Hayat kavgadan ibarettir. Sürekli bir savaş hali. Bu insanın nefsinden midir? Yaratılışındaki bitmek bilmez, sonu gelmez kinden midir; yoksa karanlık bir parçamız olmuş gitmez midir, bilinmez. Bazen insanlar bittim dediği noktayı görür ve orada öylece, kendilerine acıyıp kalırlar. Geri dönerler demedim çünkü geri dönmek; geçmiş bir gündeki, geçmiş bir insan olmak, başka bir insanın vücuduna girmek gibidir. Yani imkânsızdır. Bu hayatta bir gerçek varsa, o da imkânsızların zavallılar tarafından yaratılmış bir kavram oluşudur.
Her gün aynada kendimize bakmayız aslında… Yalnızca görmek istediklerimizi görürüz. Her kötü olay ise bir son değildir aslında… Yalnızca biz bunu böyle görmek isteriz.
Yıllarca süren İngiliz sömürgesinin altında, “kendi” madenlerinde, uçsuz bucaksız saatler başkaları için kazmanın, kazmanın ve durmaksızın kazmanın amacı, ancak onları evde bekleyen çocuklarının yüzlerindeki bir küçük tebessüm ile açıklanabilir. Her gün tahtadan yapılma, yıkık kapılarında bekleyen açlıktan sıyrılıp, gülümseyen o güzel gözlerin ışıltı ve mutlulukla yandığını görmek içindir bunca çalışma. Ve Hindistan’ın yarısı yıkık, yarısı açlığın üzerinde estirdiği yılgın havayla dökülmüş duvarlarının arasından, her sabah günün ilk ışıklarıyla kalkıp, her akşam yorgunluktan adım atmaya mecali kalmaz yaşayıp gider bütün bir halk. Bu yüzden sorgulamadan, yalnızca sevdiklerinin mutluluğu için, her gün kazma sallayan kollar ve sefaletin üstüne bindirdiği yükü çeken ayaklar kendiliğinden yapar her gün, aynı işi, düşünmeden.
Şehre uzaktan bakan bir göz kaldırımla yol ayırımının 3 santimlik uzaklığında kilometreler görür. İnsanlar tarafından yaratılmış aşılamaz mesafeler girer yolla kaldırım arasında ki o küçük yükseltiye. Beyaz tenleri ve sarı saçlarıyla “saygın” İngilizler yürür kaldırımlardan. Aradaki kilometrelerce mesafeden sonra ise doğduğu, büyüdüğü sokaklarda 3 santimlik bir kuyuya atılmış “onursuz” Hintliler.
Yıl 1906, Güney Afrika’da fazlasıyla sıcak ve kuru bir günde, ellerinde Hintli olduklarını belli eden onursuzluk belgeleriyle bir araya gelmiş kadınlar ve erkekler. Ortada yanıp duran korlanmış bir ateşin çevresine toplanmış, sıcakta üstlerine yağan aşağılanmalardan kurtulmaya kararlı şahin bakışlı bir topluluk. Onlara konuşma yapan biraz deneyimsiz, biraz ufak bir avukat; sonradan Mamatha yani Hintçede yüksek ruh anlamına gelen unvanıyla Gandi.
O gün belki de yalnızca tarihe yazılmış herhangi diğer günlerden farklıydı. Çünkü orada, o gün yapılan eylem; aynı zamanda bir halkın uzun süren baskılardan baş kaldırdığı günlerden bir gündü. O günden sonra Gandi ismi daha da sıklıkla duyulmaya başlanacak ve Tolstoy’un kitaplarında bir teoriden ibaret olarak tartışılan şiddetsiz devrim fikri gerçeğe dönüşecekti.
Bu yapılan ve kolayca etkileri geçen ilk eylemden sonra, İngiliz hükümeti tarafından, Hindistan için yeni kanunlar düzenlendi. Bu kanunlara göre, bir polis ihtiyaç gördüğü takdirde, izinsiz olarak evlere girip arama yapabilecek ve kişileri sorgulayabilecekti. Bu yasanın ardından yine Gandi’nin de içinde bulunduğu bir temsil heyetiyle; böyle bir uygulamanın temel ahlak kurallarını yok saydığı gerekçesiyle, şiddete başvurmaksızın, hukuken Hindistan’ı sömürgeden kurtarma hareketleri resmi olarak başlamış oldu.
