Birçoğumuz bugüne dek birçok kez duymuşuzdur: Birinci Dünya Savaşında Almanlarla beraber savaşmamızın en büyük nedeni, birkaç kez yanlarında yer almaya istekli olduğumuzu dile getirdiğimiz İngiltere, Fransa ve hatta son yüzyıllardaki can düşmanımız Rusya’nın bizi reddetmesine bağlanır. Doğrudur, ancak burada göz ardı edilmemesi gereken bir nokta vardır: Osmanlı Devletinin 1. Balkan Harbi’nde Avrupa’nın dört küçük Balkan devletine yenilmesi tüm Avrupa’yı şaşırtmıştır. Çünkü dönemin emperyalist güçleri başta olmak üzere savaşa dair genel Avrupa kanısı Osmanlı’nın kazanacağı yönündedir, en azından böylesi bir hezimet hiçbir kesim tarafından öngörülmemiştir. Yenilginin en büyük sebebiyse ordudaki disiplinsizliktir, ordunun siyasete karışmış olmasıdır. Öyle sanılır ki ordu-siyaset ilişkisinin ne derece tehlikeli olabileceğine bu savaşta tanık olan Mustafa Kemal Paşa’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından her iki alanda aktif olanlara ordu ve siyaset arasında seçim yapmaları gerektiğini belirtmesinin temel sebebi budur.
1. Balkan Savaşı’ndaki bu yenilgiyle beraber Avrupa, Osmanlı’nın savaşçı karakterini iyice sorgulanmaya başlamış ve deyim yerindeyse bu özelliğiyle tanınan Türklerin artık çürümeye yüz tuttuğu düşünülmeye başlamıştır. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’yı 1. Dünya Savaşı’nda yanlarına kabul etmemelerinin de en büyük sebebi budur: Zayıf bir müttefikin yarardan çok zararı dokunur; yük olmaktan başka bir işe yaramaz.
Peki, Almanya bunu nasıl göremedi? Ya da gördü de görmemezlikten mi geldi? Veyahut tam aksine İngiltere’nin göremediği bir noktayı mı gördü?
Almanya da, elbette diğer devletler gibi, Osmanlı’ya ve onun askeri gücüne dair endişeleri bünyesinde barındırıyordu. Fakat Türklerle beraber savaşmak istemeyenler olduğu gibi, kesinlikle onlarla aynı safta yer almak gerektiğine inanan komutanlar da mevcuttu Alman ordusunda. Nitekim Kayzer Wilhelm de başta pek istekli olmasa da Osmanlı’da görev yapan üst düzey askerlerinin Türklerin askeri anlamda yetilerini kaybetmediğine, halâ iyi ve sadık askerler olduklarına, savaşta cepheyi terk etmeyeceklerine yönelik söylemleri dolayısıyla, Türkleri yanına çekmeye ikna olmuştur. Elbette her müttefikten beklenildiği üzere Almanlar da Türkleri yanlarına çekerek çıkar elde etmeyi hedeflemişlerdir. Ancak büyük beklentiler içinde olmadıkları da açıktır.
Almanların bu savaşta Türklerden beklediği doğrudan askeri bir destekten öte savaşı daha geniş alana yaymalarıdır. Böylece kendi yükünü hafifletmiş olacak ve savaş öncesi planladığı üzere en kısa süre zarfında hedeflerine ulaşacaktır. Örneğin Güney ve Kafkas cephelerinin açılması müttefikimiz olan Almanların isteği doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Çünkü Almanlar güney cephesinde İngilizlere karşı yeni bir cephe açarak karşısındaki İngiliz kuvvetlerinin bir kısmından kurtulmak, aynı mantıkla Kafkas cephesinin açılmasıyla da kendi doğu cephesindeki Rus kuvvetlerinin gücünü kırmak istemiştir ve başarılı da olmuştur.
[box_light]Nasıl mı?[/box_light]
Kafkas cephesi denilince aklımıza Sarıkamış ve orada henüz savaşamadan şehit olan 90.000 küsür askerimiz ile sonucunda maruz kaldığımız yenilgi geliyor. Ancak Kafkas harekâtı Almanların gözünde o kadar da hedeflerine ulaşmayan bir harekât değildir. Aksine başarılı bir harekattır çünkü onların beklediği üzere cephenin açılmasıyla beraber ciddi bir Rus gücü oraya kaymak zorunda kalmış ve bu Almanları rahatlatmıştır.
