Kabaca, sosyal bir varlık olarak tanımlanmış insanın bireyselleşmesinin toplumla mümkün olduğu, temel bir kabuldür kuşkusuz. Topluluk ya da en azından topluluk teşkil edebilecek bir insan grubu bireyin salt bireyselleşmesine değil insanlaşmasına da katkı sağlar. Zira evrimsel açıdan insanın insanlaşmasındaki en belirgin üç yetisi (ya da diğer primatlardan onu sıyıran) sosyal davranış geliştirebilmesi, soyutlama ve kurduğu sosyal iletişimdir. Bu üç nitelik de ancak toplumla yani insanla var olabilir.

İşte bu noktada varlığı insana bağlı insanın, ruhsal çöküşüne hız kazandırmak, onu bir birey olarak hiçe saymak ve bütün bunların nihayetinde bireylere -devlet için düşman halini almış- uzun süreli ve kalıcı bir işkenceyi yerleştirmek için tasarlanmıştı F tipleri.

Türk infaz sisteminde F tipi diye anılan genelleştirilmiş duyusal ve sosyal tecrit modeline dayanan bu yapılar Türkiye’de düzenlendiği biçimiyle genellikle devlete karşı işlenen suçlar ve/veya organize suçlardan dolayı tutuklu ya da hükümlü bulunan mahpuslara verilir(di).

[box_light]Fiziki Koşullar[/box_light]

Bir ve ya üç kişi için tasarlanan bu hücreler tek kişiliklerde 1.5 m²’lik tuvalet ve duş bölümü dahil yaklaşık 11 m²’dir. Kendine ait havalandırması bulunur. Üç kişilik hücreler ise çift katlı olarak 25mtasarlanmıştır. Burada alt katta bir masa, üç sandalye, mutfak bankosu ve dolaplar bulunmaktadır. Ayrıca tuvalet ve duş burada ayrı bir bölümde bulunmaktadır. Bu bölümün bir tarafı bir koridora diğer tarafı ise yaklaşık 50 m² boyutunda yüksek duvarlı beton bir havalandırmaya açılmaktadır. Bu havalandırma 8 metre yüksekliğindedir.

Ülkedeki tüm cezaevlerinde uygulanan ortak plandan.

Ülkedeki tüm cezaevlerinde uygulanan ortak plandan.

Kısa cümlelerle tane tane yazıldığında makul görünen bu kurumları, içlerinde senelerini geçiren ve çoklukla pencereden takip etmeye çalışıp başarısız kaldıklarından zaman kavramını kaybeden, yani bu seneleri hesaplayamayan tutuklulara sorduğumuzda aldığımız tarif ise tecritin işkencede vardığı boyutları anlatmaya yetiyor.

“ F tiplerinde mekan öyle dar, sizi çevreleyen duvarlar öylesine yüksektir ki mesafe duygunuz zamanla körelir. Hücrenizin ‘eni’ yoktur zaten. Kapıdan hemen girişteki tuvalet bölümünün çıkıntısı, ikisi de betona sabitlenmiş yatak ve ayakucundaki iki gözlü metal bir elbise dolabından geriye boşluk kalmaz.”

“Boyu ise adımlarınızı biraz küçük atarsanız maksimum beş adımdır. Dolabın bitimine denk gelen pencereniz tam açılmaz. O yüzden eğer havalandırmaya da çıkarılmıyorsanız, gökyüzünü o pencereden bakarak göremezsiniz. Pencerenin tam açılamayışı dışında ‘havalandırma’ duvarlarının yüksekliği engel olur buna.”

“Havalandırma denilen o kuyuya çıktığınızda bile gökyüzünü görebilmek için başınızı iyice geriye atıp adeta sırtınıza değdirmeniz gerekir.”

F tiplerinde geceyi-gündüzü, mevsimlerin dönümünü bile ancak kaba çizgileriyle algılayabilirsiniz. Bunlar arasındaki geçişlerin kendine özgü çizgilerini ve güzelliklerini duyumsamak, tümüyle sizin hayal gücünüze ve anılarınıza kalmıştır.

