20.yüzyıl Fransız tarihine bakıldığında hiç şüphesiz en önemli karakter II. Dünya Savaşı ve sonrasında Fransa’nın geleceğine şekil veren ve Fransız toplumunun büyük sevgisini kazanan General Charles de Gaulle‘dür. Hatta öyle ki De Gaulle için “Fransa’nın Mustafa Kemal Atatürk’ü” tabirini kullanırsam bunu Atatürk’e karşı bir saygısızlık olarak değil, De Gaulle’ün Fransızların gözündeki değerini ifade eden bir teşbih olarak algılamanızı dilerim. Bu sebeple asker olarak başladığı hayatında günümüz Fransız siyasetinin mimarı bir siyasetçi haline gelen bu şahsiyetin hayatının da ilgiye mazhar olduğu kanaatindeyim.
Charles De Gaulle 1890 yılında eğitimli, elit bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Askeri akademi yıllarında çalışkanlığı ve başarısının yanında 2 metreye yakın boyu ve büyük burnu ile de dikkatleri üzerine çeken De Gaulle 1913 yılında buradan mezun olur ve orduya katılır. Genç bir asker olduğu 1. Dünya Savaşı’nda muharebeler sırasında yaralanır ve Almanlara esir düşer. 3 yıla yakın süren esaret hayatında bulunduğu 5 kaçış girişimi de başarısızlıkla sonuçlanır. Savaş sonrasında ordudaki hizmetine devam eden De Gaulle, Fransa’nın deniz aşırı kolonilerindeki görevlerinin yanı sıra ilerde fikir ayrılığına düşeceği ve karşı karşıya geleceği General Pétain’in de yakın ekibinde de görev alır.
II. Dünya savaşının ayak seslerinin duyulduğu bir dönemde III.Cumhuriyet dönemini yaşayan Fransa’da sağlıklı bir dış politika üretilmesi gerekirken, sağ ve sol arasındaki rejim tartışmaları Fransa’nın savaşa iyi bir şekilde hazırlanamaması şeklinde sonuç doğuruyordu. Savaşın arifesinde olduğunu bilen hükümetin ülkede komünist avına çıkması ve Eylül 1939’da Fransız Komünist Partisi’ni bir kararname ile kapatması kişisel iktidar hırslarının ülkenin geleceğinin önüne geçtiğinin açık bir göstergesi olsa gerek.
Diğer bir taraftan Almanya’nın Polonya’yı işgali sürerken Fransa savaş ilan ettiği Almanya’ya karşı herhangi bir kapsamlı saldırıda bulunmamış, hatta bu durağanlık Mayıs 1940’a, Almanya’nın Fransa’ya karşı harekete geçmesine kadar devam etmiştir. Bunun sebebi ise şöyle açıklanabilir: I. Dünya Savaşı’nda yaşanan büyük kayıplar, Fransız komuta kademesini savunma yapma ve az kayıp verme üzerine kurulu bir savaş stratejisi yapma eğilimi içine sokmuş, uzun soluklu olacağı öngörülebilen bu savaşta savunan pozisyonunun daha avantajlı olduğu düşünülmüştür. Ancak bu pasif savaş siyaseti içerde ciddi tepkilere yol açmış, aralarında De Gaulle’ün de bulunduğu bir kısım kimse Alman gelişiminin bir film gibi izlenmemesi gerektiğinden bahisle en kısa zamanda aktif bir savaş politikası ortaya konması gerektiğini savundular. Bu çalkantılı iç siyasetin bir sonucu olarak 1940 Martının sonunda hükümet değişikliği meydana geldi ve dönemin önemli isimlerinden Paul Reynaud başbakan oldu. Başbakan olmasından kısa bir süre sonra da gelmesi belenen büyük Alman saldırısı başlamış ve seri bir şekilde ilerleme kat etmiştir.
10 Mayısta Belçika üzerinden başlayan Alman saldırısı Fransa’nın beklentilerinin aksine Atlantik kıyılarına doğru değil güneye yöneldi ve Fransızların geçilemez gördüğü Arden ormanlarından başladı. Aylardır savunma adına pasif kalan Fransız birlikleri ise öngöremedikleri bu harekata hazırlıksız yakalandı ve tarihlerinin en hızlı ve ezici yenilgilerinden birini aldılar. Arden ormanlarının geçilemezliğini güçlü zırhlı birlikleri ve hava desteği ile ortadan kaldıran Almanya gibi De Gaulle’ün de aralarında bulunduğu bir grup genç subay benzer bir yapılanmayı hayata geçirmek isteseler de talepleri yaşlı Fransız generaller tarafından veto edilmiştir. Fakat De Gaulle kendi komutasında bir zırhlı birlik kurmuş, hatta bu yenilgi içerisinde De Gaulle’ün idaresindeki 4. zırhlı Tümen Almanlara karşı savaşın gidişatını değiştiremese de önemli zaferler kazanmıştır. Bu topyekün hezimet içerisinde De Gaulle’ün bu başarısı dikkatleri iyice üzerine çekmesine ve lider yoksunluğu çeken Fransa için bir alternatif olarak akıllarda yer edinmesine ortam hazırlamıştır.
