Borç, 2018 yapımı, senaristliğini ve yönetmenliğini Vuslat Saraçoğlu’nun yaptığı bir film. Başrol için, Zeki Demirkubuz filmlerinden aşina olduğumuz Serdar Orçin seçilmiş. Aynı zamanda film Uluslararası İstanbul Film Festivali’nden Altın Lale ödülünü kazanmayı başarmıştır.

Yazımızın geri kalanı sürprizbozan içerebilir. Uyarmak vazifemizdir.

Filmin hikayesinin ana hattında bir aile ve onlara konuk kalmak zorunda kalan yaşlı bir kadın arasındaki ilişki var. Ana karakterimiz Tufan, ailenin babası, Türk toplumunun ahlaki kurallarına bağlı olarak, iyi bir insan olarak portre edildiğini görüyoruz. Babanın yaralı kuşu eve alması, kızına ve eşine karşı olan iyi tavrı, hakkını çok zor aldığı patronuna karşı olan duruşu söylediklerimi destekler nitelikte. Toplumun alt tabakasından biri olduğu söylenebilir.

Diğer bir tarafta ise ailenin komşusu ve şimdiki misafiri yaşlı teyzeyi, Huriye’yi, görüyoruz. Huriye karga ile birlikte geliyor eve ve onun gitmesi ile Huriye de gidiyor. Bu uzun soluklu ziyaretin sebebi ise Huriye’nin sağlık sorunundan ötürü bakıma muhtaç olması ve “arsız” bir kıza sahip olması.

Filmin teması iyilik ve iyiliğin karşılığı. Bu kavramlar içerisinde, özellikle bu iki karakter üzerinden film belli başlı durumları tartışıyor ve benim gözümde bir filmde olması gerektiği gibi bu tartışmaya son noktayı koymuyor. Huriye’nin kızı bir müzisyen ve turnelere çıkıyor. O yüzden de evde kalıp annesi ile ilgilenemiyor. Tek sunabildiği öneri ise bakımevi. Filmde izlediğimiz süreç boyunca da annesi ile görüşmeyi reddedip, Tufan’ı, annesi ile arasında medyum olarak kullanıyor. Tufan da, kızının Huriye’ye bakımevini önerdiği fikrini söyleyemiyor ve Huriye’nin evde bakımına devam ediyor, bir gün nasıl olsa iyileşecek umuduyla.

Huriye aslında pek de iyi bir misafir olarak yansıtılmamış filmde. Öncelikle bakıma muhtaç bir kadın, ilaçlara ve bir tıbbi cihaza ihtiyaç duyuyor. Bunların hepsi de Tufan’ın sırtına maddi bir yük olarak biniyor. Gösterildiği gibi Tufan birçok maddi zorluk çekmesine rağmen, bu tarz yükümlülükler altına girmekten kaçınmıyor. Bunlara karşılık Huriye, aileye hiçbir yardımda bulunmuyor. Aynı zamanda, içinde olduğu durumun farkında ya da farkında olmaksızın, Tufan’ın kızının arkadaşı hakkında evden yediğine, beleşçilik yaptığına dair şikayetçi olup çocuğu rahatsız ediyor. Sürecin sonunda Tufan öğreniyor ki Huriye tüm parasını kızına gönderiyormuş. Bunun üstüne Tufan büyük bir sinirle tüm gerçekleri Huriye’ye söylüyor ve Huriye gitme kararı alıyor. Vuslat Saraçoğlu, bizden Huriye’nin kararını tartışmamızı istiyor kanaatimce. Sana emek veren insanları mı düşünmelisin, hiç değilse borcunu mu ödemelisin? Yoksa her zaman önceliğin kan bağın olan çocuğun mu olur? Bence sorunun cevabı açık ve film aslında başından beri bizi bu cevaba hazırlıyor. İyi bir ana karakter oluşturulmuş ve her koşulda yardım ediyor. Son çare olarak kadından bir şey bekliyor ve alamıyor. Vuslat Saraçoğlu, ne olursa olsun iyiliğin değerini bilmemizi istiyor.

Vuslat Saraçoğlu ile Toplumun Noksanları

Filmde toplumun birçok sorununa değinilmiş ve izleyiciye hatırlatılmak istenmiş. Bu bakımdan filmi “toplumcu gerçekçi” bir yapım olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca filmde bu sorunların abartılı ve göze sokulur bir biçimde değil de sade ve olduğu gibi anlatılması, benim gözümde, toplumcu gerçekçi bir yapımı başarılı yapan unsurlardan.

Filmde birçok kez, toplumun harcama alışkanlıklarının eleştirildiğini görüyoruz. Tufan’ın bir arabası var fakat binmiyor. Sabahları sadece motoru açıp, ses çıkartıp, arabadan inerek otobüsün yolunu tutuyor. Saraçoğlu bu karakterin araba zevkini bir hayli ön plana çıkartmış. Ana karakter arabayı modifiye de ettiriyor. Film ilerledikçe ve seyirciler olarak biz, ailenin çektiği Trabzon ekmeği alamamak veya küçük pasta alamamak gibi ekonomik zorlukların indikatörlerini gördükçe yapılan bu tarz harcamaların gereksizliğini görüyoruz.  Yalnız ana karakterde değil yan karakterlerin de harcama alışkanlıkları eleştirilmiş. Kirasını ödeyemeyen fakat joystick alan adam, ya da bu insanların sigara içmeleri gibi. Bu bağlamda film, toplumun harcamalarını daha dikkatli yaparsa ekonomik olarak biraz daha rahatlayabileceğini gösteriyor.