İlerleyen dönemlerde halkın isyanından sıkılmış olan İngiliz hükümeti Hindistan’da çok büyük bir katliama imza attı. Amritsar’da bir Pazar yerinde, sivillerin üzerine açılan askeri ateş sonucu 1516 kişi hayatını kaybetti. Pazar yerinde toplanmış olan kadın ve çocuklar alanın tek çıkışına doğru koşarken oranında tutulmuş olduğunu gördüler. Can havliyle çırpınan yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan olayda Jallianwalla Bagh adıyla bilinen Pazar yeri bir kan havuzuna dönüştü. Bugün hâlâ Pazar yerinde temsili olarak saklanan eski duvarın üzerinde, çerçevelenmiş olan kurşun izlerini görmek mümkün.
Olayın faili olarak suçlanan General Dyer ise çıkarıldığı mahkemede verdiği “yine olsa, yine yaparım!” ifadesiyle, aslında sınıflandırmaya dayanan yapay kavramların, insanları ne kadar ayrı uçlara taşıyabileceğini bütün dünyaya göstermiş oldu.
Yaşını almış, ufak, beyazlar içinde bir adam yürümekte kırık dökük çatılarıyla enkaza benzeyen içleri yılgınlık ve ölüm dolu evlerin arasından kıvrılan ince toprak bir yoldan, denize doğru. Bu güne kadar pek çok imge yakıştırılmış olan beyaz renk, şimdi bu adamın üzerinde başka başka anlamlara girmiş. Geçtiği yerlerde umut ve barış olduğu kadar sessiz bir ayaklanma ve direniş olmuş. Hindistan’ın 200 yıllık özgürlük mücadelesi içinde ışık aramaktan yorulmuş gözler için bir isyan ve başkaldırı olmuş. Sabit ve kararlı adımlarla denizin nemli, yumuşak ve bir o karda da tuzlu havasına doğru her yıl için bir kilometre olmuş. Her adımda isyanla kalkan bir baş katılmış arkasında uzayıp giden uzun güruhlara. Tam tamına 200 kilometre. Her adımda bir, beş, on yeni isyan daha. Umuda atılan adımlar sahil kıyısında yıllar boyunca hükümet tarafından yerlilerin çıkarıp, satması yasaklı olan tuzu eliyorlar denizin sonsuzluğundan yılların sindirilmişliği, görmezden gelinişi ve ezilişine direnircesine. Tuz bir hafta boyunca sahildeki özgür insanların avuçlarından, evlerin boş sofralarına aktı ve her gün yeni bir ümit kattı havasını, suyunu kaybetmiş insanların kalplerine.
Bundan sonra Hindistan’daki halk ayaklanmaları artarak devam etti. 1945’ten sonraki süreçte değişen İngiliz hükümetiyle beraber sömürge durumundan kurtulan Hindistan, pek çok onurlu liderin önderliğinde, çok ağır bedeller ödeyerek özgürlüğüne kavuştu.
Günümüzde her ne kadar protestolar olabildiğince şiddetten uzak bir şekilde düzenlenmeye çalışılsa da, altlarında ki halk gücü ve fikir eksikliği bu protestoları amaçlarından saptırmıştır. Bir bireyin bağımsızlık ve özgürlüğe ne kadar ihtiyacı varsa, bir toplum da aynı derecede bu birleşenlere hava, su gibi muhtaçtır; lakin amacın doğruluğu ve bu amaç doğrultusunda yürünen yolun erdemliliği, toplumları medeniyetler seviyesine taşıyacaktır. Şiddetsiz devrimler mümkündür, fakat devrim için ilk olarak ciddi önem teşkil eden bir toplumsal gerekliliktir ve bunun için kitleleri yönlendirecek, barışçıllığı ilke edinmiş, liderler lazımdır. Her millet manda ve himaye olmaksızın kendi bağımsızlık mücadelesini kendi içinde verir ve her toplum adalet arar. Fakat bu arayış yalnız ve şahsi olarak toplumlara aittir.
Kaynakça:
Gandhi – 1982 ‧ Drama film/Biyografi ‧
http://www.indiaeducation.net/masscommunication/scenario.aspx
https://www.biography.com/people/mahatma-gandhi-9305898