Anlatılana göre Venedik’in hikâyesi 421 yılının 25 Mart’ında başlar. Hunlardan ve Gotlardan kaçan bölge halkı Rialto adasına ilk kiliseyi kurarlar ve aradıkları güvenliği Adriyatik’in masmavi sularında bulurlar. İlk başlarda Bizans İmparatorluğu’nun kontrolü altında uzak, küçük bir ticaret karakolundan başka bir şey olmayan Venedik, Adriyatik’in ucunda bulunmasının verdiği avantajlı konumu çok iyi kullanarak yüzyıllar içerisinde dünyanın o en güçlü, zengin ve ihtişamlı şehrine dönüştü. Akdeniz ticaretini ele geçiren Venedik, yıldızının parladığı 9. yüzyıldan Napolyon tarafından işgal edildiği 1797’ye kadar önemli bir güç olmaya devam etti.
Venedik’in parlamasını sağlayan olaysa 810 yılında meydana geldi. Karolenjlerin gururu ve pek çokları tarafından Avrupa’yı Karanlık Çağlardan çıkaran adam olarak kabul edilen Şarlman, Venedik’i işgal ederek yönetime Karolenj yanlısı bir dükü getirmek istedi. Bunun için oğlu Pepin’i görevlendiren Şarlman zaferden emindi, çünkü o sırada Karolenj Devleti İngiltere’den Roma’ya, Barcelona’dan Çek Cumhuriyeti’ne uzanan bir devdi. Lakin hatalı olduğu çok geçmeden ortaya çıkacaktı. Altı ay boyunca Venedik’i kuşatan Pepin ve ordusu lagünün çevresindeki bataklıklarda çürümenin dışında pek de bir şey yapamadı. Bu kuşatmadan altı ay sonra ise Pepin’in kuşatma sırasında yakalandığı hastalıklar sonucu ölmesiyle Şarlman barış istemek zorunda kaldı. Venedik artık bağımsızdı.
Bağımsızlık Venediklilere büyük bir özgüven ve fethedecek yeni ufuklar verdi. Lakin Venediklilerin gözü çoktandır iştahla Akdeniz’e bakmaktaydı. Yeni kazandıkları değerli bağımsızlıkları ile de artık istediklerini alabilirlerdi. 828 yılında iki Venedikli tüccar görülmemiş bir cesaretle Aziz Markos’un naaşını İskenderiye’den, Abbasilerin burnunun dibinden kaçırdı ve naaşı Venedik’e getirerek Markos’u şehrin azizi ilan etti. Oysaki Venedik bu sırada büyükçe bir köyden başka bir şey değildi. 1000 yılına gelindiğinde bile nüfusu beş binin altındaydı, yine de bu küçük şehrin vatandaşları cesaretleriyle ve kurnazlıklarıyla Akdeniz ticaretini tekelleri altına almaya adaydı ve talih de onlara yardım etmek üzereydi.
Gerçekten de 10. ve 11. yüzyıllarda talih Avrupa’nın yüzüne gülümsedi. Romalılardan kalma metotların hatırlanması ve yeni metotların keşfi ılıman iklimle birleşince Avrupa’da bir nüfus patlaması meydana geldi. Venedik ve diğer İtalyan devletleri bu fazladan iş gücünü hemen kendi karasularını denetimleri altına almak için kullandılar. 11. yüzyıla gelindiğinde kendi karasularını korsanlardan temizleyip doğu ticaretinde etkinliklerini artırmaya başlamışlardı bile. Bu dönemde Avrupa’nın diğer ucunda yaşanan bir gelişmenin de Repubbliche Marinare’ye büyük miktarda yardımı oldu. Felemenk’te üretilmeye başlanan yeni bir tür kumaş bu cumhuriyetlere doğuyla ticaret yapacak bir başka kalem vermiş oldu. Bu sayede doğu ile gitgide daha dengeli bir ticaret yapmaya başlayan bu devletlerse esas vurgunlarını Haçlı Seferleri’yle yaptılar.
Haçlı Seferleri sayesinde bütün Levant (Doğu Akdeniz) ticareti İtalyan şehir devletlerinin eline geçti. Bununsa İtalya’ya yansıması inanılmaz oldu. İki yüzyıl içerisinde Venedik ve Milano gibi önde gelen şehirlerin nüfusu yedi katından fazla arttı ve bu şehirler Avrupa’nın en büyükleri haline geldi. Oysaki Venediklilerin Haçlı Seferleri’nin yarattığı avantajları kullanması hayli geç olmuştu. Konstantinopolis ile olan iyi ilişkilerini bozmak istemeyen Venedikliler neredeyse bir yüzyıl boyunca kendilerini tutmak zorunda kaldılar. Lakin bunların hepsi IV. Haçlı Seferi ile değişti.