Eleştiri yalnızca ekonomik zincirin son halkasına da gelmiyor tabii. Filmde maaşları geç ödeyen, bu yaptığını da çalışanlarına ek iş bulmayı teklif ederek normalleştirmeye çalışan bir patron görüyoruz. Buradaki kritik nokta sahne ise bence joystick alan fakat kirasını ödeyemeyen adamdan geliyor. “Ev sahibine maaşımı alamadığımı söyleyemiyorum. Onu ilgilendirmiyor. Patrona da ev kirasını ödeyemediğimi söylemem gereksiz. Paramı alıp istersem Miami’de harcarım, hakkım değil mi?”. Bu isyan biz izleyiciyi gerçekten de şaşırtıyor ve bence bir noktada seyirciyi çatışmaya sürüklüyor. En başında kızdığımız bu insanlar haklı mı sorusunu sordurtuyor kendimize. Önceden de bahsettiğim gibi filmin bu tarz tartışma ortamı sunması, seyirciyi düşünmeye itiyor ve izleyiciyi filmin içine çekerek filmle bütünleştiriyor.

Toplum tarafından bize atanmış olan kimliklerimiz yüzünden hayatımıza gelen kısıtlamalardan da şikayetçi bir film Borç.  Kek yapmayı sevdiği için dalga geçilen bir adam görüyoruz. Topluma kızıyor film, sadece biyolojik cinsiyetimiz yüzünden, yapmak istediklerimizden mahrum bırakıyoruz kendimizi, kendi özgürlüğümüzü kendimiz kısıtlıyoruz bir noktada. Bu sorun daha derin bir şekilde temellendirilebilir tabii, fakat yazımızın konusu değil. Onun dışında sadece bir annenin kızı ya da çocuğu olduğu için istediği mesleği seçse de fazlaca yargılanan bir kadın görüyoruz. Bu dünyaya tercihen gelmemiş olan biz insanların, kaderlerinin toplum tarafından çizilmeye çalışılmasının ne kadar acıklı olduğunu gösteriyor bize film. En sonunda ise Huriye’nin kızını müzisyen olduğu için eleştiren Tufan’ın kızının, müzisyen kadına özenerek bakması ise filmin sonu için fazlaca manidar olmuş.

Yalnızca bize atanan kimlikle gelen kısıtlamalar değil, ayrıca bu kimliklerle birlikte atanan rollerin adaletsizliğine de kadınlar üzerinden bolca değinmiş Vuslat Saraçoğlu. Ailenin ve evdeki ilişkilerin patronu babadır. O istediği zaman seks yapılır. Cefasını kadın çekecek olsa da yardım yapılıp yapılmayacağının kararını baba verir. Yaptığı bu hareketle de takdiri baba kazanır, tüm emeği kadın vermiş olsa da. Bunların hepsini Borç’ta görüyoruz. Saraçoğlu bu rollerin, ortalama bir Türk ailesinde, hala çok dengesiz bir şekilde dağıldığını kanıtlıyor bize.

Saraçoğlu Duvara Konuştuğunu Biliyor

Gerçekten de filmde toplumun sorunlarıyla ilgili tespitler çok güzel anlatılmış. Fakat bir sorun var ki bu sorunlara sahip olan kitle bu tarz filmlerle ilgilenmiyor. Daha çok hızlı tüketilen filmlerle ilgilenseler bile, filmde anlatılmak istenen bir şey varsa da asla onu almıyorlar. Filmde sinemaya giden karakterlerin izledikleri filmlerle alakalı yorumlarından bunları anlayabiliyoruz. “Film bomba gibiydi.”, “Herifler psikopat yapmış.” Ve efektlerden bolca bahsediliyordu. Bu tarz kalıplar yönetmenin, bahsettiğim kitle hakkındaki düşüncelerini kanıtlar nitelikte. Sonuç olarak, Saraçoğlu’nun anlattıklarının, aslında istenilen kitleye değil de zaten bu sorunların farkında olan kitleye gittiğinden şikayet eden bir film ile karşılaşıyoruz. Saraçoğlu, bence harika tespitler yapıyor ve eleştirilen kitlenin kesinlikle kendilerini filmde görmelerini istiyor fakat yalnızca bildiklerini bilene anlattığı ile kalıyor.

Toparlamak gerekirse, toplumun sorunlarına bu denli değinen bir filmin seyircinin gözüne sokarak ya da ajitasyon yaparak derdini anlatmaya çalışmaması, filmi toplumcu çizgisinde başarılı kılıyor. Kamera kullanımında ve kurguda, film izleyiciyi çok yöneltmiyor, olanı olduğu gibi göstermeye çalışıyor. Bu özellikler ve filmdeki oyunculuklarla, Saraçoğlu, son zamanlarda ülkemizde eksikliğini hissettiğimiz başarılı toplumcu eserlere olan özlemimize derman olacak bir film ile baş başa bırakıyor bizi.

Leave a Reply