Portekiz’in Septa’yı ele geçirmesinin sebeplerinden birisi de bu şehrin Sahraaltı’ndan gelen karavanların Akdeniz’e ulaşma noktalarından birisi olmasıydı. Ancak bu askeri sefer sonrasında Portekiz istediklerini tam anlamıyla elde edemedi. Oysa soylular arasından kimse 1415 ile başlayan Fas seferlerinden sonra ülkenin içine kapanıp eski ve fakir krallığa geri dönmesini istemiyordu. Portekiz gemileri Fas ve Kuzey Afrika kıyılarında baskınlar düzenlerken aynı zamanda denizciler Fas’ın Sahra Çölü ile biten ucunu dolaşıp karavanlarla gelen altın ve değerli madenlerin asıl kaynağına ulaşmak istiyorlardı. Bu istekleri ekonomik olduğu kadar politik de sebepler içermekteydi. Portekizlilerin yayılmacılık heveslerini Fas’tan Atlantik Okyanusu’na çevirmesiyle ‘Kaşifler Çağı’ olarak adlandırılan dönem başladı. Eski kıta Avrupa’nın sakinleri, diğer eski kıtalar sayılan Afrika ve Asya’yı keşfedip zenginliklerinden pay koparmak isterken aynı zamanda yeni kıtalar da keşfettiler. Tüm bu keşifler, Portekizlilerin yönünü Fas’tan Afrika’nın Atlantik kıyılarına çevirmesiyle başladı. Bu yazımda Fas’ın Atlantik Okyanusu’na açıldıktan sonra olan olaylara sebep veren ve Portekiz’in keşiflerinde başarılı olmasında yatan nedenleri açıklayacağım.
Ticareti domine etmek ve doğudan gelen zenginliklerin kaynağına ulaşmak aslında yüzyıllardır Avrupalılar tarafından arzulanan bir şeydi. Hindistan, Uzakdoğu ve Çin’den baharat ve ipek gibi şeyler gelirken Afrika’nın da iç kısımları başka zenginlikler barındırmaktaydı. Aslında Fas bu zenginliklerin kaynağı değil, bu zenginliklerin diğer kıtalara giden yolculuğu üzerindeki bir bölgeydi. Örneğin, Sahraaltı Afrikası’ndan çıkartılan altın ve tuzun gittiği üç ana yol vardı. (Kahire, Tunus, Fas) Bu ticaret karavanlar ile yapılmaktaydı. Ancak Septa’nın ele geçirilmesinden sonra karavanların izlediği yol değişmişti. Bu değerli maddelerin kaynağına ulaşmak için Portekizlilerin direkt olarak okyanus üzerinden bu bölgeleri ziyaret etmeleri gerekecekti.
15. yüzyılın başında okyanus, Avrupalı denizciler için pek de tekin bir yer değildi. Akdeniz ve Baltık gibi iç denizler hem okyanuslar kadar çetin değillerdi hem de açık denizde yol alma zorunluluğu olmadan seyahat edilebiliyordu. Bunun en önemli sebebi açık denizin getirdiği zorlu şartların farklı limanlara uğrayarak giderilebilmesi ve açık denizde yol alabilmek için yeterince gelişmiş gemilerin yapılmamış olmasıydı. Aynı zamanda açık denizde seyahat etmek yönü tam olarak belirleyebilmekten geçmekteydi. Her ne kadar pusula kullanımı 11. ve 12. yüzyıllarda görülse de bu pusulaların ne kadar kesin sonuç verdiği tartışmaya açıktır. Bu yüzden Akdeniz gibi kapalı denizlerde seyahat etmek nispeten daha kolaydı. (Yönünüzü kaybetseniz bile bir kara parçasına birkaç gün içerisinde ulaşabilirdiniz.) Ayrıca Akdeniz Atlantik’in sahip olduğu güçlü akıntılara sahip değildi. Her ne kadar bu akıntılar arkanızdaysa gideceğiniz yere kolayca ulaşabilseniz de akıntıları karşınıza aldığınızda yolculuğunuzun kolay geçmeyeceğine emin olabilirdiniz. Ayrıca tüm bu sebeplerden dolayı Atlantik kıyıları denizcilerin bilmediği sığ sulardı. Belirli noktaların ötesindeki denizlerin kimsenin dönemeyeceği noktalar olduğuna olan inanç da yeni denizcilerin bu bölgeleri keşfetmesine engel oluyordu. Bu gibi sorunlarla Portekizliler de ilk zamanlarında karşılaşmış ve bunlara farklı çözümler bulmaya çalışmışlardır.
