İkinci Dünya Savaşı’nın Almanya’dan sonra en çok çöküşe neden olduğu ülkelerin başında Polonya gelir. Yahudi soykırımında nüfusunun önemli bir kısmını kaybetmiş olması, Varşova ve diğer büyük kentlerin harabeye dönmesi gibi olaylar ülkede maddi ve manevi anlamda büyük sıkıntılara neden olmuştu. Savaş sonrası sosyalist bir ülke olarak yoluna devam eden Polonya bir yandan yaralarını sarmaya çalışırken, bir yandan da sosyalizme geçiş ile uğraşıyordu, fakat bu geçiş sürekli yeni sancılar doğurdu ve en sonunda sosyalist düzeni yıkarak Polonya’da bir karşı devrime neden oldu. Solidarność, ya da Türkçesi ile “Dayanışma Hareketi” bu sancıların en büyüğü ve sosyalist düzeni yıkan karşı devrim hareketi olarak tarih sayfalarında yerini aldı.
1970’li yıllarda Polonya da diğer Doğu Avrupa devletleri gibi sosyalizmin reform kısımlarıyla uğraşmakta fakat başarılı olamamaktadır. Edward Gierek hükümetinin tüketim politikaları beklenenin tersi bir etkiyi yapar ve bir süre sonra hükümet zaruri ürünlerin fiyatını arttırmak zorunda kalır. Ayrıca bu politikalara karşı yapılan protestoların da sert bir şekilde bastırılması, hükümet karşıtı bir hareketin doğmasına neden olur. Bu noktada sadece Polonya değil, belki de dünya tarihini değiştiren bir gelişme yaşanır; 1980 yılında Karol Wojtyła II.John Paul adıyla Vatikan’da Papa olarak seçilir. Kendisinin insan haklarına, birlik ve beraberliğe vurgu yapan konuşmaları ve Solidarność’un varlığını dini bir arka plana bağlaması harekete daha fazla güç kazandırır. Aynı yılın Ağustos ayında Lech Walesa önderliğindeki hareket grev hakkı elde eder, hatta bununla yetinmez ve hükümetin kilise ile ters düşmek istememesinden faydalanarak radyoda Pazar ayinleri yayını yapma konusunda da başarılı olurlar.
1981 yılında harekete destek veren 10 milyon insan vardır Polonya’da (Aynı dönemde Polonya’nın nüfusu 36 milyon civarlarındadır). Hareketin gücünün doruk notkasına varması ve komünist hükümetin desteğini büyük oranda kaybetmesi SSCB’yi harekete geçirir. Sovyetlerin desteğini alan General Jaruzelski 13 Aralık 1981 günü sıkıyönetim ilan ederek yönetimi devralır. 2 yıla yakın bir süre devlet kendi halkıyla adeta savaşır Polonya’da. 8 yıl boyunca yasaklara rağmen hareketin desteği azalmak bir yana artar sürekli. 1984 yılında Peder Jerzy Popiełuszko’nun kaçırılıp öldürülmesi Solidarność için dönüm noktalarından biri olur. Halkının tamamına yakını Katolik olan Polonya’da kilise hareketin en büyük destekçilerindendir. Papazların , dini önderlerin özgürlük konulu konuşmaları harekete büyük destek kazandırmaktadır. Bu yüzden kilisenin bu bağlamdaki her hareketi, kilisedeki her gelişme Solidarność’un kaderini de bir şekilde etkilemektedir. 2010 yılında Katolik Kilisesi tarafından “şehit” ilan edilen Popiełuszko hareketin ve Polonyalıların bağımsızlık düşüncesinin sembolü olur bu şekilde.
Solidarność’un gücü tüm askeri müdahalelere ve yasaklara rağmen bastırılamaz haldedir. Sonunda askeri yönetim de karşı koyamayarak dize gelir,. 1989 yılında seçimler yapılır; meclis’te 151/460, senato’da ise 99/100 üye çıkarır Solidarność. Solidarność ağırlıklı bir hükümet kurulur, Polonya İşçi Partisi’nin varlığına son verilerek Komünist rejim Polonya tarihinin sayfalarına gönderilir ve ülke Polonya Halk Cumhuriyeti’nden Polonya Cumhuriyeti’ne geçer. Böylece Brejnev Doktrini çökmüş (SSCB de kaçınılmaz sona büyük bir adımla yaklaşmış), SSCB’nin askeri müdahalesi Polonya’da büyük bir başarısızlığa uğramıştır.
Solidarność devraldığı ülke yönetiminde başarılı olamayıp sonraki seçimlerde yerini eski dönemin komünisti, yeni dönemin sosyal demokratı olan siyasi gruplara bırakır. Bütün bunlara rağmen Solidarność’un Soğuk Savaş döneminin en önemli hareketlerinden biri olarak tarih sayfalarında yer almıştır. Komünizm ideolojisinin en büyük korkusu olan “karşı devrim” kavramının içini dolduran Solidarność hala sadece Polonya’nın değil, SSCB’nin ve Avrupa’daki diğer sosyalist devletlerin de çöküşlerini ivmelendiren bir hareket olarak kabul edilir.
Kaynakça:
http://www.theguardian.com/commentisfree/belief/2011/dec/16/church-occupy-lsx-solidarnosc