Benzer bir körleşmeyi koku duyunuz yaşar. F tiplerinde çiçeğin, toprağın, yağmurun kokusuna bile hasret kalırsınız. Bunlarla ilişkilerinizi tümden keserler çünkü. O kalın betonları delerek başını uzatan yaban otlarına dahi tahammül gösterilmez.”[1]

[box_light]Etkileri[/box_light]

Görme ve koku duyularında ortaya çıkan fiziksel sorunlar dışında, konuşmada da fiziksel veya psikolojik temelli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Sürekli bir sessizliğe maruz kalan tutukluların çıktıklarında konuşma bozukluğu çekmesi yahut da hücrede kafasının içindeki bir sesle konuşup, bu sesi başka bir insan sanması bu bozukluklara örnektir. Almanya’da bir avukatın müvekkilini gözlemleyişinin ardından ortaya çıkan bir başka gerçeklik ise saatsiz ve tarihsiz yaşamaya alışan bedenin kendi biyolojik saatini yaratmasıdır. Saat 5 sularında müvekkili ile yaptıkları çalışmalarda, müvekkilinin titremeye başladığını ve bunun sürekli bir eylem olduğunu fark eden avukat çok yaygın bir gerçek gözüne çarptığında müvekkilinin bedeninin saatleştiğini anlıyor: gardiyanların mesaisi 5 de biter. Bir başka bozukluksa kısa sürede oryantasyon bozukluğuna sebep olmasıdır. M.Bekaroğlu’nun bir hücreye inceleme için heyet ile birlikte girmesinin ardından verdiği ifade de buna keskin bir örnektir. [2]

f-tipi-52D0-9BE4-823C

Bir insanın başka bir insan için tasarlayamayacağı kadar korkunç olan bu yapılar neden erklerin nezdinde bir vazgeçilmezdir peki?

[box_light]Temel Sebepler[/box_light]

Belirttiğimiz gibi insanın insanlaşma ve tabi var olma süreci toplum ile mümkündür ve toplumdan izole edilen bireyler bireyliklerini ya da en başından kişiliklerini kaybedeceklerdir. Hamburg üniversitesinde yapılan tecrite yönelik bu deneylerde, kişiliğini kaybeden bireylere dışarıdan bir kişilik verilmesinin kolay olduğu tespit edilmiştir. Bir başka gerekçe ise kendine muhalif kitleleri, kendi işini yapamayan hatta konuşamayan bireyler haline getirerek, topluma gözdağı vermek ya da yorgun mahkumu yılmış bir savaşçıya dönüştürmektir bütün bir toplumun belleğinde. Bir diğer ifade ise tek başınıza iken başınıza geleceklere kimsenin tanık olamayışıdır. Bir gecede imha edilebileceğiniz ve ertesi güne haberlerde intihar ettiğinize dair haberlere tanık olunabileceği ihtimalidir. Nitekim hücrelerde intihar ettiği iddia edilen tutuklu sayıları bu ihtimali kanıtlama eğilimdedir.[3]  Türkiye Cumhuriyetinin gerekçe olarak gösterdiği nokta da yine kabul edilen bir noktadır: örgütlenme. Siyasi yapılanmaların militanları kendi iç disiplinlerini koğuş sisteminde sürdürmekte ve bilinçlenme dönemlerini burada da yaşatmaktaydılar. Oysa havalandırmada dahi tek kişi ve ya aynı üç kişiyi içeren hücre sistemi  bu devamlılığı kesmektedir.

” İnsan ancak insanla var olur. Tecrit insandan yalıtmaktır; sesi, kokuyu, gülüşü, paylaşımı, deneyim alışverişini, öğrenme/öğretme imkanını zincirlemektir. Emeği ve kolektif yaratıcılığı, birbirinden beslenmeyi kesme çabasıdır. Yaşamı, mekandan koparmaktır. Zamanı ve hayallerimizi teslim alma gayretidir. Hayatı anlam oluşturan iç bütünlüğünden soyunmaya zorlamak, kişiye adımını attığı ezici ve tüketici bir mekanda – farklı bir evreyi yaşamaya başladığı noktada – sabitlenmeyi dayatmaktır.” [4]