Portekiz’in Afrika kıtası üzerindeki yayılmacılığı aynı zamanda Hristiyan Portekiz’in Müslüman krallıklarla olan savaşı olarak görülmekteydi. Aslında bu keşiflerin amaçlarından birisi de efsaneye göre Afrika’da, Müslüman krallıkların ardında bulunduğu rivayet edilen Hristiyan kral ‘Prester John’a ulaşma isteğiydi. Eğer Portekizliler Afrika’da Hristiyan bir krallıkla karşılaşırlarsa Müslümanlara karşı kolaylıkla bir ittifak kurabilirlerdi. Bu efsane aslında bir açıdan doğruydu. Prester John’un krallığı Osmanlı tarafından Habeşistan olarak bilinen bölgedeki Etiyopya Krallığı’ydı. Kıpti Hristiyan olan bu devlet, her ne kadar Portekiz’le Müslümanlara karşı bir ittifak oluşturmamış olsa da Portekizli denizciler için bir umut olarak kabul edilmiş ve keşiflerin sebeplerinden birisi olmuştur.
Portekiz’in farklı kıtalara gitmesi ve keşifler yapmasındaki en önemli kişi Prens Henry’dir. (Gemici Henry olarak da geçer.) Gemici Henry, Kral I. John’un 3. oğludur. Tahta geçme sırasında üçüncü olduğundan dolayı kral olması pek olası değildir. Septa’ya düzenlenen askeri seferde kardeşleriyle birlikte yer almış ve yeni kolonilerin Portekiz’in geleceği için ne kadar önemli olabileceğini fark etmiştir. Prens Henry’nin keşiflere öncülük ettiği dönemde denizcilik ve yön bulma ile ilgili devrimsel yenilikler yapılmıştır. Daha tecrübeli ve okyanusun zorluklarına dayanabilecek denizciler yetiştirilmeye çalışılmıştır. Gemici Henry için Portekiz’in geleceği Afrika’nın kıyılarında yatmaktadır. Hatta Henry, gemiciler için bir nevi sınır teşkil eden Cape Bojador’u geçecek kişiye, orada karşılaşabileceği herhangi bir sıkıntının verilecek ödülden büyük olamayacağını söylemiştir.
15. yüzyıldaki gemiler arasında açık denizde seyahat etmeye uygun pek de gemi yoktu. (Her ne kadar Vikingler’in İzlanda- Grönland- Newfoundland yolunu izleyerek Kuzey Amerika’ya ulaştığı bilinse de bu başka bir yazının konusu. Vikingler de Portekizlilerin 15. yüzyılda yaptığı gibi kendi eşsiz gemi dizaynlarını yapmışlardı.) Gemiler daha çok Akdeniz ve Baltık gibi iç denizlerde seyahat etmeye uygundu ve Hint Okyanusu gibi okyanuslarda seyreden gemiler de kıyı şeridini kullanıyorlardı. Kısacası, A noktasından B noktasına gitmek için gemiciler düz çizgi çizmek yerine kıyı şeridini takip ederek hedeflenen limana ulaşıyorlardı. Atlantik Okyanusu, Akdeniz’e nazaran denizde seyretmesi zor bir denizdi ve dönem dönem ortaya çıkan fırtınaları ile Akdeniz’den çok farklıydı. Ancak 15. yüzyılda Portekizliler karavela(caravel) adı verilen bir gemi geliştirdiler. Bu gemi büyük ihtimalle Fas’ta baskınlar yapmak ve Septa’ya kolayca erzak taşımak için geliştirilmişti. Küçük, hızlı ve üç yelkeni olan karavelanın öncüllerinin balıkçı gemileri olduğu tahmin edilmektedir. Bu gemi Atlantik’e açıldığındaysa hem yelkenleri sayesinde okyanusun rüzgarlarını kullanabiliyordu hem de küçük yapısından dolayı nehirlerde yüzdürülebiliyordu. Karavela yaklaşık olarak 100 yıl boyunca kaşifler tarafından kullanıldı. Afrika’nın kıyılarında yüzdüğü kadar, farklı nehirler aracılığıyla Portekiz’i Sahraaltı Afrika’sı ile deniz yoluyla bağladı. Aynı zamanda 1492 yılında Kristof Kolomb’u yeni keşfedilen kıtaya taşıyan gemi de bir karavelaydı.
