Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgali ile başlayan İkinci Dünya Savaşı, savaşa katılsın veya katılmasın bütün milletleri bir şekilde etkiledi. Türkler, savaşa kendilerini temsil eden bir devletle katılmamış olsalar da önce yaşadıkları topraklara hükmeden SSCB’nin Kızıl Bayrağı altında, sonra da doğu milletlerini aşağı ırk olarak gören Nazilerin Gamalı Haçı altında kendilerinin olmayan bir savaşa katılmak zorunda kaldılar.
21 Haziran 1941’de Almanya SSCB’ye karşı Barbarossa Harekatı’nı başlattı. SSCB bu saldırıya karşı hazırlıksızdı. Yeterli mühimmatı, teknik donanımı olmayan SSCB en büyük gücünü yani insan gücünü devreye soktu. Ülkenin her yanından erkekler silah altına alınıp Kızıl Ordu’nun hizmetine girdiler. Sovyetler’in ezilen, yönetimde yer verilmeyen unsuru Türkler de orduya istekli olsunlar veya olmasınlar katıldılar. Zaten seçenekleri de azdı ya savaşa katılıp tanımadıkları bir düşmanın kurşunuyla öleceklerdi ya da Stalin yönetimi tarafından hain damgası yiyip kendileri kurşuna dizilecek aileleri de sürgüne gönderilecekti.
Savaş başladıktan sonra iki taraf da kayıplar vermeye, esirler almaya başladı. Naziler, esir aldıkları düşmanlarını toplama kamplarına götürdüler. Esirler burada insanlık dışı muamelenin her türlüsünü yaşadılar. Yemek ve su gibi temel ihtiyaçları karşılanmayan ve birçok işkenceye maruz kalan esirlerin büyük kısmı bu toplama kamplarında hayatını kaybetti. Toplama kamplarındaki bu planlı katliamlara rağmen toplama kamplarındaki esirlerin sayısı savaş ilerledikçe arttı. Bu yüzden Almanlar bu esirlerden ve Sovyetler’in içindeki değişik unsurlardan bir şekilde
yararlanmak için Barbarossa Harekatı başlamadan önce yaptıkları planları devreye soktular. İşe önce esirleri sınıflandırarak başladılar. Yahudiler, Komünist Parti’nin yetkilileri ve Bolşevik yanlısı olanlar diğer esirlerden ayrıldı, bu esirler ya katledildiler ya da toplama kamplarındaki çileli hayatlarına devam ettiler. Kazaklar, Özbekler, Tatarlar, Kırgızlar, Tacikler ve daha birçok soydan insan ise Alman fabrika ve tarlalarında çalışmak üzere Almanya’ya gönderildiler. Buradaki çalışma şartları ne kadar zor olsa da elbette toplama kamplarından daha iyi şartlara sahipti.
Harekatın başlarında Almanlar bu doğulu halkları asker yapmaya niyetli değildi. Çünkü onları ‘untermensch’ yani aşağı ırk olarak
tanımlıyorlardı. Ama 1941 yılının sonlarına doğru savaşın kısa sürede bitmeyeceği anlaşıldı. Aynı zamanda Almanya’nın asker ihtiyacı da cephe sayısına bağlı olarak artıyordu ve yeterli sayıda askere sahip değildi. Bu yüzden Alman ordusunda esirlerden savaş alanında da yararlanma fikri seslendirilmeye başlandı. Hitler bu fikre çok sıcak bakmasa da bazı ordu komutanları bu fikri hayata geçirmek için çalışmaya başladılar. Türkistanlılar için önemli bir yere sahip olan Mustafa Çokay ve Veli Kayyum Han ile birlikte bazı önemli isimler Berlin’e bir komisyon kurmaları amacıyla çağrıldılar. Komisyon esirlerin durumlarını yerlerinde gördü ve esirlerin durumlarının daha iyi bir hal alması için Almanlar ile görüşmeye, bu konuda fikirler üretmeye başladılar. Türkiye de soydaşlarının durumuyla yakından ilgileniyordu. Türkiye’nin Almanya büyükelçisi Hüsrev Gerede Kırım’da bulunan Sovyet Alman Cephesine ziyaretlerde bulundu. Bu esirlerin durumlarının düzelmesi için, o ve beraberindeki ekip Alman yetkililerle görüştü. Almanlar Türk esirlerin şartlarının iyileşmesi için onlardan askeri anlamda yararlanılması gerektiği fikrindeydiler. Ama Mustafa Çokay ve komisyon bu fikre sıcak bakmıyordu. Bu yüzden Almanlar biraz tehdit ve biraz da yalan propagandalarla komisyonu ikna ettiler.