“Sadece bir tek Fransız birliği, De Gaulle adında, pek tanınmayan ve yıllardan beri Fransız zırhlı birliklerinin geliştirilmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunan bir albayın komuta ettiği bir tank kıtası iyi savaştı”
Michael Roskin – “Çağdaş Devlet Sistemleri” kitabından
Başarılı Alman saldırısı hala savaşmaya hazır bulunan birçok Fransız kuvvetinin inancını kökünden söküp almış ve direnme yerine teslimiyetçi bir ruh haline bürünmüşlerdir. Bunun önünü almak isteyen dönemin başbakanı Reynaud 18 Mayısta kabinede revizyona gitmiş ve yeni savaş kabinesinde Savunma bakanlığı müsteşarı olarak atanan De Gaulle İngiltere ile ilişkileri koordine etme görevini üstlenmiştir. Savaşın gidişatında İngiltere ile ilişkiler çok önemli bir noktadadır. Çünkü Fransız kamuoyundaki ortak kanaat Almanya’nın zaferi sonrası İngiltere’nin Fransa’yı yüzüstü bırakarak adasına döndüğü yönünde olsa da De Gaulle bu ihanete pragmatist bir şekilde yaklaşmış, Almanya ile asla makul bir barışın yapılamayacağını düşünerek İngiltere ile bağları koparmamak gerektiğini savunmuştur. Ancak bu görüşe karşın I. Dünya Savaşı’nın büyük generalleri Pétain ve Weygand ise İngiltere’ye güvenilemeyeceği ve en kısa zamanda makul şartlar altında Almanya ile ateşkes yapılması gerektiği kanaatindeydiler.
Haziran ayında Almanların galibiyetinin kesinleşmesi üzerine parlamentonun ve halihazırdaki birliklerin Cezayir’e nakledilerek buradan savaşa devam edilmesi fikri Reynaud ve De Gaulle tarafından kabul görmüş ve plan uygulamaya konmaya başlamıştır. Ancak yılgınlık içindeki ateşkes yanlıları parlamentoda ve kabine içerisinde çoğunluğa ulaşınca başbakan Reynaud baskılara dayanamaz ve 16 Haziranda istifa eder. Yerine ateşkes yanlılarının başını çeken general Pétain liderliğinde yeni bir kabine kurulur ve Cezayir üzerinden savaşa devam etme planı rafa kalkmakla beraber kısa bir süre sonra Almanya ile ateşkes imzalanır.
Ancak Charles De Gaulle Mareşal Pétain’e kesin olarak karşı çıkmış, Almanya’ya teslim olma fikrini acziyet olarak nitelendirerek mevcut hükümete rest çekmiştir. Reynaud’un istifasından hemen sonra İngiltere’ye geçen De Gaulle için tarih sahnesine girişinin belki de en önemli dönüm noktası 18 Haziran 1940’da BBC’den Fransız halkına seslendiği o efsanevi konuşmasıdır. Bu konuşmasında Fransa için savaşın bitmediğini belirterek mevcut hükümetin boyun eğen teslimiyetçi tavırlarının kabul edilemez olduğunu ve mücadelenin devam etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Fransa’nın kısa bir sürede işgal edildiği, Fransız birliklerinin henüz tam manasıyla savaşamadan tarumar olduğu ve Fransızların büyük bir umutsuzluk içine düştüğü bu dönemde çiçeği burnunda bir generalin direnişin devam edeceğini belirtmesi hala içlerinde bir nebze umut saklayan Fransızlar için bir can suyu olmuştur.
De Gaulle’ün önderliğinde başlayan Özgür Fransa Hareketi ve sonuçları bir sonraki yazımızda. Sağlıcakla kalın.
Kaynakça
https://global.britannica.com/biography/Charles-de-Gaulle-president-of-France
EKİNCİ, Emre. “Devrimden Günümüze Fransız Siyasal Sisteminin Evrimi” Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 6.1, 2016.
ÖZEN, Ç., AKDEVELİOĞLU, A., ”İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’da Liderlik Mücadelesi: III. Cumhuriyet’ten Vichy Fransası’na Fransız Siyaseti’nde Yapısal Salınım“, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt:15, No:1, 2016.
Öne çıkan görsel için kaynak: wikipedia.org