5 senedir hiç konuşmamıştı Fatma Kadın. Kendimi bildim bileli kalın kaşlarının altındaki gözlerinden sevinç ışığı hiç geçmemişti. Ama o gün daha bir başkaydı sanki. Elindeki o titremeyi hiç unutamadım. Nasıl unuturum hem… Saçlarımın arasında gezinen o el, ömrüm boyunca hissedemediğim şefkatten daha fazlasını vermişti bana. Vatan sağolsun! dedi arkasına dönmeden önce…
Savaş başlayalı bir yıl olmuştu galiba. Hesap kitap bilmem ki ben, hepi topu bir sene mektebe gitmiştim zaten. Yazmam pek yok ama okuyorum az çok. İlim öğrenemedik işin özü ama bir şeyi çok iyi biliriz; Vatanın her karış toprağı bize helaldir, ecnebiye değil!
İşte bundandır askere yazılışım. 17’me bastım. Yaşımın küçük olduğuna bakmayın, bileğim kuvvetlidir evvelallah! Nişan da alırım, süngü muharebesine de çıkarım. Ben Türk oğluyum!
Talimlerin bitmesine müteakip Çanakkale’ye yolladılar beni. Genç bir zabit var başımızda; kumral, kısa boylu ama göğsü dik, ileri bakıyor sürekli. Hiç güldüğünü görmedik Cemal ağabeyle. Cemal ağabeyle de burada tanıştım. Nasırlı elleri, yorgun gözleriyle karşıladı beni ilk gün. Mihmandar seçilmişti silah altına alınan erleri giydirmek adına. Neredensin dedi:
-Darkale. Bilir misin?
Cevap vermedi. İşinin piri bir asker. Zabitler ona hayalet diyor. Gecenin karanlığında girmediği düşman mevzisi kalmamış bugüne dek. Her defasında da gururla anlatıyor maceralarını. Zaten gitmediği savaş da kalmamış mübareğin; Trablusgarp, Balkan, şimdi de Cihan Harbi. “Harp başka” diyor; “Katlanması zordur.”
[box_light]Nisan 1915[/box_light]
Artık burası cehennem gibi. Rahmet misali top mermisi yağıyor tepemize. Siperler cansız bedenler furyası… Dün hepimizden vasiyetler toplandı. Ben de künyemi yolladım anama, ha bir de zeytin dalını. Bizim oralarda çoktur zeytin, kokusunu çekmek bile yeter adama. Ben de olur da cepheden dönemez kalırsam diye bir dalını kopardıydım. Şimdi anama yolluyorum. Allah nasip eder de kanımla sulanırsa bu toprak, o dalı yeşertir kimsenin ayak basmadığı bir yerde, büyür ağaç olur verir meyvesini…
[box_light]Mayıs 1915[/box_light]
Bugün de şehadet mertebesine varamadım. Düşman çelik zırhlarının arkasından kalleşçe saldırmaya devam ediyor. Erzağımız az. İki gündür ekmek dahi yemedim. Ama biliyorum, vatanım kurtulunca anamın yanına gideceğim. Bizim bahçenin alt tarafındaki taş fırında, o bereket kokan ekmeğinden yapacak bana. İlk lokmanın sıcaklığını hissedeceğim, öpeceğim ellerinden o mübarek kadının.
Ayın 14’ü bugün. Felak ve Nas okuyorum ana. Hatırlar mısın, köyün imamı Hasan amca kızmıştı hani okuyamadım diye? Bir ayda ezberleyememiştim şu iki duayı. Ama biliyordum. Çocukluğun verdiği haylazlıktan ibaretti sadece o. Şimdi dudağımın arasından dökülen bu dualarla hazırlanıyorum ölmeye. Yanımda Cemal ağabey var. Taarruza geçmemize çok az kaldı. Ön siperler her saniye eriyor. Aman Allah’ım! Sanki sürü halinde ölüme gidiyor Mehmetçik’ler. Siperlerimiz düşmana geçerse biteriz. Artık benim sıram da geliyor. Cemal ağabeyle son kez göz göze geliyoruz siperde. Konuşmaya başlıyor son kez. Söyledikleri hala o anki gibi kulaklarımda:
“Ben de Darkale köyündenim” diyor. Darkaleli Cemal’im ben. Bir sevdiğim var, adı Fatma bekler beni. Ama kısmet olmadı. Bugün ölüme gidiyorum, Fatma’m artık Allah’a emanet. Olur da buradan sağ çıkarsan bunu ona götür diyor. Bir mendil veriyor ellerime. İçinde iki tel saç var, iki tel saç… Beş yıl boyunca koynunda sakladığı iki tel saç. Fatma’sının saçı. Fatma kadının saçı… Ve kelime-i şehadet getiriyor…
Darkaleli Cemal artık ölüme koşuyor. Başı dik. Destansı adımları var. Tam 15 kurşun çıkıyor vücudundan. Ve Çanakkale’nin bir sırtından veda ediyor Fatma’sına. Vedası bulut, kendisi şehit oluyor. Cemal, Darkaleli Cemal…
Ve ben…
Ben, bu yiğidin mertebesine ulaşamamanın verdiği utançla yaşıyorum yıllardır. Onun gittiği yolda ayaklarıma yağan kurşunlar keşke kalbime saplansaydı diyorum. Yürümem çok dert değil ama keşke canımı da verseydim diyorum.
Ben kim miyim? Ben Ali, Ahmet belki de Mehmet’im…
Bombasırtı’ndaki Cemal’in geride bıraktığı bir neferden başka bir şey değilim ben…
Cemal ise tarih sayfalarında yer almayan bir soğukkanlılıkla ölüme koşan bir şehit.
Türk askerindeki emsali görülmemiş bu ruh, büyük komutanın da dediği gibi; “Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran ruhtur.” Her ne kadar beni burada bir başıma bıraksalar da, onların arşa yükselmiş ruhları beni selamlıyor.
Ruhun şad olsun Cemal ağabey, ruhun şad olsun Mehmedoğlu İsmail, ruhun şad olsun Hüseyinoğlu Hasan…
Ruhunuz şad olsun Çanakkale kahramanları!