1960 Darbesi’nin ardından 1961’de yeniden canlanan siyasi yaşam, DP ve CHP kutuplarının içinden farklı kutuplar oluşturdu. Demokrat Parti’nin geleneği, muhafazakâr tavrı ve liberal iktisadi hamleleri, Adalet Partisi (AP) tarafından devam ettirildi. Milliyetçi ve dini-muhafazakâr akımlar ise kendilerini yeni partilerde göstermeye başladı. Türkiye’de çok partili hayatın tam anlamıyla gerçekleştiği bu dönemin ortaya çıkmasına İsmet İnönü‘nün önderlik ettiği “milli bakiye sistemi” yol açmıştır. Bu sistem ile güçlendirilen nispi temsil sistemi parlamentoya küçük partilerin dahi girebilmesini sağlamıştı. Milli bakiye sisteminin yanında ülke siyasetinde henüz seçim barajı uygulamasının getirilmemiş olması da halkın daha doğru bir şekilde temsilini sağlamaktaydı. Seçim barajı uygulaması, bir başka askeri müdahalenin ardından 1980’de hazırlanan anayasanın ve getirilen seçim kanununun en önemli noktası olan Weimar Anayasası‘nın “Küçük partiler olmasın” zihniyetinin hortlamasıyla ülke tarihine dahil olmuştu. Bu gibi sınırlama ve baskılardan olan dönemde çok partili yaşam tam anlamıyla oturmuştu. İlber Ortaylı, “Yakın Tarihin Gerçekleri” adlı eserinde dönemi şu şekilde tasvir ediyor;
“Bu dönem, aşırı solun pek bulunmadığı ve aşırı sağın da etkilerinin görünmediği belirli çizgiler çerçevesinde şekillenen partilerin olduğu birçok parti dönemidir.”(Ortaylı, 2014).
Bunun yanında Türkiye’ye bol geldiği sıklıkla belirtilen yeni anayasanın da olumlu etkileri, vatandaşın sandığa olan inancını tazelemiş, askeri müdahaleden sonra siyasi hayatı yeniden rayına oturtmuştu.
Milliyetçi- muhafazakâr çevreler, daha sonra Milliyetçi Hareket Partisi adını alan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi‘nde, Osman Bölükbaşı etrafında toplandılar. Ardından 1965 tarihinde partinin genel başkanı olan eski MBK üyesi Alparslan Türkeş ile Türk milliyetçiliği 9 Işık Doktrini temelinde hayat buldu. Kasaba milliyetçiliğinin bırakılıp, halka inilmesi ve Türk kimliğinin değerinin korunması adına oluşan bu akım 1961 seçimlerinde elde ettiği başarıyı devam ettirerek ve süreç içinde çalkalanmalar yaşasa da günümüze güçlenerek ve hedeflerine adım adım yaklaşarak gelmektedir. Dini- muhafazakâr çevreler ise, Necmettin Erbakan‘ın önderliğinde kurulan Milli Nizam Partisi’ne dahil oldular. Bu parti 1971 tarihinde kapatılacak ve yerini Milli Selamet Partisi alacaktı. Adalet Partisi içerisinde Süleyman Demirel’e muhalif olanlar daha sonra Demokrat Parti’yi kurarak partiden ayrıldılar. Sağda bu gelişmeler olurken sol ise önceliği Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye İşçi Partisi’ne bırakmıştı. 1965’te Cumhuriyet Tarihinde ilk kez sosyalist etiketli milletvekilleri sol taraftan parlamentoya girmişti (TÜSİAD, 2004). Bu dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin konumu İsmet İnönü “ortanın solu” olarak ifade ediyordu ve Türkiye İşçi Partisi, CHP’nin solunda yer alıyordu. CHP’nin bu konumuna karşı çıkanlar Güven Partisi’ni kurmuş ve CHP’nin başına Bülent Ecevit‘in geçmesiyle bu isme muhalifleri de içlerine alarak isimlerini Cumhuriyet Güven Partisi olarak değiştirmişti. CGP de uzun soluklu olmamış yerini Alevi siyasetçilerin desteği ile Birlik Partisi’ne bırakmıştı. Türkiye’nin koalisyonla ilk tanışması olan 1961-65 döneminde kurulan koalisyon hükümetlerini 1961 seçim sonucu belirlemişti. Bu seçim sonuçlarına göre CHP 173, AP 158, YTP 65 ve CKMP 54 milletvekili ile meclisin yolunu tutmuştu. Hiçbir partiye tek başına iktidar hakkı tanımayan bu seçim sonucunun ardından koalisyonların ilk dönemi başlamış ve Adalet Partisi’nin 1965 seçimlerinde tek başına iktidar olmasına kadar devam etmişti.
