Kitab-ı Mukaddes’te geçen ancak tarihi gerçeklerine ulaşamadığımız bir hikaye vardır. Bu hikayeye göre Noah(Nuh) tufandan kurtulduktan sonra tüm dünyayı 3 oğlu arasında paylaştırır. Bu oğulları kendisi ile beraber gemiye binenlerdendir. İsimleri ise şöyledir: Ham, Sam ve Yafet(Tekvin 9 ve 10. Bab). Oğlu Sam’a yeryüzünün orta ve üstün kısmını tahsis eden Nuh, Ham’a, Nil’in batısı ve arka tarafına düşen kısmını vermişti. Yafet ise doğu ve batı arasında konuşlanmıştı( Köksal,108). Gerçekten tüm dünya milletleri Nuh’un 3 oğlundan mı gelmektedir? Bunu söylemek çok zor. Ancak bazı işaretlerini dil ailelerinin dağılımında görebiliyoruz. Mesela Orta Doğu’da konuşulan Sami diller Sam’dan, Hint-Avrupa dilleri Yafet’ten ve Kıpti dilleri de Ham’dan geliyor olabilir. İlerideki çalışmalar bu konuda insanlığı daha çok aydınlatmasını umuyoruz. Ama şu bir gerçek ki Neolitik çağ devriminden sonra ilk şehirlerin ortaya çıkışıyla beraber insanlık yeni bir devrimi, yeni bir rönesansı MÖ 4.binyılda karşılıyordu.
İnsanlığın gelişimi ne bir zamana ne de bir millete aittir. İlk insanlardan günümüze uzanan bir birikimin sonucunda bugünlere gelinmiştir. Büyük İskender’den önceki dünyanın birikimlerini incelemeye devam ediyoruz. Neolitik çağdaki önemli olaylara göz gezdirdiğimiz daha önceki yazılarımızdan sonra şimdi tarihi çağlara giriyoruz. Tarihin başladığı yer, medeniyetin kalbi antik Mezopotamya’ya yola başlıyoruz.
Mezopotamya medeniyetini incelemek coğrafyayı iyi anlamakla başlar. Mezopotamya “Irmaklar arasındaki ülke” anlamına gelen Fırat ve Dicle nehirlerinin oluşturduğu alanı ifade etmektedir. Ancak Mezopotamya’nın yanında Kenan ve Suriye’yi içine alan “Levant” da genellikle Mezopotamya medeniyeti içinde ele alınır. Mısır ve İran’ı da kapsayan bölgeye ise “Yakın Doğu” denmektedir. Mısır ve İran’ı ileri ki yazılara erteleyerek bu yazımızda Mezopotamya medeniyeti üzerinde durmaya başlayalım.
Mezopotamya medeniyetinin ilk sahipleri ve Mezopotamya’nın yerlileri Sümerlerdi. MÖ 4000 yılından itibaren başlayan “Uruk Dönemi”, Sümerlilerin ilk şehirleri kurulduğu çağ olmuştu. Tarihçiler şehrin tanımında uzlaşamadıkları için bu tarihi daha gerilere “Çatalhöyük (MÖ 6500)” kentlerinin kurulduğu döneme götürmektedirler. Bizim burada kabul ettiğimiz kent tanımı Emile Durkheim’in toplumsal dayanışma ve iş bölümü teorisine dayanan: “içinde insan yoğunluğunun sağa sola koşuşturduğu, mal ve fikir alışverişinin olduğu, gıda maddeleri dışında bir şeylerin üretildiği yapay bir mekan”( Bordreuil ve diğerleri, 107) olarak kabul ederek Sümerlerin ilk kentleri ile söze başlıyoruz. Kentlerin kurulması insanlık tarihi açısından büyük bir gelişmeye kapı açmıştı. Birçok farklı meslek sahibi insanlar kendi aralarında iş bölümü yaparak yaşamlarını ve geçimlerini sürdüreceklerdi. Zannedilenin aksine köylerin büyümesi ile şehirler oluşmamıştı. Ulaşım ağlarının planı, ev adalarının dağılımı ve kentin bütününün geometrik bir şekil arz etmesi planlı şehirlerin oluşturulduğu izlenimini uyandırmaktadır (Bordreuil ve diğerleri, 111). Zanaatçıların, sanatçıların, din adamlarının, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların bir arada yaşadığı bu ilk şehirler Basra körfezinin kenarında ve Dicle-Fırat arasında uzanan Ur, Uruk, Eridu, Şuruppak, Sippar, Larsa, Habuba Kabira gibi kentlerdi. Bu kentler arasında ticari ilişkiler yayılmış, büyük inşa projelerine girişilmişti(Köroğlu, 50). İleride değineceğimiz gibi ticaret ve imar projeleri insanlığı gelişim ve ilerlemeye teşvik etmişti. Güney Mezopotamya’da büyüyen bu kentler, farklı meslek gruplarından oluşan insan topluluklarını, ticareti, dini ritüelleri, hukuk kurallarını, dış ilişkileri düzenleyecek bir lidere, bir yönetime ihtiyaç duyuyordu. Sümerliler, bu problemi de çözmek için çözüm yolu üreteceklerdi.