Fakat tabi Almanya’nın Türklerden tek beklentisi savaşı daha geniş alana yayarak yükünü hafifletmek değildi: Almanya savaş alanını genişletmenin yanı sıra müttefikinin dini gücünden yararlanmak istemiştir. Halifenin yapacağı Cihad çağrısıyla özellikle İngiliz himayesi altındaki Müslümanları İngilizlere karşı kışkırtmak, onları kolonilerinden koparmak ve dünya politikasındaki egemen gücü yıpratmayı hedeflemiştir. Bunun yanı sıra bu savaşta Balkan devletlerinin tamamının kendi yanına çekmesi gerektiğine ve eğer Osmanlı’yla aynı safta savaşırsa işinin kolaylaşacağına inanmıştır.
Böylece her devlet ve devlet büyüğünün yapması gerektiği gibi hedeflerine giden bu yolda milli çıkarlarını göz önünde bulunduran Alman kralı Almanya’nın Osmanlı büyükelçisi olan Wangenheim ve Alman dışişleri bakanlığının bu konudaki olumsuz düşüncelerine rağmen Osmanlıyla birliğe yeşil ışık yakıyor.
[box_light]Peki, ipler nerede kopuyor?[/box_light]
Almanların Osmanlı’ya Birinci Dünya Savaşı’nda tabiri caizse attığı üç kazık vardır. Bunlardan ilki Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı’yı yardımsız bırakmaktır. Tarihi boyunca bir seferde en fazla askeri (bu rakam 1 milyon kadardır) bu savaş için toplayan Osmanlı için en büyük ihtiyaç, Almanlardan gelecek lojistik destektir ve bu lojistik desteğin yolu Balkanlardır. Ancak birkaç haftada açılması beklenen Sırbistan yolunun 1,5 yılda açılmasından ötürü Osmanlı, Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletlerine karşı tek başına kalmıştır. Almanların bu dönemde Avusturya tarafından açılması beklenen ancak uzunca bir süre başarılı olunamayan Sırbistan yoluna pek önem vermediği ve Çanakkale savaşında ölüm kalım mücadelesi veren Türklere yardım için, kendi total gücüyle kıyaslandığında çok küçük bir kuvveti Avusturya kuvvetlerine yardım için oraya yönlendirdiği takdirde istenilen sonucun derhal alınabilecek olmasına rağmen, bu desteği göndermeyi reddettiği ve Türklerin başlarının çaresine bakabileceğini belirttiği iddia edilir. Ve haklı da çıktılar: Türkler var oldukları süre boyunca övünebilecekleri tarihi bir başarıya imza attı. Ancak yine de boğazına yapışılmış bir müttefike karşı böylesi umarsız bir tutumun kabul edilmesi mümkün değildir.
Bir diğer kazık Kafkaslardır. Bolşevik Devriminin etkisiyle savaştan çekilen ve içişleriyle meşgul olan Rusya, silahlarını bölgedeki Gürcü ve Ermenilere dağıtarak Kafkas Cephesi’nden çekilmeye başlamıştır. Bunu fırsat olarak gören Enver Paşa ise hayalini kurduğu Bakü petrollerine ulaşmak için Alman uyarılarına rağmen orduyu yola çıkarmıştır. Aynı dönemde Avrupa’daki enerji kaynaklarını bitirmek üzere olan ve bundan ötürü acil kaynağa ihtiyaç duyan Almanya da harekete geçmiştir. Bakü petrollerinden pay almak koşuluyla Ruslara Osmanlı ordusunu durdurma teklifinde bulunmuştur. Bu iki devlet arasındaki 27 Ağustos 1918 tarihli gizli protokolün 14. maddesine göre Almanlar Rusya’ya, Gürcistan dışında Kafkaslarda bir devletle savaşması durumunda müdahalede bulunmayacağının güvencesini vermiştir. Ancak bununla yetinmeyip Bakü petrollerini müttefiki Türklere kaptırmamak için birisi Balkanlardan diğeri de Ukrayna’dan olmak üzere 2 birliğine Bakü’ye ilerlemesi yönünde emir vermiştir. Nitekim Türkler Bakü’ye ulaştığında karşısında müttefiki Almanları bulmuştur. Aynı dönemde Süveyş Cephesi’nde Yıldırım Ordusu 12 bin Alman askeriyle birlikte İngilizlere karşı savaşırken Kafkaslarda Gürcüleri yanına alan Almanlarla çarpışıyoruz. Kısacası tarih aynı günlerde bir tarafta müttefikliğin gereğine diğer taraftaysa çıkarın gücüne tanık oluyor.
Son kazıksa Nisan 2015’te 100. yılına girecek olan, çok konuşulan ve tartışılan Ermeni Tehciri hakkındadır…(devam edecek)