Korkunç İvan’dan sonra tahta çıkan Fyodor İvanoviç’in 1598’de ardında varis bırakmadan vefat etmesi, Rus tarihinde yeni bir döneme kapı aralıyordu. Vefat haberi, devletin en önemli aygıtı olan hanedanın sonu anlamına geliyordu. Bu noktada devreye giren diğer önemli aygıt, Patriklik, bir sobor konsili toplayarak tahta Fyodor’un naibi olan Boris Godunov’un geçmesini sağladı. Bu tarihi Rurikovich Hanedanı’nın sonu anlamına gelmekteydi[1].
Boris Godunov ve Zayıflayan Rusya
Neredeyse halkın ve kilisenin oy birliği ile tahta geçen ve halkın gözünde yükselen bir yıldız olan Boris, İvan döneminin Rusya üzerinde bıraktığı etkileri temizlemek, dış düşmanlara karşı mücadele edebilmek ve ekonomiyi düzeltebilmek adına istemeyerek de olsa, vergilerin artırılması, zorunlu askerlik gibi sert önlemler almaya başladı. Bu, köylerin boşalmasına, halkın eşkıyalığa ve Kossaklara yönelmesine yol açtı. Kırsalda artan huzursuzluk, devletin artan gelir ihtiyacı sebebiyle manastırlara ve asil topraklarına da ağır vergiler getirilmesiyle aristokratlar ve kiliseye de sıçramış oldu. Artan huzursuzluk, Boris’in karşısında geniş bir cephe meydana getirmişti. Monarşik güce duyulan saygı gereği, Boris’in tahttan ancak sahte bir çar olduğu gerekçesiyle indirilebileceğini bilen Polonya-Litvanya yönetimi, ellerindeki kozu sahaya sürmenin zamanının geldiğini fark ederek son çarın ölen oğlu Dmitri olduğunu iddia eden sahte bir şehzadeyi, Cizvitlerin de desteğiyle, taht için mücadele etmesi amacıyla Rusya’ya yolladı. Burada Polonya yönetiminin amacı, güneyde büyük bir sorun teşkil eden Türk-Tatar kuvvetlerine karşı Moskova’nın da desteğini alabilmekti ve bu Boris Godunov tahtta olduğu sürece, pek mümkün gözükmüyordu. Ayrıca Rus tahtında Katolik inancına yakın birini bulundurmak, Katolik dünyası adına, dönemin mezhep savaşları ortamında, Baltık Protestanlarına (İsveç, Danimarka, Livonya) karşı büyük bir avantaj sağlayacaktı. Arkasında boyarlar, yönetimden memnun olmayan köylüler, dışlanmış devlet görevlileri ve genel olarak aç-yurtsuzlardan müteşekkil kalabalık bir grup insan onu destekliyordu. 1605 Nisanı’nda Boris’in ani ve beklenmedik ölümü, Moskova’nın kapılarını Dmitri’ye açmıştı ama çalınmış taht, onu çalana da uğur getirmeyecekti.
Rus Tahtında Bir Katolik: Sahte Dmitri
Katolikler tarafından açıkça desteklenen Dmitri’nin günlük yaşamındaki hal ve tavırları, düğününü Ortodoksların oruç gününde yapması, danışmanlarının Katolik olması gibi ayrıntılar, taht değişikliğinden sonra hiçbir şeyin değişmediğini gördükçe huzursuzlanan halkın gözünde gün geçtikçe büyüdü. Sonunda aristokratların kışkırtmasıyla Dmitri ve eşrafı katledildi. Ardından tahta Vasili Şuyski geçti. Osmanlı tarihinde Fetret devrinde örneklerini gördüğümüz üzere, sahtecilik artık bir kronik problem haline gelmişti. Yeni Dmitri’ler türemeye devam ederken ülke kargaşa ortamına sürüklenmeye devam ediyordu. Yine Polonyalılar tarafından desteklen yeni Dmitri, Moskova’yı kuşattı. Darda kalan Şuyski, Baltık kıyısından bir miktar toprak bırakma karşılığında İsveç’le ittifak kurdu. Rusya’nın elini gören Polonya Meclisi Sejm ise, krala Rusya’yla savaş için tam destek verdi. İşte bu noktada, Doğu Avrupa’da büyük güçlerin geniş cepheli savaşı beklenirken, Rus boyarları, kişisel hakların zedelenmemesi şartıyla Şuyski’nin yerine tahta Polonya kralının oğlunu geçirmeyi kabul ettiler. Bunun üzerine Şuyski tahttan indirildi. Polonya Kralı Sigismund, kendi amacı zaten Polak-Rus tahtlarının birleşmesi olduğundan böylesine altın değerinde bir fırsatı geri çevirmek istemiyordu, anlaşmayı kabul etmeye hazırdı. Rus aristokratları, daha önceki tecrübeye binaen Vladislav’ın Ortodoks olması gerektiğini ilan edince görüşmeler kesildi ve Rus heyeti, hapsedildi.