Türkiye’nin koalisyonla tekrar buluşması Adalet Partisi’nin 12 Mart Müdahalesi ardından tek başına iktidarı sağlayamaması ile yaşandı. 1973 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan CHP, uzun uğraşların ardından kendi politikasına pek de uymayan ve meclisteki üçüncü parti konumunda olan MSP ile koalisyon oluşturmuştu ve bu koalisyonun ömrü 8 ay gibi çok kısa bir süreydi. Bu koalisyondan sonra önceleri tüm partilerin istekli olduğu ve kolay görünen koalisyon birlikteliğinin aslında oldukça zor olduğunu gösterdi. 1973’ten sonra, hükümetlerin kurulması sancılı pazarlıklar gerektirmeye ve kendi politikasına uyan partilerin görüşmeler yapmasına bağlı hale geldi. 1975’te bu uyum Birinci Milliyetçi Cephe tarafından yapıldı. AP, CGP, MSP ve MHP’den oluşan bu hükümet, Süleyman Demirel’in başbakanlığında kuruldu ve 1977 erken seçimlerine kadar görevde kaldı. 12 Eylül Darbesi öncesi bu son 1977 seçimlerinde CHP %41,3 ile birinci parti olmasına rağmen mecliste çoğunluk elde edemeyip azınlık hükümeti olarak güvenoyu alamayınca, 1977 Temmuzunda Süleyman Demirel AP, MSP ve MHP’nin İkinci Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. Ancak bu hükümet de 5 ayın ardından güvensizlik oyu ile düştü. 1978’de Bülent Ecevit’in bağımsızlarla beraber kurduğu koalisyon hükümeti ise 1979 sonbaharına kadar dayanabildi. Ardından Süleyman Demirel’in kurduğu ve 12 Eylül darbesine kadar işbaşında kalacak olan AP azınlık hükümeti ülkeyi idare etti.
Türkiye iki darbe arasında sayısız koalisyon hükümeti ve bir muhtıra ile karşı karşıya geldi. 1977 erken seçimlerinin ardından yaşanan belirsizlik ve sürekli değişen hükümetler, askerin 1980’de ülke yönetimine müdahale etmesine yol açtı. İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinin ardından oluşan koalisyon döneminde yaşananlar siyasi belirsizliğin doğurduğu sorunlardı ve koalisyon yönetimi ile ilişkilendirilemezdi. Koalisyonlar 1961-77 arasında problemlerin çok ortada olmadığı ve birçok sorunun üstesinden gelindiği dönemlerdi. Anlaşmalarının en zor göründüğü CHP ve MSP dahi Kıbrıs Harekatı gibi başarılı bir operasyonu sonuçlandırmıştı. Bunun yanında fikirleri uyuşan ve parti tabanları birbirine yakın olan partilerin Milliyetçi Cephe hükümetlerinde görüldüğü üzere istikrarı korur bir yapıda oldukları ve hükümet içinde ikiliklerin ve çatışmaların yaşanmadığı dönemler olarak ele alınabilir. 2015 Haziran seçimlerinin ardından yeniden koalisyon ile yönetilme ihtimali olan Türkiye’yi yakın tabanlara seslenen partiler mi yoksa taban tabana zıt olan partiler mi yönetir, bu siyasetçilerin tartışması gereken bir konu. Ancak tarihe dönüp bakıldığında görülmektedir ki, ülke yönetiminde yaşanacak bir belirsizlik ve üst üste yaşanacak farklı hükümetler, ülke yönetiminin zayıflamasına veya yeni bir askeri müdahalenin yaşanmasına yol açabilir. İlk koalisyon maceramızı inceledikten sonra; başta yakınlarda kaybettiğimiz Süleyman Demirel olmak üzere, bu iki askeri darbe arası dönemin diğer liderleri Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit’i rahmetle anar; büyük Türk milletine başarılı bir hükümet dilerim.
KAYNAKÇA
Ortaylı, İ. (2014). Yakın Tarihin Gerçekleri. İstanbul: Timaş Yayıncılık.
TÜSİAD. (2004). Gençler İçin Çağdaş Tarih. İstanbul: Epsilon & Hachette.
Ortaylı, İ. (2014). Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı. İstanbul: Timaş Yayıncılık.