Bizimkisi Aykırı Bir Aşk Hikayesi: Sartre & De Beauvoir 2

Takvimler Eylül 1929’u gösterirken Simone de Beauvoir kimseye hesap vermek zorunda olmayan özgür bir kadın olarak Paris’e dönüş yapar. Kendi tabiriyle onu en çok şaşırtan şey bağımsızlığıdır. Kabul etmek gerekir ki o dönem 21 yaşındaki genç bir kadın için bu büyük bir başarıdır. Büyükannesinin sahibi olduğu pansiyonda kalmaya başlar. Gidiş-geliş saatlerine karışılmasını istemez, diğer kiracılar gibi kirasını öder, onlar gibi muamele görmek ister. Ekim ayının ortasında Sartre’ın Paris’e dönmesiyle artık ikisi için de yeni bir hayatın kapısı aralanmıştır.

İkimizin arasındaki zorunlu bir ilişkidir, oysa rastlantı sevgileri de tanımadan edemeyiz.

Sartre’ın özgürlük üzerine kurulu ilişki anlayışı Simone de Beauvoir’ın bir hayli ilgisini çeker. Anne ve babasının sallantılı ilişkisi onun üzerinde büyük etkiler uyandırmıştır. Bu sebeple tek bir kişiye bağlı olarak bir evlilik birliği içinde bulunmayı hapishaneye tıkılıp kalmakla eş değer görür ve Sartre ile beraber evlilikten daha güçlü bir bağ kuracaklarına inanmıştır. Evlenmedikleri, çocuk sahibi olmadıkları, cinsel hayatlarında sınırsız bir özgürlüğe sahip oldukları ve birbirlerine karşı çok kuvvetli bir sevgi bağıyla bağlı oldukları ilginç ve karmaşık bir ilişki olacaktır aralarında.

“Birbirimizi çok seviyorduk, biraradalığımız biz sürdükçe sürecekti. Ama bu sevgi başka varlıklar tanımanın, kaçamağın zenginliğinin yerini tutmuyordu elbette. Karşımıza çıkacak beklenmezlikleri, şaşırtıcılıkları, düş kırıklıklarını, özlem ve sevinçleri neden bir yana bırakmalıydık ki?”

Sarte iki yıllık bir anlaşma önerir de Beauvoir’a. Bu süre zarfında hiç ayrılmayacak, akabinde birkaç yıl birbirlerinden ayrı yaşayacak ve sonra dünyanın herhangi bir yerinde yeniden beraber olacaklardır. Simone de Beauvoir ona o kadar güveniyordur ki bu anlaşmayı kabul eder.

Kasım 1929’da Sartre 18 aylığına askere gider. Sartre bunu hiç istemese de o üniformayı giymek zorundadır. Bu zaman zarfında mümkün olan her izin ve ziyaret gününde görüşürler. Ancak askerden döndükten sonra onları başka bir ayrılık bekliyor olacaktır.

1931 sonbaharında Sartre daha önce başvurduğu Japonya’daki okutmanlık başvurusundan ret cevabı alır. Büyük hayal kırıklığına uğrasa da De Beauvoir sevinmiştir bu duruma. Ancak daha sonra Paris’e yakın bir yer olan Le Havre’da felsefe öğretmeni olmak üzere bir yer bulur. Bu ilk başta iyi bir haber gibi görünse de Simone de Beauvoir’ın tayini Marsilya’ya çıkınca ayrılık yeniden gündeme gelir. Birbirlerine kavuşmak için aralarında 11 saatlik bir tren yolculuğu vardır artık.

Evlilik bu duruma çözüm olabilirdi çünkü evlenirlerse aynı bölgede çalışabileceklerdi; ama ikisi de evliliğe karşı önyargılıydı. İster istemez yaşam tarzlarını değiştirmeden formalite bir evlilik yapma fikri geldi akıllarına, kendilerini ilkeleri uğruna feda etmenin anlamı var mıydı? Ancak bu fikri aralarındaki o kuvvetli bağı zedeleyeceğini düşünerek reddettiler. Simone de Beauvoir’a göre evlilik ancak tek bir şart altında söz konusu olabilirdi: Çocuk sahibi olmak…

Olga Kosakiewicz (solda) Simone de Beauvoir’ın öğrencisidir. De Beauvoir ilk romanı Konuk Kız’ı yazarken Olga ve kız kardeşi Wanda’dan esinlenmiştir. kaynak:pinterest.com

Ancak bu durumdan sonra anlaşmalarını yeniden ele aldılar. Kısa süreli özlemler ilişkilerine renk katacak olsa da uzun süreli ayrılıklara tahammülleri yoktu. Pek tabii ki anlaştıkları üzere hayatlarına birçok insan girecekti. Olga Kosakiewicz de bu isimlerden biriydi örneğin.