1202 yılında Haçlılar IV. Haçlı Seferi için Venedik’te toplanırken hedefleri oldukça açık ve netti: Mısır. Müslümanların Orta Doğu’daki bu en güçlü kalelerinden birinin düşüşü Haç ile Hilâl’in Levant’taki savaşında dengeyi Haç’ın lehine değiştirebilirdi. Lakin Mısır’a gitmek için Haçlıların çok sayıda gemiye ihtiyaçları vardı. Bu gemi ihtiyaçları için de Venedik âdeta biçilmiş kaftandı. O zamanki Venedik Dükü Enrico Dandolo Akdeniz’in en büyük filolarından birini kontrol ediyordu ve bundan önceki seferlere sınırlı katkıda bulunduğundan bu sefer ne kadar Hristiyan olduğunu kanıtlaması için iyi bir fırsattı. Oysaki Dük’ün aklında başka şeyler vardı. Mısır ile olan iyi ticari ilişkilerini bozmak istemeyen Dük, seferi kendi planlarına uydurmaya karar verdi. İlk olarak Haçlıların sefer için anlaşılan miktarı getirmemesini bahane ederek hazırlıkları geciktirdi, sonra da Haçlıları eksik miktarı Venedik’in Adriyatik’teki rakibi Zara (Dubrovnik) şehrini Venedik adına ele geçirerek ödemeye ikna etti. Müslümanlara karşı hazırlanan silahlar Zara şehrine karşı kullanılırken Dük’ün önüne tarihte az rastlanır bir fırsat çıktı. Mülteci bir Bizans Prensi eğer Haçlılar tahtı geri almasına yardım ederse seferin bütün masraflarını ödeyip askerleriyle destek olmayı vadetti. Bu fırsatın üzerine atlayan Venedikliler tehditle karışık bir ikna süreciyle Haçlıları ikna edip seferin yönünü bir kez daha değiştirdiler. 1203 yılında Konstantinopolis’in kapısına gelen Haçlı İttifakı çok zorlanmadan şehri ele geçirip Prens’i tahta oturtmayı başardılar. İşte işler bu noktada çığırından çıkmaya başladı. Birkaç ay geçmesiyle Prens’in sözlerinden hiçbirini tutamayacağı ortaya çıkmaya başladı. Buna bir de doğunun zenginlikleri vaadiyle kandırılan şövalyelerin huzursuzlukları eklenince, Haçlılar arasında yeni imparatora karşı büyüyen bir düşmanlık ortaya çıktı. 1204 yılında artık iyice sabırları taşan Haçlılar beş günlük bir kuşatmanın ardından 13 Nisan günü bir kez daha Konstantinopolis’e girdiler.
Rahibelere tecavüz edildi, patriklerin koltuğuna fahişeler oturtuldu ve imparatorların bile mezarları yağmalandı. Konstantin’in şehrinin, Doğu Roma’nın maruz kaldığı barbarlık ve yağma o kadar büyük boyuttaydı ki, çoğu tarihçi şehrin 1453 yılında Osmanlıların eline düşmesinin esas nedeni olarak bu yağmayı gösterir. Venedikliler içinse bu sadece çok kârlı bir işti. Zekice bir hamleyle Konstantinopolis’in maddi zenginliklerindense kültürel zenginliklerini yağmalamaya odaklanan Venedikliler bugün şehirlerini süsleyen birçok eseri bu sırada çaldılar. Yağma bittikten sonra yapılan antlaşmayı da zekice kullanan Venedikliler, Bizans’ın Akdeniz boyunca sahip olduğu adaları ele geçirerek doğuya giden kalyonları için de birçok üs elde etmiş oldu.
IV. Haçlı Seferi ve onun yarattığı kârlı ortam Venedik’in ve diğer İtalyan şehir devletlerinin 500 yıldır batıda görülmeyen bir zenginlik, ihtişam ve büyüklüğe ulaşmalarını sağladı. 14. yüzyıla gelindiğinde bu şehirler yüz bine yakın nüfusları ve Avrupa’da sadece kendilerinin üretebildikleri altın paralarıyla, boyutlarıyla orantısız bir güce sahiptiler. Lakin ufukta karanlık bir şeyler vardı…
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Colin McEvedy, Ortaçağ Tarih Atlası, Sabancı Üniversitesi Yayınları
Fernand Braudel, Akdeniz: Tarih, Mekan, İnsanlar ve Miras, Metis Yayınları
Umberto Eco, Ortaçağ: Barbarlar, Hristiyanlar, Müslümanlar, Alfa Tarih Yayınları
Umberto Eco, Ortaçağ: Katedraller, Şövalyeler, Şehirler, Alfa Tarih Yayınları