Sanat, değişik tatları içinde barındıran bir lezzet şöleni. Aynı zamanda her bireyin içinde kendinden bir parça bulabileceği, kendini istediği şekilde ifade edebileceği ve hiç kimse tarafından yargılanmaksızın özgürce sözcüklerini, çizgilerini ya da sesini kullanabileceği yegane alanlardan bir tanesi.  İnsanlar, sanatın sınırları görünmeyen uçsuz bucaksız alanı içinde özgürce dolaşırken hayata karşı duruşlarını da şekillendirmekte. “Sanat” içerdiği birçok farklı lezzetle aynı hayat görüşünü paylaşan ya da belirli konulardaki ortak paydalarda birleşen insanların vardıkları fikir birliklerine de sahiplik yapmakta. Sanatın en kıymetli evlatları arasında resim, müzik, edebiyat ve sinema gibi insan hayatını oldukça zenginleştiren nice değer yer almakta. Her insana fazlasıyla hitap eden bir ya da birden çok alan bulunmakta bu konular arasında. Hepsinin kendine özgü özellikleri olmasına rağmen bazı eserleri ortak yönlerini esas alarak belirli başlıklar altında toplamak mümkün olabiliyor.

Sanat akımlarına olan merakımın artmasıyla birlikte edindiğim bilgileri bir yazı dizisi olarak sizlerle paylaşmayı tasarladım. Araştırmalarım sırasında bugüne kadar bilmediğim bazı akımlarla da karşılaştıktan sonra, yazı dizimde bahsedeceğim akımların ortak bir özelliğe sahip olması gerektiğini düşündüm. Yirminci yüzyılda oluşumu ve popüleritesi bakımından önemli bir yere sahip olan ekspresyonizm, fütürizm ve sürrealizm akımları ve temsilcileri fazlasıyla ilgimi cezbettiği için bu başlıklara yer vermek istedim. Üç temsilciyi de her akıma ait olan bir ressam, bir yazar ve bir yönetmen olarak belirledim. Umarım ilgi çekici bulduğum ve araştırmaktan çok zevk aldığım bu yazı dizisi sizler için de hem bilgilendirici hem de eğlenceli bir yer edinir. Yazı dizisinin ilk bölümünde “Ekspresyonizm” konusunu ele alacağım. Yazı boyunca ekspresyonist özellikler taşıyan; ressam Edvard Munch, yazar Franz Kafka ve yönetmen Fritz Lang‘ten bahsedeceğim.

Her akımın kendine has ve diğerlerinden ayırt edilmesini sağlayan özellikleri bulunmaktadır. Ekspresyonizm, duyguların ve iç dünyanın önem kazandığı sanat akımı özelliğini taşımaktadır. Akım, doğanın olduğu gibi aktarılması yerine, duyguların ve iç dünyanın etkisine dikkat çeker.  Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya’da pozitivizm ve naturalizm ve empresyonizm akımlarına karşı olarak ortaya çıkan ve 1900-1935 yılları arasında gelişen akım, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunur.  Ekspresyonizme göre nesneler görüldüğü gibi değil , sanatçıda bıraktığı ifade ve etki ile resmedilmelidir. Sanatçılar resimlerindeki ifade gücünü artırabilmek için deformasyonlar yaparlar ve doğayı kendi estetik anlayışlarına göre yeniden düzenlerler. Özellikle Almanya’da sanat dallarının hepsinde etkili olan ekspresyonizm hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliğindedir.

Edvard Munch (1863-1944)

1863’te Norveç’te doğan Munch, ailesini art arda genç yaşlarda kaybettiğinden üzücü ve sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçirir. Çocukluğu boyunca sık sık hastalandığı için zayıf bir bünyesi olmuştur. Bu nedenlerden ötürü çalışmalarının çoğunda hastalık ve ölüm temalarını kullanmıştır. Munch: “nefes alan, hisseden, seven ve acı çeken her canlıyı” çizmek istediğini belirtmiştir. Çizimleri hislerinin dışa vurumu olduğu için sanatı ekspresyonizm olarak adlandırılmıştır. Ressamın belki de en çok bilinen eseri “Scream” (Çığlık) tablosu dünya çapında bir üne sahiptir. Birkaç sene öncesinde Cermodern’de açılan sergide Munch’ın orijinal eskizlerini ve tablonun hem renkli hem de siyah beyaz çeşitlemelerini yakından görme fırsatı bulmuştum. Edvard Munch, güneş batmak üzere olduğu saatlerde çıktığı yürüyüşünde gökyüzünün aniden kızıla boyanmasının kendisine ilham verdiğini ve doğanın sonsuz çığlığını duyduğunu belirtmiştir. Bu sessiz çığlığın etkileri resimdeki dalgalanan çizgilerle betimlenmiştir. Ayrıca tabloda köprünün üzerinde duran iki kişi çığlık atan figürü duymaz ya da aldırış etmezler. Bu bakımdan resim, bize korkunun yanı sıra yalnızlık, terk edilmişlik duygusu da verir. Adeta bütün dünya, haykıran kişinin üzerine yıkılmaktadır ve o tek başınadır. 