aclikgrevi-fe10-1b98-e94d

Almanya ve Amerika’da bir insanın iki insanın yahut üç insanın seste, insandan, hayattan zamandan izole bir şekilde yaşaması üzerine yapılan deneyler ile tasarlanan bu yapılar, bazı Avrupalı tutuklularca Engizisyondan kalma bir geleneğin modernleştirilmiş halidir. Türkiye’de ise basit uygulamalarına karşın tam karşılığını, 12 eylül ile Özel tim cezaevlerinde bulur. Tutukluların mücadelesi ile şiddetini düşürüp gevşese de 1991’de terörle mücadele kanununun 6. Maddesi uyarınca resmileşir.  Kaydedilmiş etkilerine ve devletin amacına,12 Eylül’ün diğer meşhur işkenceleri ile kıyaslanamayacak bir hızla ret cevabı verilmiş ama yasanın ve inşaatın önüne geçmek ve toplumda kamuoyu yaratmak için elde kalan son çareye başvurulmuştur: ölüm oruçları.

 

[box_light]96 Ölüm Oruçları[/box_light]

96 ölüm oruçları sonucu yitirilen 12 kişi.

96 ölüm oruçları sonucu yitirilen 12 kişi.

Yasaya yönelik ilk kesin yanıttır. 69 gün süren eylem önce açlık grevi ardından ölüm orucuna kendini çevirmiş ve bu 69 günün sonunda 12 ölüm ile zafer kazanılmıştır. Büyük bir katılımla ve kararlılıkla yürütülen eylemin en büyük destekçileri tutuklu yakınlarıdır kuşkusuz. Burada başlayan siyasi hayatları ile anneler –gerek TAYAD’lı anneler diyelim ya da ucu ucuna eklenen cumartesi anneleri- doğurmanın bilgisini meydanlara taşırken sertleşiyor ve siyasi bir dili kendi dillerine doluyorlardı. Yaratılan kamuoyu, Zülfi Livaneli, Yaşar Kemal, Oral Çalışlar Mukadder Başeğmez, Eşber Yağmurdereli’nin Bayrampaşa cezaevindeki mahkumlarla görüşmesi, Adalet ve İçişleri Bakanlığı’nın tutukluların taleplerini yerine getirip getirmediğini denetleme hakkını aydınlara vermişti. Şevket Kazan’ın ifadesine göre Mevlid kandili vesilesiyle iş tatlıya bağlanmış oruçlar bozulmuştu.

[box_light]2000 Ölüm Oruçları[/box_light]

Geçirilen üç yılda F tiplerine yönelik devletin talepleri sadece hasıraltı edilmiş ve devlet her bir cezaevi için 6 milyon dolar harcamaya devam etmiştir. Gerilen sürece ilişkin uzun uzadıya bir kronolojik açıklamaya yer veremesek de bu açıklamayı ( 1996’dan 2005’e) kaynakta belirttiğimiz kitaptan bulabilirsiniz [5] sonuç olarak üç yıl süren bekleyişin ardından 20 Ekim 2000 tarihinde DHKP-C tutukluları hücre sistemine karşı açlık grevi başlattıklarını bildirdi. Eylemin 50. Gününde PKK, TİKP, TKP-ML, YİKKO, TKİP, TFKP, MLKP, THKPC ve Ekim gibi örgütlerin katılımı ile 24 cezaevine yayılmış grev kendini çoktan ölüm orucuna çevirmişti. Araya aydınlardan oluşan heyet tekrardan girse de “devletin şefkatli ellerinin” direnişte ölen mahkumlara uzanmasını engelleyememiştir.

 

NOT: Bu bir yazı dizisi olup F tiplerine tepkiyi dillendirmek üzere basitçe değindiğimiz ölüm oruçlarının sonuçları ve hayata dönüş operasyonu ile konu aktarılmaya devam edecektir.

KAYNAKÇA:

1- Selim AÇAN ile röportajdan-   http://bianet.org/bianet/insan-haklari/142906-fosfor-iceren-bombalar-kullandilar

2 ve 3-  tüm deney ve ifadeler için- http://www.dailymotion.com/video/xku9hi_sessiz-olum-f-tipi-cezaevleri-cd1-belgesel_shortfilms

4- oya açan ile röportajdan-http://bianet.org/biamag/insan-haklari/142829-f-tipi-hapis-icinde-hapislik

5- E. Temelkuran- Ne Anlatayım Ben Sana! Everest Yayınları sf: 199-259

http://bianet.org/konu/hayata-donus-operasyonu

Leave a Reply