İşte, şehir kralları bu soruna çözüm olarak ortaya çıktı. “Erken Dönem(Arkaik) Hanedanlar” olarak adlandırılan MÖ 2900-2350 tarihleri arasında her şehrin bir yöneticisi ortaya çıktı. Ancak bu yönetici mutlak bir güce sahip değildi. “Rahip-Kral” unvanına sahip bu kişiler “Tapınak Sosyalizm” e benzer bir yöntem ile halkı yönetiyorlardı(Memiş,39). Halkın kazancı ortak olarak erken dönem ilkel “Ziggurat”larda toplanıyor ve halka buradan dağıtılıyordu. Zamanla şehirlerin büyümesiyle şehrin merkezine tapınak, şehrin sınırlarına ise saray inşa edilmeye başladı. İlk zamanlarda bu saray kralın evi değil yönetimin merkezi iken daha sonraları kralların otoritelerinin güçlenmesi ile birlikte kralın evi haline dönüştü. Tapınak ise tanrıların eviydi. Bundan sonraki aşamada ”Mutlak Monarşi”nin ilk defa ortaya çıkışını Sümerlilerin Ziusudra destanından izleyelim.
Şehirlerin kurulması ile başlayan Ziusudra destanı, sonraki mısralarda kralların gökten indirilmesini anlatmaktadır. Tanrılar, her şehre bir kral atamışlardır(Çığ,53). Bu krallar şehirleri tanrı adına yönetmektedirler. Görüldüğü gibi Sümer dünyasında rahip-krallar giderek yüceltilmiş ve kutsallaştırılmıştı. Krallar, tanrının vekili olarak görülmekteydi. Tanrı adına resmi işleri yürütüyordu. Bu gelişmeler sonucu her şehrin bir kralı olmuş ve dünya mutlak monarşi ile ilk kez tanışmıştır.
Sümerlerin medeniyete yaptıkları katkı krallığın icadı ile sınırlı değildi. Sümerler, Erken Hanedanlık Döneminde(MÖ 2900-2350) tüm Mezopotamya kültürünü etkileyecek iki değer ortaya koymuşlardı: Çivi yazısı ve Tanrı Panteonu(Grubu). İlk yazı işaretleri MÖ 3400-3200 yıllarında Ur şehri başta olmak üzere Mezopotamya bölgesinde bulunmuştur( Bordreuil ve diğerleri, 291). En erken kil tabletlerde mal listeleri, iş ilişkileri ve arazi satışları yer alıyordu(Köroğlu, 54). Bu bilgiler bize çivi yazısının geliştirilmesinde ekonomik ilişkilerin düzenlenmesi düşüncesinin yattığını gösterir. Gerçekten de şehirleşmeyle beraber ekonomik ve idari işler giderek karmaşık hale gelmişti. Bu işleri düzene koymak için arayışa giren Sümerler dünya üzerinde ilk defa yazıyı icat ettiler. Ekonomik ve idari ilerin yanında rahipler tarafından yönetilen tapınakların gelir ve gider kayıtları ilk yazının ortaya çıkışında büyük rol oynamıştır. Hatta bu yüzden bazı araştırmacılar ilk dönem Sümer toplumunun bir nevi “Mabet Sosyalizm”i ile yönetildiğini iddia etmiştir(Memiş, 39). En eski(Arkaik) tabletlerde resim karakteri(piktografik) özelliği fazla olan çiziyazısı gün geçtikçe daha soyutlaştırılmış ve yazı haline getirilmiştir(Bordreuil ve diğerleri, 293). Çiviyazısının icadı Sümer toplumuna mâl edilebilirken, diğer yazılarımızda belirteceğimiz gibi çiviyazısının geliştirilmesi tüm Mezopotamya halklarının katkısı ile meydana geldi.
