En uyumlu olanın hayatta kalması” sloganıyla popülerleşen Sosyal Darwinizm, sıkça Nazi Almanyası ve onun insanlığa karşı işlemiş olduğu suçlarla ilişkilendirilir. Standartlara uygun kısırlaştırma, insan deneyleri, zorunlu çalıştırma ve soykırımla ünlenmiş olması sebebiyle Nazi Almanyası’nın, Sosyal Darwinizm’in “en saf hâli” olarak görülmesi şaşırtıcı değildir. Fakat, insan ırkının iyileştirilmesi ve saf, kaliteli bir insan ırkı yaratma konusunda girişimde bulunan tek devlet ne yazık ki Nazi Almanyası değildir.
Suçtan, hastalıktan, aptallıktan ve fakirlikten uzak, sağlıklı, zeki, kaliteli bir toplum inşa etme fikri, henüz 19. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’ni ve Batı Avrupa’yı cezbetmeyi başarmıştı. “İnsan ırkının iyileştirilmesi” nosyonuyla kurulan öjenik (soyarıtımcılık) dernekleri, Batı’da etkin hâle geldi ve devletlerin yeni ırk politikaları izlemelerini sağladı. Önde gelen Sosyal Darwinistlerden biri ve Charles Darwin’in kuzeni olan Francis Galton, modern dünyada öjenik konusunda teorik çalışmalar yapan ilk kişidir. İlk öjenik derneği olan British Eugenics Education Society’nin öncülüğünü yapmıştır. Ardından, 1912 yılında farklı ülkelerde öjenik dernekleri arasında koordinasyonu sağlamayı amaçlayan Uluslararası Öjenik Örgütleri Federasyonu ve 1921 yılında Amerikan Öjenik Topluluğu kurulmuştur. Federasyonun öncelikli amacı, öjenik, üremenin düzenlenmesi, ırksal sınıflandırma ve insan kalıtımı gibi konularda tartışmak ve çalışmalar yapmaktı. Federasyon, Batı Avrupa’dan Latin Amerika ülkelerine, Amerika Birleşik Devletleri’nden Güney Avrupa’ya kadar oldukça geniş bir coğrafyadan temsilcilere sahipti.
Uluslararası Öjenik Örgütleri Federasyonu’na bağlı ülkeler arasında öjenik pratiklerini yaygınlaştıran ve uygulamaya geçiren ilk ülke Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. 1896’da Connecticut ile başlayarak 27 eyalete yayılan öjenik programları, zeka geriliği, sosyal alkolizm, epilepsi, şizofreni ve zihinsel engellilik tanısı konanlar ve adli suçlular üzerinde uygulanmıştır. Öjenik çalışmalarını yürütmek amacıyla kurulan üniversitelere bağlı araştırma merkezleri, kaliteli ırk standartlarını belirlemeye ve bütün vatandaşların öjenik kriterlerine uygun olup olmadığını incelemeye başlamıştır.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında yoğun göç alan ABD, göçmenlerin sağlık ve “kalite” kontrolünden geçirilerek ülkeye alınmalarını sağlayacak göçmen kontrol merkezleri kurmuştur. Bugün dünya çapında önde gelen Cold Spring Harbor Laboratory, Rockefeller Üniversitesi gibi akademik kurumlar, zamanında öjenik çalışmaları konusunda özelleşmiş, eyalet yönetimlerinin kontrolünde olan kurumlardı. Cold Spring Harbor Laboratory’nin öncülü olan The Eugenics Record Office (Öjenik Kayıt Ofisi), tüm dünyanın ilham aldığı bir öjenik merkezi hâline gelmişti. Ofis, artan kalıtsal zihinsel bozukluklara ve ırksal heterojeniteye karşı, düşük ve kalitesiz olarak görülen belli gruplardan insanların kayıt altına alınmasını ve kısırlaştırılmasını sağlayacak çalışmalar yapıyordu. Ofisin başkanı olan Harvard mezunu Zooloji profesörü Charles Davenport, öjenik pratiğini “insan ırkının daha iyi üreme yoluyla (‘by better breeding’) gelişiminin bilimi” olarak adlandırıyordu. Suç oranını azaltmak, entelektüel ve fiziksel olarak arzu edilen nesillerin çoğalmasını sağlamak amacıyla, genetik olarak “uyumsuz” olanların toplumsal oranını azaltmak gerekiyordu.