Fetret Devri’nin Sonu
Taht boşalmış, ordu dağılmış, ülkeyi koruması beklenen asiller ona ihanet etmişler ve karışıklıklar had safhaya çıkmıştı. Bu aşamada devreye giren Ortodoks Kilisesi’nin başı Patrik Germogen, tüm eyaletlere özellikle Kossaklar ve Tatarların çoğunlukta olduğu bölgelere mektuplar yazarak yardım istedi. İlk aşamada milis birlikleri oluşturulması başarısız olmuşsa da, Nijni Novgorod’da ortaya çıkan ikinci girişim, geniş kitleleri “Ortodoks Rusya’yı korumak” amacıyla birleştirmeyi başarmıştı. Polonyalıların Moskova’dan çıkartılması sağlanmıştı, ama Smolensk ve bir kısım Rus toprakları kaybedilmişti. Moskova’da İsveç kralının kardeşini tahta geçirme planları yapılırken halk ve Kossaklar, 17 yaşındaki Mihail Romanov’un “yerli ve milli çar” olarak ülkeyi yönetmesi gerektiğinde ısrarcıydılar. Gösteriler sonuç verdi ve tarihi Romanov hanedanının ilk çarı 21 Ağustos 1613’te tahta çıktı. Böylece Karışıklıklar Devri sona eriyordu. Bu kısmi iç savaş, Rusya’ya değerli topraklara mâl olmuş olsa da, ona bir imparatorluk olma yolunda önemli bir bağışıklık kazandırmıştı.
Sibirya’ya Doğru
İç problemlerini halledip batıda Polonya ve kuzeyde İsveç ile 1617’den sonra uzun bir barış dönemine giren Rusya, güneydeki Osmanlı-Kırım gücüyle rekabet edemeyeceğini bildiğinden gözünü doğuya, Sibirya’ya, çevirdi. Burada hâkim güç olarak zayıf ve geri kalmış Sibir Tatar Hanlığı vardı. 1598’de henüz Karışıklıklar Devri başlamadan hanlık toprakları, Rusya’ya katılmıştı. Şimdi ise, Rusların önlerinde uçsuz, ıssız keşfedilmemiş Sibirya uzanıyordu. 1620’lerin başında başlayan kolonizasyon, Yakutsk’un kurulması, Baykal Gölü’nün keşfiyle devam etti ve 1650’lere gelindiğinde Okhotsk’un da ele geçirilmesiyle artık Pasifik Okyanusu’na dek uzanmıştı. Karışıklıklar Devri’nin henüz 40 yıl sonrasında Rusya, dünyanın en geniş imparatorluğu olmuştu. Önceki yazıda değindiğimiz üzere, Moğol mirasının sahiplenicisi olma amacı zaten Rusya’nın öncelikli politikalarından biriydi. Bunu gerçekleştirebilmek adına Rusya, önüne bir başka güç çıkana dek bu sınırlara ulaşmaya gayret göstermişti. Şimdi karşısında Çin vardı ve çoktan geniş Kuzey Asya bozkırlarını tamamıyla ele geçirmişti. Moğolların bıraktığı boşluk, Rusya tarafından doldurulmuştu.