Olga Simone de Beauvoir’ın Marsilya’daki öğrencilerinden biridir ve araları çok iyidir. Onunla sohbet etmek de Beauvoir ın hoşuna gider. Belirli bir zaman sonra onu Sartre ile tanıştırır ve ona felsefe dersleri vermeye başlarlar. Ancak zamanla Sartre Olga’ya ilgi duymaya başlar, ancak ilginç bir şekilde Simone De Beauvoir’da. Böylece aralarında tuhaf bir ilişki meydana gelir.

Birbirlerinin öğrencileriyle, arkadaşlarıyla veya başkalarıyla ilişki yaşayabiliyorlardı. Kos, Brust, Olga, Wanda, Simone Jollivet, Dolares… İkisi için de bu ilişkiler hevesten öte, kalıcı olmayan şeylerdi ve hallerinden memnundular. Yaşadıkları ilişkilerin birbirlerine olan sevgi ve şefkati yıpratmadığına inanıyorlardı.

1939 yılında 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle tüm insanlarınki gibi bu ikilinin de hayatı değişir. Sarte zorunlu olarak orduya katılmıştır. Çok nadir de olsa savaşın hararetli olmadığı vakitler görüşme fırsatı bulurlar. Aralarındaki sohbetin ve mektupların önemli bir kısmını ise yazmak oluşturmaktadır. Bu zor şartlar altında dahi ikisi de önemsemektedir yazmayı, özellikle de Sartre. Birbirlerini kaybetmekten olsa gerek, sürekli mektuplaşırlar.

Tatlı küçüğüm, sizi son derece tutkuyla seviyorum ve size karşı sonsuz bir şefkat duyuyorum. Sizi görebilmeyi ne kadar istiyorum bilemezsiniz. Sizi yeniden gördüğümde mutluluktan ölebilirim, sizi öpücüklere boğarım sevgilim. Huzurluyum, çünkü çok iyi biliyorum ki hiç kimse ve hiçbir şey ilişkimizi bozamaz, ne büyük bir felaket ne de herhangi bir yokluk aşkımızı kurutamaz. Biraz önce uykudan kızarmış gözleriniz ve dumana boğulmuş o şefkat dolu yüzünüzün yanında uyumayı öylesine istedim ki. Bircik sevgilim, sizi çok ama çok seviyorum.

24 Ekim 1939

Simone De Beauvoir

Sevgilim, şu an sevgini ne kadar güçlü hissediyorum içimde bir bilsen. Ne büyük bir destekçisin benim için. Mektuplarını okuyamadığım zamanlar bunu çok iyi anlıyorum. Benim için güzel diyebileceğim her şeyin sebebi sensin. Seni seviyorum benim minik çiçeğim, seni derinden seviyorum.

26 Ekim 1939

Jean Paul Sartre

Benim, tatlı küçüğüm, benim için ne kadar değerli olduğunuzu nasıl ifade edebillirim? Siz benim kuvvetimsiniz, ruhumsunuz, bendeki bütün güzelliklersiniz. Duygusal ve şefkat dolu görüntünüz gözümün önünden hiç gitmiyor. Sevgilim, hep benimlesiniz.

Sevgili Kunduzunuz

29 Ekim 1939 Pazar

Sartre Simone De Beauvoir’ı sevimli ve rahat bir hayvan olan kunduza benzetir ve neredeyse tüm mektuplarına Benim sevgili kunduzum diye başlar. De Beauvoir ise ona çok farklı şekillerde hitap etmiştir: Sevgili küçük adam, benim küçük varlığım, canımın içi ufaklığım gibi.

