Biz açıkça milliyetçiyiz … ve milliyetçilik bizim yegâne birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetine diğer unsurların (etnik toplulukların) hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı (etnik unsurları) kesip atacağız. Ülkeye hizmet edeceklerde her şeyin üstünde aradığımız Türk olmalarıdır.
İsmet İnönü
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kendilerini Orta Asya kökenli Türk ırkına mensup, aynı ülküde birleşmiş imtiyazsız, sınıfsız bir kütle olarak tanımlaması, resmi ideolojinin en büyük uğraşlarından birisi. Bugün kendisini Türk olarak ifade etmeyen insanların ve resmi ideolojiyle aynı ülküde buluşmayan insanların bu millet tanımının dışında kalması tartışılan bir problem. Peki aynı ifadede vücut bulan kendilerini Türk olarak tanımlayan insanlar için ima ettiği Orta Asya kökenli olma iddiası acaba ne kadar doğru?
Şeyh Sait isyanının ertesinde İsmet İnönü‘nün Türk Ocağı kurultayında yaptığı konuşmadan alınan üstteki ifade, birçok etnik kökenden gelen Anadolu ve Rumeli insanları için yeni dönemde makbul olmanın koşulunu açıkça ve dolaysız olarak ifade ediyor: Türk olmak. Milliyetçi bir devlet için gerekli olan milleti yaratma süreci; dil, ırk, kültür, memleket, inanç gibi pek çok farklı kimliğe aynı anda sahip olan insanları hepsinden önde gelen bir üst kimlik kotasında eritmeyi ve bu üst kimlikle uyuşmayan kimlikleri törpüleyen bir süreç olarak, Türkiye’de de dünyadaki benzerlerinden çok da farklı yaşanmadı.
Milliyetçi devletlerde yukarıdan aşağı bir süreç olarak gerçekleşen ulus inşası, insanları kendi kimliklerinden kopararak onları için tasarlanmış bir kimliğe asimile etme sürecidir. Biz ve onlar bazlı düşünmeye yatkın insanlar için aidiyet duydukları yeni bir grup kimliği, “biz”, kimlik olarak sunulur. Doğaları gereği çok katmanlı aidiyet duygusuna sahip insanlar, tek katmanlı bir aidiyete indirgenir. Bu süreç ise önce bir ulusa dayalı bir devlet kurulmasına, ardından bu ulusa dair bir geçmiş üretilmesine ve son aşamada bu geçmişin ve kurgulanan kimliğin kitlelere benimsetilmesine dayanır. Kurgulanan kimlik için ortak bir geçmiş üretme sürecinde ise bu geçmişin gerçek olmasından ziyade işlevsel olması ön plandadır.
Kurulan yeni devletin ürettiği geçmiş ise özetle, Orta Asya’daki Türk kabilelerin büyük devletler kurmuş ve dünyaya medeniyet götürmüş olduklarını, ancak çeşitli nedenlerle Orta Asya’dan göç ettiklerini ve büyük topluluklar halinde Anadolu’ya Türk kimlikleriyle gelerek, bugünkü Anadolu nüfusunu oluşturduklarını ileri sürmekteydi. Kabaca bu şekilde özetlenen Türk Tarih Tezi, 12 bin yıllık geçmişi olan Anadolu coğrafyasının eski sakinlerinin akıbetinin ne olduğuna cevap vermemesi, şehir kültürüyle iç içe geçmiş medenilik kavramının göçebe topluluklar tarafından nasıl dünyaya tanıtıldığının açıklanmaması ve Anadolu’ya gelen toplulukların Türk kimliği taşıyan saf kan topluluklar olduğu iddiası açısından problemli.
Çatalhöyük’teki buluntuların ait olduğu tahmin edilen M.Ö 10.000 senesi ile Anadolu’ya Türklerin giriş tarihi olan 1071 yılı arasında bu topraklarda yaşayan topluluklara ne olduğu sorusuna resmi tarih cevap vermiyor. Ancak her yeni gelen topluluğun diğerini tamamen katlederek silip süpürmediği, bir etnisitenin diğeri arasında eridiği yalnızca Anadolu değil, dünya tarihinde rastlanılan bir durum. Daha kalabalık olan Keltlerin hâkim unsur olan Franklar arasında eriyerek Fransızlaşması ve Amerika yerlilerinin İspanyol egemenliği altında Hispanikleşmesi, Alman ve Japon milletleri dışında tüm etnik unsurların başına geldiği bilinen bir etnik kaynaşmanın örnekleri. Dolayısıyla Çatalhöyük’ten bu yana bu topraklarda yaşamış Hititler, Frigler, Likyalılar, İzoryalılar, Rumlar, Ermeniler ve daha binlercesi, “biz”i oluşturan unsurlardan.
Aynı şekilde Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Oğuzların da etnik olarak saf unsurlar olduklarını söylemek mümkün görünmüyor. Zira asıl adı On Uz olan on tane Uz kabilesinin kurduğu federasyon, İç Asya’da yüzyıllar boyunca Sibirya’dan Çin ve Hindistan’a sayısız etnisiteyle karışmış ve Anadolu’ya gerçekleştirdiği uzun yürüyüşü esnasında da yol üzerinde karşılaştığı birçok unsurla iç içe geçmiş bir topluluk. Kısaca Uzak Asya’dan Anadolu’ya gelenler, ulusal kaygılar taşıyan saf bir etnik topluluk olmadığı gibi, Anadolu’da da yerli halkla iç içe geçmişler, etnik olarak kaynaşmışlar.
Kaliforniya Üniversitesinde antropoloji eğitimini alan İTÜ öğretim üyesi Timuçin Binder‘e göre, genetik araştırmaların ortaya çıkardığı sonuç: Türkiye’de yaşayan insanların 40 bin yıl önce de Türkiye’de yaşamış olması. Binder, gen araştırmalarının Türkiye nüfusunun yüzde 10 ila 15’inin Orta Asya’dan geldiğini ve bu gelen grubun da nüfus yapısını değiştiremediği ifade ediyor.
Öyleyse, biz kimiz?
Belki de bu soruya verilecek cevap bulamamamızın nedeni, sorudan insan olarak aidiyet hissettiğimiz pek çok katmandan etnik unsurun sorulduğunu anlayan zihin yapımızdan kaynaklı.
KAYNAKÇA:
Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet
Serdar Kaya, Endoktrinasyon ve Toplum Mühendisliği
Şu Benim Ülkem, Mehmet Ali Kılıçbay: http://derinsular.com/biz-avrupa’dan-cok-daha-fazla-bizans-mirascisiyiz-kilicbay/
Serdar Kaya, Biz Türk Değildik, Sonradan Olduk (Taraf, 28 Şubat 2012)
hayriye s.
Gurur duydum, duygulandım.
Çok başarılı buldum. Gerçekçi ve cesur, sakin ve titiz bir özeleştiri..
kolay gele