Dertlerden Doğan Bir İmparatorluk
Korkunç (IV.) İvan’ın kurduğu, III. Roma’yı kurmak, Moğol İmparatorluğu’nun ardılı olabilmek gibi hayaller, şimdi mutlak bir otokrasiye itaat etmenin önemini kavrayan aristokratların sağladığı güçle ülkeyi yöneten Romanovlara nasip olacaktı. Bu noktadan sonra, Rus elitlerinin kafasında birbirine karışmış üç hedef vardı:
- Bizans mirasını sahiplenmek
- Ortodoksluğun ekümenik merkezi olup Doğu Avrupa’nın hakim gücü haline gelebilmek
- Tüm Doğu Slavlarının anavatanı olan büyük bir Avrasya imparatorluğu kurabilmek ve Avrupa devletler dengesinde önemli bir yere sahip olmak
Rus elitleri ve hükümdarları, 20 yıllık fetret devrinde ülkeyi ayakta tutanın, yerel mirlerin ve halkın devlete bağlılığı olduğunu ve bunu sağlayanın da Ortodoks inancı olduğunu biliyorlardı. Ülkenin tutkalı olan Ortodoksluğun güçlenmesi için yeni ortodoks halkların devlete katılması gerekiyordu. Bunun için de batıya ve güneye ilerlemek gerekiyordu. 17. yüzyılın ortalarından sonrası Rusya için, bu hedeflere ulaşabilmek adına, Polonya-Litvanya ve Osmanlı İmparatorluğu ile mücadelelerin başlangıcı olacaktı.
Doğu Slavlarını, Katolik Polakları, Protestan Baltık Almanlarını ve Yahudileri bir arada huzur ile barındıran çağına göre ileride sayılabilecek bir aristokratik cumhuriyet olan Polonya-Litvanya Krallığı, yüzyılın ortasından itibaren İsveç ve Rusya’ya karşı iki büyük savaş verecek ve 1667 tarihli Andrussovo Anlaşması ile Doğu Ukrayna, bugünkü Beyaz Rusya ve Smolensk’i, Ukrayna Kazaklarını yanına alan Rusya’ya kaybedecekti. Bu sırada Ortodoks Kilisesi, imparatorluk yapısına uyum sağlama adına geniş bir reformdan geçiyordu. Rusya artık Doğu Slavlarının vatanı olan bir Avrasya imparatorluğuydu. Din savaşları ile yorulmuş Avrupa ve yeteneksiz hükümdarlarca yönetilen, Anadolu isyanları ile güç kaybetmiş Osmanlılar ise, Rus İmparatorluğu’nun doğuşuna neredeyse kayıtsız kalmışlardı. Bu imparatorluğun temeli, acımasız bir otokratik rejim, neredeyse her cephede savaş ve Ortodoksluk harcı ile atılmıştı.
Not: Serinin bundan sonraki yazıları, “Cengiz’den Sonra Bozkırların Tarihi” başlığıyla değil, “Bir Avrasya İmparatorluğu” başlığıyla yayınlanacaktır. “Bir Avrasya İmparatorluğu” serisinin ilk yazısı, okumakta olduğunuz yazının bittiği noktadan sonraki gelişmeleri konu alacaktır.
[1] Bu arada tahta kimin geçeceğini Patrikliğin belirlemesi ise, o dönem Patrikliğin ülke üzerindeki gücünü anlamak için iyi bir örnek olabilir.
Seri Kaynakçası
Geoffrey Husking; Rusya ve Ruslar; İletişim Yayınları; İstanbul: 2015.
Hayrunnisa Alan, İlyas Kemaloğlu; Çengizoğulları; Ötüken Neşriyat; İstanbul: 2016.
Ronald Grigor Suny, Dominic Lieven, Maureen Perrie; The Cambridge History of Russia: Volume I: From Early Rus’ to 1689; Cambridge University Press; Online Publishing: 2008.