Mayıs 1940’ta başlayan hızlı Alman saldırısına karşı pasif kalan Fransız birlikleri öngöremedikleri bu harekata hazırlıksız yakalandılar ve tarihlerinin en hızlı ve ezici yenilgilerinden birini aldılar. De Beauvoir’ın küçük adamı da Almanlara esir düştü. Önlerinde uzun bir ayrılık görünüyordu ve daha az mektuplaşmalar…

Bir tek düşüncem vardı; Sartre’dan ayrı düşmek, işgal altındaki Paris’te fare gibi kapana kısılmak… Belirsiz bir süreliğine Sartre’ın hapsedileceğini, korkunç bir duruma düşeceğini, ondan hiç haber alamayacağımı anlamıştım.

Nisan 1941’de Sartre esir kampından kurtularak Paris’e gelir ve ikilinin ayrılığı sona erer. Artık felsefe yapmakla yetinmeyip aksiyona geçmeye karar verdiler ve savaşın sonuna kadar kalemlerini sivil direniş için kullandılar. Sartre Combat isimli yeraltı gazetesinde yazıyordu. İlk başta trajı 10 bin olan gazete, Mayıs 1944’te 250 bine kadar artış gösterdi. Bu süre zarfında ikisi de büyük ün kazandılar.

1945 yılının başında ABD Dışişleri Bakanlığının daveti üzerine Sartre’ın da aralarında bulunduğu bir grup gazeteci 2 aylığına New York’a gider. Ancak anlaşılacağı üzere Sartre çapkındır ve yanında bir kadın olmadan uzun bir süre dayanamaz. İlk başta Dolares isminde genç bir kadın dikkatini çekmiştir Sartre’ın. Ona karşı beklemediği ölçüde duygular besler ve bundan nasıl vazgeçeceğini bilemez. Hatta onun için Amerika’daki kalış süresini dahi uzatır.

Bir süre sonra Sartre Paris’e döner ve Simone De Beauvoir’ın anlam veremediği bir heyecanla ona Dolares’i anlatır ve yılın iki ayında onu görmek üzere Amerikaya gideceğini söyler. De Beauvoir bu durumdan rahatsızdır ve Sartre’a kimi daha çok sevdiğini sorar. Aldığı cevap De Beauvoir’ı darmaduman edecek cinstendir: “Onu aşırı derecede seviyorum, ama sizinleyim.”

Sartre Amerika’dan döndükten sonra arkadaşı Gallinard’ın teklifi üzerine bir dergi çıkarma fikri sundu arkadaşlarına, Fransız entelektüel camiasında yerlerini böylece sağlamlaştıracaklardı. De Beauvoir ve Sartre bu proje için büyük emek verdiler. Charlie Chaplin’e vefa göstergesi olarak da dergi ismi Les Temps Modernes (Modern Zamanlar) olarak seçildi.

15 Ekim 1945’te derginin ilk sayısı vitrinlerde yerini alır. Simone De Beauvoir büyük emek verdiği bu derginin ilk nüshasını eline almak için sabırsızlanıyordur. Derginin ilk sayısında tüm Paris’in merakla beklediği Sartre’ın manifestosu olacaktır. De Beauvoir Sartre’ın ilk yazdığı taslağı eliyle düzeltmiştir. Ancak Simone De Beauvoir yazıyı okumaya başladığı vakit adeta başından aşağı kaynar sular dökülür, çünkü Sartre yazısını Dolores’e ithaf etmiştir. Sartre’ın bu vefasızca ve nankörce tavrı karşısında De Beauvoir’ın etkilenmemesi nasıl mümkün olabilir? O kadar etkilenir ki bu durumdan, anılarında Dolores’in adını anmaz, ondan “M. isimli bir kadın” olarak bahseder sadece.

 Sartre sevdiği insanı derinden yaralamıştır.

Devam edecek…

 

 

Kaynakça

De Beauvoir, Simone. “Kadınlığımın Hikayesi” Payel Yayınları, 1988.

De Beauvoir, Simone. “Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar 1, (Çev.:A.Z. Bayramoğlu)” Düşün Yayıncılık, 1996.

Monteil, Claudine. “Özgürlük Aşıkları” Can Yayınları, 2005.

Sartre, Jean-Paul, et al. Witness to my life: the letters of Jean-Paul Sartre to Simone de Beauvoir, 1926-1939. Simon and Schuster, 2002.

Fotoğraf Kaynakçası: listelist.com

Leave a Reply