amerika

 

Bir önceki yazıda kapitalizm ile ilgili yanlış bilinenleri düzeltip kapitalizm çeşitlerini vermiştik. Şimdi de ilk kapitalizm türümüzle karşınızdayız.

Girişimci Kapitalizm (Enterprise Capitalism)

Girişimci  Kapitalizm veya diğer adıyla Amerikan İş Modeli, Anglo-Amerikan dünyasında genellikle “saf” kapitalizm olarak algılanmaktadır. “Saf” derler çünkü eninde sonunda diğer bütün kapitalizm türlerinin varacağı nokta olarak kabul ederler. Aslına bakılırsa, Girişimci Kapitalizmin evi Amerikayı saymazsak, dünyanın hemen her yerinde bu kapitalizm türü reddedilmiştir. Adam Smith’in de güncelleyenleri arasında yer aldığı klasik ekonomik modelini baz alan Girişimci Kapitalizmin merkezinde serbest/engellenmemiş ekonomideki rekabete olan inanç yatar. Bu inancın prensibi laissez-faire’dır.

Menşei Adam Smith olan “Laissez faire, laissez passer” ( bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler) politikasını “karışmama siyaseti” olarak özetlemek mümkün. “Free-market” yani serbest piyasanın oluşmasını sağlayan yegane prensip budur. Amerika’da bu prensip devlet mülkiyetini en aza indirmeye yaramaktadır. Bu prensip sayesinde özelleştirmeler tavan yapmıştır. Bu nedenle özelleştirme Amerika’da çok çok yaygındır.

Ayrıca devletin halka yaptığı yardımlar da minimum düzeydedir. Ancak “vicdanımızı da yitirmedik” dercesine Amerika’da “safety-net” politikası oluşturulmuştur ki bu politika devlet eliyle olduğundan pek de hoş karşılanmamaktadır. İtfaiyecilerin binadan düşenleri ağlarla veya şişme yataklarla yakalaması gibi, bu “güvenli-ağ” sistemi insanların belli fakirlik düzeyinin altına inmesini engellemeyi amaçlıyor. Tabi ki de “Benim vergimle neden başkasına yardım ediyorsun EY DEVLET” anlayışı çok yaygın olduğundan, belli düzeyde sınırlı kalıyor. Ama en azından açlıktan ölmeleri engellenmeye çalışılıyor.

Yüksek verimlilik ve işçi gücünün esnekliği sistemin getirdiği artılardır. Verimlik artışı sistemdeki Görünmez El’in (Adam Smith’s Invisible Hand) etkisiyle had safhaya ulaşır. Çünkü her bir yatırımcı, kendi faydasına göre üretir. Satabildiğini satar. Satamazsa, üretmez ve sonunda bir dengeye varıp sürdürülebilir bir tavır alır. Dolayısıyla bireyler sistemi maksimum verimli bir hale sokar.

İş gücü düşünüldüğünde, sistemin esnekliği muazzam derecede fazla denilebilir. Tabi aksi düşünüldüğünde, işe olan sadakat çok da fazla denilemez. Örnek vermek gerekirse Kansas City’de, Amerikanın ortası denilebilecek bir yerde yaşayan biri, arkadaşına “Ya kanka ben hesapladım, bu işten çıkıp Los Angeles’ta işe gidersek yıllık 5 bin dolar daha fazla kazanabiliriz” deyip işe girdikten 3-5 ay sonra taşınabilirler. Tabi bir koca da karısına “Ey Hanım, bak New York’ta sana da iş imkanı varmış, gidersek çok daha rahat ederiz” deyip 1.5 yıllık yeni girdiği işinden ayrılabilir.

Tabi ki sistemin ciddi olumsuz yanları da mevcut. Geniş kitlelere yayılmış maddi eşitsizlik ve sosyal katmanlaşma. Amerika’da salt fakirlik kol gezmektedir. Bu öyle bir fakirliktir ki Avrupa’da bile bunun eşi yoktur. Bir nevi “açlıktan ağzı kokmak” tabiri duruma cuk diye oturmaktadır. Bu da bize safety-net’in ne kadar altlarda olduğunu gösteriyor. Sosyal katmanlaşmanın oluşması aslında tam da bu bahsettiğimiz para dağılımının eşitsizliğinden kaynaklanıyor. Ayrıca Amerika’da fakirlik ve suç iç içe geçmiş gibidir. Sanki birbirlerini tamamlar gibi olmuşlardır. Bu nedenle örneğin New York şehrini tek başınıza gezmek ölmenize neden olabilir. Benim gibi aşırı meraklı birisiyseniz ve “Aaa bu sokak da hangi mahalleye çıkıyormuş” dürtünüzü kontrol edemeyip o mahalleye girerseniz, kafanıza kurşun yediğinizle kalabilirsiniz. “Zenci, fakir, suçlu” üçgenin oluşmasının da sebeplerinden biri bu iç içe geçmişliktir. Fakirliğin kol gezdiği siyah bireylerin suça bulaşması, haliyle, çok doğal karşılanmaktadır.

Ancak özgürlükler ülkesi olan ABD’de, Karl Marx’ın bahsettiği proletarya isyanlarının ortaya çıkmamasının nedeni de safety-net meselesi. “Fakirsen senin suçun” denilen bir dünyada, insanlara ölmeyecek kadar yardım ederek veya bir nevi onları ölümün pençesinden kurtararak lütufta bulunan bir devlete karşı, insanların ayaklanması düşünülemez sanırım.

Amerikan kapitalizmi her ne kadar “saf” kapitalizm olarak görülse de, devlet sistemini sürdürebilmek için bir yerde müdahaleden kendini alamamıştır. “Safety-net” vicdanlı bir politika olarak kayıtlara geçebileceği gibi, devlet eliyle yapıldığı için liberallerden sert tepkiler yemektedir. İş hayatındaki esneklik, hızlı bir şekilde iş değiştirebilme imkanıyla çok çekici olan sistem, bu sayede daha verimli bir hal de almaktadır. Ancak tabi ki maddi eşitsizlik ve katmanlaşmalar da sistemin olumsuz noktalarındandır. Fakir insanları, suça meylettirmesi de cabası. Ama dünyanın kapitalizmden kaçamayacağı da bir gerçek.

Serinin birinci yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Serinin üçüncü yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

<Kaynakça>

Andrew Heywood – Politics syf 131

Leave a Reply