Bir önceki yazıda 1934 Pogromu’nu ele alırken, bunun bir son olmadığını hatta gayr-ı Müslimlerin Türkiye’de yeni kurulan sistemdeki hazin hikayelerine acı bir giriş olduğundan bahsetmiştim. Bu doğrultuda, bu yazıda da gayr-ı Müslimlere yönelen bir başka hareket olarak tanımlanabilecek olan 1942 yılında kanunlaşan Varlık Vergisi’nden bahsedeceğim.
20. yılını doldurmakta olan Cumhuriyet, 1940’lara gelindiğinde birçok farklı problemlerle uğraşıyor, II. Dünya Savaşı ve savaşın etkisiyle uygulanan ekonomik tedbirler sadece gayr-ı Müslimleri değil bütün Türkiye’yi etkisi altına alıyordu. Her ne kadar II. Dünya Savaşı’nda uzun bir süre taraflardan biri olmasa da Türkiye her şeye hazırlıklı olmak adına bir dizi askeri ve ekonomik önlem almıştı. Bu önlemlerden bir tanesi de yukarıda bahsettiğim gibi 1942 yılında uygulamaya konulan Varlık Vergisi’ydi. Diğer bir yandan da 1934 yılından 1942’ye gelindiğinde Türkiye’deki gayr-ı Müslimler arasındaki tedirginlik azalmamış, aksine giderek artmıştı.
Bu yazıda Varlık Vergisi’ni savaş şartlarının hakim olduğu bir ülkede alınan bir dizi ekonomik tedbirden ziyade Türk milliyetçiliğinin vücut bulduğu başka bir uygulama olarak ele alacağım. Bu noktada, Türk milliyetçiliğinin kökenlerinde yatan “milli burjuvazi” yaratma hayalinden de bahsetmenin faydalı olacağına inanıyorum. Ulus devlet yapısının ekonomik boyutlarından en önemli noktalarından birisi de ekonomiyi milli burjuvazinin temeli üzerine inşa etmektir. Ancak 20. Yüzyıl’ın başlarında ve 1942’ye kadar Türkiye’ye bakıldığında ekonomik aktivitelerin birçoğu gayr-ı Müslimlerin kontrolünün altında olduğunu görüyoruz. Arsalar, binalar, fabrika ve büyük çiftliklerin sahipleri olan gayr-ı Müslimlerin ellerinde bulunan mülkleri “milli olana” geçirmek adına böyle bir vergi konulduğunu söylemek, 1942 yılında milliyetçiliğin ne şekilde tezahür ettiğini anlamamızı kolaylaştıracaktır.
1942 yılının ortalarında –daha kanun tasarısı ortada bile yokken– sonunda Varlık Vergisi’nin kanunlaşmasına varan süreci hızlandıracak birkaç gelişmenin yaşandığından da bahsetmek pek tabi mümkün. Bunlardan bir tanesi de özellikle yaz aylarında gazete ve dergilerde çıkan ve gayr-ı Müslimleri hedef alan (özellikle de Yahudileri) yazılardır. Bu yazılar genellikle ekonominin kötü gidişatını Yahudilere –dolayısıyla gayr-ı Müslimler’e– bağlamış ve suçu onlarda bulmuştur. Bu tarz yazılar ve karikatürlerin gazetelere yayılması ile birlikte tıpkı 1934 yılında olduğu gibi halk içerisinde giderek artan bir tepki ortaya çıkmaya başlamıştır.
Şükrü Saraçoğlu’nun da dediği gibi oldu ve Varlık Vergisi bütün şiddetiyle uygulamaya konulduğu andan itibaren özellikle gayr-ı Müslimlerin üzerine yıkılan yüksek vergiler dayanılmaz boyutlardaydı. Birçok anlatıya göre gayr-ı Müslimlerin kazandıklarının iki hatta üç katı kadar vergi isteniyor, ödeyemeyenler içinse ayrıca tedbirler uygulanıyordu. Vergi mükelleflerinin gerekli ödemeleri iki hafta içerisinde yapmaları bekleniyor, yapmadıkları takdirde mallarına haciz konuluyor ve icra yoluyla satışa çıkarılıyordu. İcra yoluyla mülkleri satıldıktan sonra borçları hala kapanmıyorsa, borçlarını ödeyene kadar “memleketin herhangi bir yerinde bedeni kabiliyetlerine göre askeri mahiyeti olmayan umumi görevlerde veya belediye hizmetlerinde” çalıştırılmaları öngörülüyordu. Bu öngörü de Erzurum Aşkale’de gerçeğe dönüyordu. Kanunun yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra sayısı binleri bulan gayr-ı Müslimler Erzurum Aşkale’ye adeta toplama kamplarına götürülüyordu. Burada “bedeni kabiliyetlerine göre” çalıştırılıyorlardı.
Bu olaylar ışığında da aslında Varlık Vergisi’nin sonuçlarını tahmin etmek için de alim olmaya gerek yok diye düşünüyorum. 1942 yılında kabul edilen kanun çok uzun ömürlü olmasa da tıpkı gayr-ı Müslimleri hedef alan önceki olaylar gibi sonuçları Türkiye’de yaşayan gayr-ı Müslimler adına çok ağır olmuştu. Özellikle İstanbul’da yaşayan ve burada mülk sahibi olan birçok gayr-ı Müslim vatandaşlar ağır vergi koşullarını karşılayamamış çözümü mülklerini satmakta bulmuşlardı. Mülklerini satma fırsatı bulamayanların malları ise haczedilmiş ve icra yoluyla satışa çıkarılmıştı. Bu olaylar sonucunda tam da yazının başında bahsettiğim gibi ekonomik kontrol ve güç gayr-ı Müslimlerin elinden arzulandığı gibi “milli olan”a geçmiştir. Bunun yanı sıra, yine bir çok gayr-ı Müslim çareyi Türkiye’yi terk etmekte bulmuştur.
Cumhuriyetin bu ilk 20 yılında yaşanan olaylar silsilesinin sonucunda Türkiye’deki gayr-ı Müslim nüfusu giderek azalmakla kalmamış, aynı zamanda ekonomik ve manevi yönden de büyük zarara uğramışlardır. Ancak yine ne yazık ki Türkiye’de gayr-ı Müslimlerin hazin hikayesi 1942 yılında da son bulmamış ve yaklaşık 10 yıl sonra yeni bir tehdit ile karşı karşıya kalmışlardır.
[box_light]KAYNAKÇA[/box_light]
- Corry Guttstadt, Turkey, the Jews and the Holocaust
- Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları
- Resmi Gazete, 12.11.1942
- Şükrü Saraçoğlu, Cumhuriyet Gazetesi , 21.01.1943
Bekliyoruz
Yazar yumusak uslubundan kurtulup, yazdiklarinin arkasinda yatan vahseti anlatirken daha sert bir uslup kullanmalidir. Sert uslup akademik bir bicimde de gerceklesebilir. Bu yasananlar zaten cok agirdir ve yazar durumun agirligini ortaya koymalidir. Ornek vermek gerekirse “Toplama kampi ” yerine “Almanya’da soykirima ugrayan yahudilerin gonderildigi toplama kampi” gibi betimlerse bu kadar vahsi olayi daha iyi islemis olur.