Dereli ve Özkan Aileleri
Kalkınan memleketimizin milli temeline yeni bir harç olmak üzere
kızımız Ayşen’le oğlumuz Ercan’ın Anadolu Kulübü’nde yapılacak nikah ve düğün töreninde
sizleri de aralarında görmekten mutluluk duyarlar.
Babası Babası
İlhan Dereli Tümgeneral
Hayrettin Özkan
26 Kasım 1972. Saat 19:00. Dereli ve Özkan aileleri bütün “içtenlikleriyle” karşımızdalar işte. Ağaoğlu’nun “Ölmeye Yatmak”da okul müsameresinin olduğu kürsüden alıp ölmeye yatacak kadar büyüttüğü karakterlerimiz, şimdi daha çok yaşlanmışlar. Anne, baba olmuşlar. Olmaya çalışmışlar. Ülke 12 Mart’ı yaşamış. Davetiyeye bakılırsa kalkınan memleketimizin milli temeline yeni harçlar eklenir olmuş.
Dar Zamanlar’ın okurları olarak bir düğün gecesindeyiz. Başta meraklıyız. Aysel’in ölmeye yatma girişiminin üzerinden 4 yıl geçmiş. “İntihar etmeyeceksek içelim bari!” diyor Tezel. Tanımıyoruz onu. Daha önce duymadık. Ömer başlıyor sonra konuşmaya. Aysel’in Ömer. Gözümüz Aysel’i arıyor. Ömer burada, ama o yok. Bir gariplik var bu düğün gecesinde. Ne güzel alışmıştık bir neslin hikâyesini Aysel’den dinlemeye. Ağaoğlu bu defa olup biteni yansıtma görevini Tezel’e, Ömer’e, yer yer ise Ayşen’e veriyor.
Sonra ne mi oluyor? Tezel’in değimiyle çok bulanık bir suda dönüp yuvarlanan bu kurtçukları oldukları gibi gözlemliyoruz bu düğün gecesinde. Zaman içinde suyun nasıl bulandığı görüyoruz.
İlhan! Babasının dükkanının alt katında yasaklı dergileri saklarken hatırladığımız bu ülkücü genç, artık büyük bir iş adamı. Ayşen’i evlendiriyor, Anadolu Kulübünde. Her şey olması gerektiği gibi. Kızını da şu tümgeneralin oğluyla evlendirdi mi, her şey daha güzel olacak. Sonra gelsin güç, gelsin yatırımlar!
Aysel! Ölmeye yatmasının ardından ona yeniden yaşadığını hissettiren Engin’i Ömer’le paylaştıktan sonra- ve tabi ki Ömer bunu tüm aşkınlığıyla uygarca geride bıraktıktan sonra- kendinden başka kimseye verecek hesabı kalmamış, “örselenerek” güzelleşmiş kadın. Bu düğün gecesinde yok, fakat o da ağlıyor. Telefonun öbür ucunda.
Ali! Dündar öğretmenin desteğiyle başkente okumaya giden, hem çalışıp hem okuyan, Aysel’e yanık yağız delikanlımız. Şimdinin saçları ak Ali Ustası! İlhan’ın konutlarının elektriğini çeken, yeğenlerini büyüten, hiç evlenmeyen ama bu bulanık suda belki de en temiz seven, geline yolladığı çiçeklerinin tıpkı kendi gibi ayak altında unutulup gideceği Ali Usta.
Onlarca isim var salonda. Onlarca hısım akraba. Amerikalardan Ayten Hanım -pardon Eytın- Müjgan, Ahmet, Hayrettin, Erkan, -Ercan mıydı hala net değil- Gönül, Fitnat, Nuriş Hanfendi, ha bir de tabi pembe sabun köpüğü. Hepsi bütün yapaylıklarıyla oradalar. Bütün çıkarlarıyla, bütün sevgisizlikleriyle, bütün boyanmışlıklarıyla.
Ağaoğlu, sıklıkla değiştirdiği anlatıcıyı öylesine net baktırıyor ki bu bulanık suya; onlar konuştukça suyun asıl rengi ortaya çıkıyor. Gelinimiz Ayşen mesela. Ercan’la milli temele harç olacağı(!) bu gecenin ilk dansını yaptığı sırada, gözleri Ömer’de kolları Ercan’da Love Story eşliğinde gösterişli ışıklar altında dans ederken “Üstüne projektör tutulmuş tavşan” deyiveriyor kendi için. Ne denli acınası durumda olduğunu tek cümleyle hatırlatıyor okuruna. Annesinin elini tuttuğu sırada “Dantel eldivenim, parmaklarındaki soğuk madenlerin tenime değmesinden koruyor beni” deyiveriyor. Bir anda hatırlatıyor para düşkünü ailesinin değerli mücevherlerinin ona yaşattığı zor günleri. Bir anda hissettiriyor “devrimci” olmaya çabaladığı günlerde, arkadaşları arasında kabul görmeye çalıştığı zamanlarda; o “soğuk madenlerin” devrimci olma yolunu nasıl kapadığını, arkadaşlarıyla arasına nasıl duvarlar ördüğünü.
Bir de Tezel var tabi. Size hayatta sahip olduğunuz her şeyinizi sorgulatan. Sebebini bilmediğim bir saygı hissi var içimde Tezel’e karşı. Çok açık olduğu için belki, belki de çok gerçek. “İçkini içersin, hiçliğe bakarsın, kendi hiçliğini görürsün; hiçbir şey, hiçbir biçimde canını sıkmaz olur” diyor. İnsanların kirlerinden bile vazgeçemediği bu hayatta her şeyinden vazgeçmiş Tezel. Yürek çarpıntısıyla çizdiği resimlerinden, devrimden, Oktay’dan -tabi bir de Memoş’tan, Aysel’den ve hatta oğlu Kerem’den. Kerem’in kıvırcık, kumral saçlarını okşadığını hissettiği an bile geri çeker kendini Tezel. Korkusu büyüktür çünkü onun: “Hiç olur, hiçlik olur, tornistan olmaz...”
Romanın sonuna gelince ise büyük bir hüzün çöker içimize. Biz kimdik? Dar Zamanlar’ın okurları. Aslında biz kendi dar zamanlarımızın oyuncularıyız, inkâra gerek yok. Birer İlhan, Ali, Aysel ve çokça da Ayşen. Keşke bulanık sularda dönüp yuvarlanan kurtçuklar olmaya devam etmesek. İçimizdeki genci, aşığı, inançlıyı ya da inançsızı; içimizde neyi büyütmeyi amaçlıyorsak işte onu kirletmeden, ilk günkü saflığıyla büyütebilsek. Bu denli tornistan olmadan…
Burak
Çok güzel bir dizi, ailecek izliyoruz.