Makedonya’daydı Özal. Adına düzenlenmiş davetteki yerini almış, hoş bir sohbet ortamının tadını çıkarıyordu. Birkaç dakika sonra kulağına biri eğildi : “Bitlis Paşa’nın uçağı düşmüş.”
Özal: “Memleketimiz değerli bir evladını kaybetmiştir.”
“Allah devlete millete zeval vermesin.” Bu söz Bitlis ailesinin evinde sıkça tekrarlanırdı. Ta ki 17 Şubat gününe kadar. Saat 12.19’da hangardan çıkış yapıp havalanan uçak, 3-4 dakika sonra Esenboğa ile iletişime geçip iniş izni istiyor. Müteakibinde ise radardan kayboluyordu. Uçağın enkazı ise Yenimahalle PTT Genel Müdürlüğü binasının arka tarafında bulunacaktı.
’90-92 yılları arası Türkiye’de terörün müthiş bir hız kazandığı yıllardı. Kanlı ’92 Nevruz’u 100’den fazla kişinin ölümüne sebep olmuş, yine Bitlis döneminde 991 güvenlik görevlisi şehit düşmüş, 2074 kişi ise yaralanmıştı. Ağustos 92’de Özal’a sunduğu raporda PKK ile mücadelenin ehemmiyetine değinen bu cesur Paşa, Ekim ayında büyük çaplı bir temizlik operasyonunu da yönetecekti. Planın adı ‘Kod adı: Kale’. Kuzey Irak’ın iki lideri Barzani ve Talabani’yi aynı masada buluşturabilen Bitlis, Kuzey Irak sınırında kurulacak 67 karakol için de izni almış ve uygulamaya koymayı bekliyordu. Fakat Bitlis’in asıl derdi savaş değildi.
“Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır.” Diyerek Kürt halkının kazanılması için barışçıl adımlar atıyor, komutanların her hafta sonu mutlaka aileleri yemekli ortamlarda ağırlamasını istiyordu.
Karşısında ise büyük bir problem vardı: Çekiç Güç. Sözde korumacı politikası ile 36. Paralelin kuzeyine barış ve huzuru getiren bu kuvvetler, torbalar ile PKK’ya yardım sağlıyordu. Bu konuyu raporunda Özal’a sunan Bitlis’e yanıt olarak ise ABD şu yanıtı veriyordu: “İnsani bir yardımdı. Biz onları mülteci sandık.”
İşte böyle çetrefilli bir yolda savaşan Jandarma Genel Komutanı sessizce veda ediyordu milletine. Kazanın üzerinden daha 24 saat bile geçmemişken Genelkurmay açıklamasını yapıyor “… yoğun buzlanma şartları sonucu motorlarda buzlanma ve bu nedenle aşırı sarsıntı…” diyerek olayın yalnızca kazadan ibaret olduğu vurgusunu yapıyordu. İkinci pilot Tuğrul Sezginler’in ablası Saime Hanım ise Meteorolojiye başvurup rapor istiyordu. Resmi kanallar havanın -2 derece olduğunu belirtmişti. Fakat ilginç olan ise oradaki bir uzmanın sözleriydi:” Buzlanma şartları yoktu o saatte. Biz bu işin uzmanıyız…Siz bunun altında başka şeyler araştırın.” Kaza günü hazırlanan “Anket Heyeti Müşterek Kanaat Raporu” da takriben 10.30’dan itibaren dışarıdaki hava sıcaklığının artmasından dolayı karlar erimeye başlamıştır, bu nedenlerle uçağın yerde buzlanma şartları altında olmadığı kıymetlendirilmiştir cümlesini barındırıyordu. Bu iddiayı uçak firmasından (Beechcraft ) gelen teftişçi John Ward ve ekibinin hazırladığı raporda destekliyordu.
Ancak bütün bu iddialara rağmen hazırlanan 3. Raporda (K.K.K. Kaza Kırım ve Uçuş Emniyet Kurulu) olayın %40 buzlanma ve diğer faktörler olduğunu söylüyordu. Bu kez de hata pilotlara çıkarılmış ve %60 pilotaj faktörü yüzünden kaza meydana gelmiştir deniyordu.
Peki, Aralık 1991’de uçağı İzlanda üzerinden -30 derece sıcaklıkta ülkemize getiren birinci pilot Yaşar Erian mıydı hatalı olan? ‘Flight Safety’ uçuş merkezinde B200 eğitimini tamamlayan, 1984 yılından bu yana da toplam 3220 saatlik uçuş tecrübesi bulunan Erian mıydı uçağı düşüren? Yoksa düşen uçağın (Beechcraft Super King Air B200) kullanma kılavuzunu Türkçe’ye çeviren ve öğretmen pilot olan ikinci pilot Tuğrul Sezginler miydi suçlanması gereken? 1987’den beri gökyüzünde dalgalanan Sezginler miydi? Günah keçisi ilan edilmesi gereken birileri vardı ve meçhul tarih kitabımız onların isimleri ile doldurulmuştu. Peki, tarihin affetmeyeceği isimler kimler miydi?
-Arkası yarın-