Scream, 1893

 

Franz Kafka (1883-1924)

1883’te Prag’ta doğan Kafka’nın ailesiyle olan ilişkisi, içinde yaşadığı toplum ve siyasi ortam çevresine yabancılaşmasını kolaylaştırmıştır. Yapıtlarında çağımız insanının korkularını, yalnızlığını, kendi kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini dile getirmiştir. Kafka’nın hayat görüşünü ayrıntılı şekilde incelediğim “Franz Kafka: Aforizmalarla Yaşamak Üzerine” yazımda günah, ızdırap, umut ve doğru yol gibi insan hayatının vazgeçilmez ögelerinden bahsettiğine değinmiştim. Karanlık içinde kalmış, içinde gizlenen ince ruhuna ışık tutabiliyoruz eserlerinde yazarın. Kafka’nın en önemli eserlerinden biri “Dönüşüm“dür. Küçük burjuva çevrelerindeki yozlaşmış aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen bu uzun öykü, aynı zamanda toplumun dayattığı, işlevini çoktan yitirmiş kalıplara bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı bir biçimde dile getirir.  Gregor Samsa’nın dönüşümü sadece bir değişim değil başkalaşımdır. Duyguları tüm çıplaklığıyla açığa çıkarmayı ve en derin hislerimize hitap etmeyi başaran Kafka, ekpsresyonizmin başarılı bir temsilcisi olma özelliği taşımaktadır.

 

Fritz Lang (1890-1976)

Viyana doğumlu olan Lang, okuldan kaçtıktan, Asya ve Afrika’da seyahat ettikten, Birinci Dünya Savaşı’nda savaştıktan ve senaryo yazdıktan sonra 1919’da film yönetmeye başlamıştır. Başarılı filmleri sayesinde Almanya’daki en popüler sinema adamı olmayı başarmıştır. Üslubunun kökenleri ekspresyonizme uzanmakla birlikte fantastik, korku, cinayet ve dram türündeki eserleriyle çok yönlülük sergilemiştir. İnsanlığın karanlık tarafını, suç ve intikam gibi konuların karmaşık ve ahlaki boyutunu işlemiştir. Alfred Hitchcock ve Tim Burton gibi ünlü yönetmenleri etkilemiştir. Alman ekspresyonizmi derin duygusal konulara odaklanırken sübjektif bir perspektif kullanmaktadır. Teknik olarak ışık ve gölge oyunlarına odaklanması ve filmlerde yer verilen robotlar, karmaşık yaratıklar ve vampirler gibi olağanüstü ögelerle harmanlanan temalarıyla Alman ekspresyonizmi sinemada diğer akımlardan ayrılmaktadır. Özellikle gerçek dünyanın birebir kopyası niteliğinde olan naturalizm ve realizme karşı bir duruş sergilemektedir. Lang’in en ünlü ve temsilcilerinin çoğunun ilham aldığı ve Alman ekspresyonizm ekolünün en önemli ögelerinden olan film “Metropolis“tir. Bilim kurgunun ilk örneği kabul edilen Metropolis, totaliter bir devlette gerçekleşen işçi isyanının tarihini anlatmıştır. Gösterişli seti, kalabalık kadrosu ve büyük bütçesiyle Metropolis, Almanya’da o güne kadar yapılan en büyük film özelliğini taşımaktaydı.  Teknik anlamda olağanüstü ve devrimsel özellikler taşıyan film, toplumsal eleştirileri de içermektedir.

Metropolis, 1927

Ekspresyonizm akımı üzerinden sanatın üç farklı dalında kendi alanlarında dünya çapında ün sahibi olan değerli sanatçıları yazım boyunca incelemeye çalıştım. Her bir sanatçının en ünlü ya da popüler eseri hakkında da küçük bir değerlendirme yapmak istedim. Konu hakkında eklemek istediğim daha birçok güzel bilgi olmakla birlikte hepsine yer veremedim; fakat özellikle ekspresyonizmin sinema alanıyla ilgili olanlar için “Das Cabinet Des Dr. Caligari” ve “Nosferatu” filmlerinin incelenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Sanatın fütüristik perspektifinde buluşmak dileklerimle…

 

Kaynakça

Ekspresyonizm Nedir Ne Demektir ve Ressamlar Listesi

Sanat Akımları Nelerdir?

https://tr.wikipedia.org/wiki/Edvard_Munch

Benim Sanat Kitabım, Rosie Dickins

http://www.leblebitozu.com/bilmeniz-gereken-14-ekspresyonist-ressam-ve-tablolari/

Dönüşüm, Franz Kafka, Can Yayınları

http://clipart-finder.com/writer-clipart.html?page=2

Franz Kafka – Dönüşüm

FİLM, NTV Yayınları

http://www.beyazperde.com/sanatcilar/sanatci-553/

http://www.classicfilmtvcafe.com/2010/08/man-vs-machine-in-fritz-langs.html

 

 

 

Leave a Reply