Öjenik konusunda dünyada en önde gelen ülke hâline gelen Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa’ya ve Latin Amerika’ya da ilham veriyordu. Özellikle, 20. yüzyılın başında Tıp Bilimi eğitimi konusunda en gelişmiş ülke sayılan Almanya ile öjenik çalışmalarını başlatan ilk ülke olan ABD’nin kısırlaştırma uygulamaları konusundaki yaklaşımları arasındaki uyumluluk dikkat çekicidir. ABD’deki göçmen karşıtlığı ve yükselen ırkçı Ku Klux Klan hareketi ile Almanya’da yükselişe geçen anti-semitist, ırkçı Nazi (Nasyonel Sosyalist İşçi) Partisi, ülkelerin öjenik konusundaki yaklaşımlarındaki benzerliğe bir sebep olarak gösterilebilir. Her iki ülkede de belli etnik grupların (siyahiler, Yahudiler, Romanlar) ve göçmenlerin toplumsal entegrasyonunun sağlanamamış olduğu iddiası, bu çalışmaların toplumsal kabulünü artıran bir faktör olarak ön plana çıkıyordu. Ancak, iki ülke arasındaki öjenik politikasına dair bağlar daha eski yıllara dayanmaktadır. 1920’li yıllarda Kirsoop Lake, Harry Laughlin gibi öjenik destekçisi Amerikalı araştırmacılar, Almanya’daki kurumlar ile yaptıkları işbirliğinden ötürü onore edilmişlerdir. 1927 yılında, Eugen Fischer başkanlığındaki Rockefeller Vakfı, Berlin’deki Kaise Wilhelm Antropoloji, İnsan Kalıtımı ve Öjenik Enstitüsü’nün kuruluşu için maddi yardım sağladı. Böylece, 1934 yılında devlet eliyle başlayacak olan öjenik çalışmalarının temeli atılmış oldu. Adolf Hitler, cezaevi yıllarında Fischer’in insan kalıtımı üzerine yazdığı bazı kitapları okudu ve bu kitapları, öjenik politikasına ilham kaynağı olarak kullandı.
Nazi Almanyası’nın 1934 yılı itibariyle öjenik için gerçekleştirdiği propaganda çalışmalarında sıkça Yahudiliğin uyumsuz ve sağlıksız bir etnik kimlik olduğuna vurgu yapılıyordu. Yahudilerin ve Romanların zihinsel bozukluklara, hastalıklara ve suça yatkın olduğuna yönelik iddialar ön plana çıkarılıyordu. Kısırlaştırma kararı ile Yahudiler ve Romanlar öncelikli olmak üzere yüz binlerce Alman vatandaşı çocuk sahibi olma haklarından mahrum bırakılmıştı. 1935 yılında Heidelberg Üniversitesi’nin çalışmalarına dayanarak, “uyumsuz” olduğu gerekçesiyle Yahudiler ve Aryanlar (arı Alman ırkı) arasındaki evlilikler yasaklandı. ABD’de öjenik konusunda ünlenmiş kimi bilim insanları ise, bu pratiklerden övgüyle bahsetmişlerdir.
1939 yılında Adolf Hitler’in emriyle Aktion T4 kararı uygulamaya konuldu. Bu karara göre, zihinsel engelliler, hastalar ve kamplarda yaşan insanlar üzerinde deney yapan doktorlara, ötanazi gerçekleştirme hakkı tanınıyordu. Aktion T4 ile sakat doğan bebekler ve engelli küçük çocuklar ebeveyn rızasıyla, insan deneylerinde kobay olarak kullanılanlar ve kamplarda yaşayan kişiler de gerektiğinde zorunlu ötanazi ile öldürülebiliyordu. 6 ayrı şehirde ötanazi merkezlerinde ve kamplarda zorunlu ötanaziler gerçekleştiriliyordu. 1939 yılından 1945 yılına dek milyonlarca Yahudi, Roman, eşcinsel, muhalif, yaşlı ve engellinin ölümüne sebep olan soykırımın temel kaynaklarından biri bu yasa olmuştur.
Nazi Almanyası’nın savaşı kaybetmesinin ve Nuremberg Mahkemesi’nde Nazi doktorlarının yargılanmasının ardından soykırıma zemin hazırlayan öjenik politikalarına karşı tüm dünyada tepki uyanmaya başladı. 1945 yılında UNESCO, ırkçılığı körükleyen tüm politikaları, antropoloji, sosyoloji ve genetik çalışmalarını kınayan ve ırk kavramının yeniden değerlendirmesini öngören The Race Question adındaki raporu yayınladı. 2. Dünya Savaşı gibi faciaların yaşanmaması için insan haklarını ve özgürlüklerini garanti altına almak amacıyla sivil toplum dernekleri ve devletler tarafından çalışmalar yürütüldü. Tüm Batı’da hâkim olmuş ve milyonlarca insanın hayatına mâl olmuş öjenik pratikleri, bugün hâlâ bir Nazi politikası olarak görülse de tüm Batı dünyasının öjenik politikaları konusunda sorumlu olduğu gerçeği ne yazık ki hâlâ gün yüzüne çıkarılmıyor.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
“Eugenic Sterilization Laws” in the US.
American Eugenics Movement. Retrieved from http://www.eugenicsarchive.org/eugenics/list2.pl
Galton, Francis (July 1904). “Eugenics: Its Definition, Scope, and Aims”. The American Journal of Sociology.
http://www.eugenicsarchive.org/html/eugenics/essay8text.html
The Race Question (1950). http://unesdoc.unesco.org/images/0012/001282/128291eo.pdf