İkinci olarak “Erken Hanedanlık(Arkaik) Döneminde”(MÖ 2900-2350) çoktanrıcılık inancı vardı. Sümerler, panteon adı verilen birçok tanrı grubuna tapardı. Bunlardan bazıları büyük tanrılarken bazıları ise daha alt kademedeki tanrılardı. Alt kademedeki tanrıların oluşum hikayeleri mitolojik metinlerde anlatılırken Anu, İnanna(İştar), Enlil ve Enki(Ea) gibi tanrıların oluşum hikayeleri hiçbir zaman anlatılmamıştır. Bu tanrıların oluşumu tarihin kapsamına girmediği düşünüyordu(Bordreuil ve diğerleri, 462). Ancak daha dikkatli incelendiğinde yaratıcı tanrıların üstün tutulduğu ve bunlardan Anu, İnanna ve Enlili’in babası olduğu görülecektir. Daha sonraki dönemlerde Anu’nun eşi Nammu ortaya çıkacak, bu şekilde tanrıların ailesi rahipler tarafından yazılacaktı. Sümerler, bu tanrılara taparken, tapınaklarında bu tanrıların birer heykellerini mevcut bulunduruyordu. Sadece bazı özel rahipler tapınaklardaki tanrıların heykellerinin bulunduğu odaya girebiliyordu. Halk ise hiçbir zaman putların olduğu odaya giremiyordu. Ancak ileride göreceğimiz gibi panayır ve bayram günleri tanrıların heykelleri tören alayından geçiriliyor ve halk bu özel günde tanrıları göreme şerefine erişiyordu. Sümer panteonu gibi ileride Mezopotamya’da yaşayacak her topluluk Sümer panteonunda etkilenerek kendi panteonlarını oluşturacaktı.
- Devam Edecek…
Kaynakça:
1. Prof. Dr. Pierre Bordreuil, Prof. dr. Françoise Briquel-Chatonnet, Prof.Dr. Cecile Michel ve diğerleri. Tarihin Başlangıçları: Eski Doğu Kültür ve Uygarlığı. Alfa Yayınları. İstanbul. 2015
2. Prof. Dr. Köroğlu, Kemalettin. Başlangıcından Perslare Kadar: Eski Mezopotamya Tarihi. İletişim Yayyınları. İstanbul. 2016
3. Prof. Dr. Memiş, Ekrem. Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi. Ekin Yayınevi. Bursa. 2015
4. Köksal, Mustafa Asım. Peygamberler Tarihi. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ankara.1990
5. Micheal Jursa. Babilliler. Alfa Yayınları. İstanbul. 2017
6. Çığ, Muazzez İlmiye. Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre İbrahim Peygamber. Kaynak Yayınları. İstanbul. 2017
7. Çığ, Muazzez İlmiye. Sümerde Tufan, Tufanda Türkler. Kaynak Yayınları. İstanbul 2015
8. Kitabı Mukaddes. Yeni Yaşam Yayınları. İstanbul. 2016
9. Will Durant. The Story of Civilization, Vol-I:Our Oriental Heritage. Simon and Schuther Publication. New York. 1954
Bir Sonraki Yazı: İskender’den Önce Dünya-V: Tarihin Akışında Mezopotamya Medeniyeti-II