Türkistanlıların silahlandırılması çalışmaları Mustafa Çokay’ın 1941’deki şüpheli vefatından sonra hızlandı. Çokay’ın ölümünden sonra Veli Kayyum Han’ın başkanlık görevini yürüttüğü Milli Türkistan Birlik Komitesi esirlerin açlıktan, sefaletten kurtulması, kurulmuş ve kurulacak lejyonlara katılmaya gönüllü olması için seferber oldu. Bu amaçla Milli Türkistan, Mili Edebiyat mecmualarını ve Yeni Türkistan gazetesini neşrettiler. Lejyonlar kurulduktan sonra da lejyonlara katılan askerlerin maaşlarından kesintiler yapılarak oluşturulan bir yardım sandığı kurdular. Bu çalışmalar başarılı oldu, esirlerin ve işçilerin şartları düzeldi, lejyonlara katılmak için gönüllü olanların sayısı arttı. Aslında bu gönüllülük, Almanların savaştan sonra kendi özgür devletlerini kurabilecekleri gibi yalan vaatlerin (bu vaatlerin yalan olduğuna kanıt; Nazilerin Kırım Türklerine yaptığı zulümlerdir) etkisinde hayatlarını kurtarmak için gerekli olan zoraki bir gönüllülüktür çünkü lejyonlara katılmayan veya işçi olmayı kabul etmeyenler toplama kamplarında kalmaya devam edeceklerdi. Yine de Veli Kayyum Han’ın çalışmaları Türkistanlılar için büyük önem arz ediyordu. Öyle ki sonradan Türkistan Lejyonlarının komutanı olarak savaşa da katılacak olan Kayyum Han’ı, esirlikten kurtardığı Türkler ‘Ata’ diyerek saygıyla yad edecekti.
1942 senesinde Türkistan Lejyonu, sonrasında ise Kafkas ve Tatar lejyonları kuruldu. 1944 yılında bütün lejyonerlerin sayısı bir milyonu aşmıştı. 180 bini aşan asker ve personel sayılarıyla Türkistanlılar en kalabalık lejyonu oluşturuyordu. Lejyondaki askerlerin üniformaları Alman askeri üniformalarının biraz daha kalitesiziydi. Ama her lejyonun kendi özel arması üniformalarına işlenmişti. Örneğin Türkistan Lejyonun armasında Semerkand Camisi ile birlikte Biz Alla Bilen (Allah Bizimledir) cümlesi vardı. Aynı zamanda lejyonerlerin dini vecibelerini yerine getirmeleri için lejyonlarda müftüler de bulundurulur, askerlere bunun bir cihad olduğu propagandası yapılırdı. Lejyona katılan askerler öncelikle Alman subaylar tarafından eğitime tabi tutuldular. Bu eğitimler, Alman silahlarının tanıtımı ve kullanımı, beden eğitimi, taktiksel eğitimler, siyaset ve tarih derslerini içeriyordu. Bu eğitimlerden sonra lejyonerlere Hitler’e sadık kalacaklarına ve Bolşeviklere karşı savaşacaklarına dair ant içiriliyordu. Sonrasında ise ihtiyaç duyulan cephelere sevk ediliyorlardı. Lejyonerler hem Kızıl Ordu’ya hem de İtalya ve Rusya’da partizanlara karşı savaştılar. Bu savaşlarda hayatını kaybedenler için lejyon karargahında, Türkistan Marşı’nın da çalındığı merasimler düzenlenmişti. Türkistanlılardan, Veli Kayyum Han istememiş olsa da SS bünyesinde birlikler de oluşturuldu. 20 Ekim 1944’te Doğu Türk Silahlı SS Birliğ’nin ( Osttürkischer Waffen Verband der SS) kurulması talimatı verildi. Lakin Lejyonerlerden kurulu SS birliklerinin felsefesi Alman Waffen SS birliklerinin felsefesinden farklıydı. Yani bu birlikler Waffen SS birlikleri gibi korkunç savaş suçları işleyen birlikler olmadılar.