Açık denizde seyahatin asıl sorunu yön bulmaktı. Pusulaların İberya’daki varlığı 11-12. yüzyılda kaydedilse de bunlar denizde pek de güvenilecek aygıtlar değildi. Farklı kayıtlara göre ‘bir kova suyun üzerine bırakılan bir iğnenin hep Kutup Yıldızı’nı gösterdiği’ araçlar bulunmaktadır. Ancak kaydı tutulan bu pusulanın ne kadar güvenilir olduğu tartışmaya açıktır. Ayrıca bu pusulanın açık denizde, sabit olmayan bir zeminde yön bulmak için kullanılmaya çalışılmasının ne kadar zor olacağını da düşünmek gerekir. Portekizli denizciler bu eski tasarımı değiştirdiler. Pusulayı hem daha küçük hem de üstü kapalı şekilde kullanmaya başladılar. Buna ek olarak denizcilere pusulayı kullanmak için zaman zaman karaya çıkıp sabit bir zeminde ölçüm yapmaları istenirdi. Portekizliler yön bulmak için sadece pusulayı kullanmadılar. Usturlap da Portekizli denizciler tarafından daha da geliştirildi ve yerlerini tespit etmek amacıyla kullanıldı. 15. yüzyılda Portekiz gemisini inceleyen bir Alman elçi, gemilerde kaptanın yanı sıra uzman astrologlar olduğunu ve bu kişilerin yıldızların konumlarını bildiklerinden bahseder. Tabii ki bu astrologların gemide olmalarının sebebi yer ve yön bulmak için kaptana yardımcı olmaktır.
Teknolojik gelişmeler, değerli madenlere ve kaynaklara olan ihtiyaç, bazı kararlı ve hırslı liderler, hatta dini inanışlar bile Portekiz’in keşiflere başlamasında ve başarılı olmasında yatan sebepler olmuştur. Diğer denizciler; Karadeniz ve Akdeniz’de koloniler kuran İtalyanlar ya da yine Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan İspanyollar, Fransızlar veya İngilizler; yerine Portekizlilerin Afrika’ya kıyıları takip ederek ulaşmasının nedeni eski ve kapalı denizlerde işleyen kuralları değiştirmeye başlamalarıdır. Kimilerine göre artık küreselleşme başlamıştır. Farklı kıtalar kara yollarıyla ya da kısa deniz yolculuklarıyla değil, binlerce kilometre öteden gelen gemilerle, okyanus akıntıları ve yelkenlerle yapılmaktadır. Portekiz gemilerinin Afrika kıyılarında dolaşıp Hindistan’a gitmesi, Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşması ve daha nice keşifler 15. yüzyılda, ilk olarak Portekiz ile başlamıştır. Orta Çağ yavaş yavaş sona ermekte ve kaşiflerin, kolonilerin başlayacağı bir dönem yaklaşmaktadır.
Kaynakça:
Disney, A. R. (2009). A History of Portugal and The Portuguese Empire: Volume 2. New York: Cambridge University Press.
Newitt, M. (2005). A History of Portuguese Overseas Expansion, 1400-1668.New York: Routledge.
Öne Çıkarılan Görsel: http://princehenrygroup.com/wp-content/uploads/ph_021-1200×600-cropped.jpg
Görsel 1: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mansa_Musa.jpg
Görsel 2: https://libweb5.princeton.edu/visual_materials/maps/websites/africa/maps-central/1603%20ortelius.jpg
Görsel 3: https://richedwardsimagery.files.wordpress.com/2016/05/henry-the-navigator-leads-the-explorers-of-the-age-of-discoveries-lisboa-lisbon-portugal.jpg?w=584
Görsel 4: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Portuguese_Carracks_off_a_Rocky_Coast.jpg
Görsel
5: https://world-civ-2012-13.wikispaces.com/Prince+Henry+the+Navigator+(2A)