Savaşın bitimine doğru lejyonlar için de sona yaklaşılıyordu. Lejyonlar muharebelerde büyük kayıplar vermeye başlamıştı. Bir kaynağa göre Türkistan Lejyonu’nun kaybı 67 bini bulmuştu. Birçoğu da Sovyetler tarafından esir alınmıştı. Kurtulmayı başaranlar ve yaralılar ise savaştan sonra Almanya’da kaldılar. Burada kalanlar ya kendi istekleriyle ya da zorla Sovyetler’e teslim edildiler. Sovyetler’e teslim olmaktansa intihar etmeyi seçenler de oldu. Aslında bu insanların en büyük umudu Türkiye idi. Ama Rus baskısı altında eli kolu bağlanan Türkiye, sınır kapılarını açamadı. Yine de başarabilen az sayıda kişi Türkiye ve ABD gibi devletlere iltica ettiler. Sonuç ne olursa olsun mağlup bir devletin hele ki Nazi Almanyası’nın askerleri olarak zorlu bir hayata adım attılar. Vatanlarından uzakta, başka devletlerin çıkar savaşlarında zoraki bir biçimde bir o yana bir bu yana savrulan hayatlarında tek amaçları Türkistan’da, Kırım’da özgür bir şekilde konuşmak, aileleriyle vakit geçirmekti. Ne yazık ki savaşla bir ilgisi olmayan aileler bile önce Nazilerin zulmüne maruz kaldılar sonra da Sovyetler tarafından işbirlikçi olarak adlandırılıp 1944’te Kırım’da olduğu gibi sürgüne, ata topraklarından çok uzaklara gönderildiler.
Not: Bu konu hakkında kendisi de Almanlar tarafından esir alındıktan sonra bir lejyoner olan Cengiz Dağcı’nın ‘Korkunç Yıllar’ ve ‘Yurdunu Kaybeden Adam‘ kitaplarını okumanızı ve bu kitaplardan beyaz perdeye uyarlanan ‘Kırımlı‘ filmini izlemenizi tavsiye ederim.
Almanya bu harbi Stalingrad’da kaybetmedi. Almanya, Rusya’ya karşı kazandığı zaferi; Ukrayna, Belorusya kamplarında, Varşova sokaklarında, elden kaçırdı. Almanya, galibiyetini, SS hücum kıtalarının öldürdüğü insanlarla birlikte, şehir kenarlarında çukurlara gömdü. Almanya, zaferlerle başladığı Rusya seferini, Ukrayna’da, Kırım’da, Kafkasya’da Rus-Bolşevik zulmü altındakilerin iniltilerini duymamakla, kendisine, imdat diye uzanan milyonlarca eli görmemekle, yalnız görmemekle de değil, üstelik düşman eli etmekle, mağlup bitirdi.
– Yurdunu Kaybeden Adam kitabından.
Kaynakça
- Halil Burak Sakal, “Başka Bir Dünya Savaşı”
- Hüseyin İkram Han, “Bir Türkistanlının İkinci Dünya Savaşı Hatıraları”
- Cengiz Özkarabekir, “Her Cephede Savaştık”
Görseller
- https://tr.wikipedia.org
- https://bpakman.wordpress.com