ANADOLU’NUN TAM ORTASINDA GÖZDEN KAÇAN BİR SELÇUKLU ŞAHESERİ: KUBADABAD SARAYI

Anadolu’nun tam ortasında, Konya Beyşehir’de, çoğu insanın ismini dahi duymadığı bir yapı yer alıyor: Kubadabad Saray Külliyesi. Selçuklu tarihçisi İbn-i Bibi’nin “Cennet ya burasıdır, ya da buranın altındadır” diyerek övgüler yağdırdığı bu saray ve çevresindeki yapılar, ne yazık ki günümüze sağlam olarak ulaşamamıştır. Külliye’nin elimize ulaşan en sağlam ünitesi aşağıda daha ayrıntılı değineceğimiz Küçük Saray denilen yapıdır. Onun da sadece duvarlarının  küçük bir bölümü ayakta kalabilmiştir. Günümüzde bir insanın Kubadabad’ a gidip sathi bir bakışla baktığında göreceği tek şey oraya buraya serpiştirilmiş taş yığınları olacaktır. Saray denildiğinde hepimizin aklına gelen o görkemli, süslü anıtsal yapıları burada görmek mümkün değildir. Oysaki orada çok büyük bir zenginlik yatmaktadır.  Selçuklu’dan günümüze ulaşan ve planı bilinen tek saray olan Kubadabad, bu haliyle bile bizlere Selçuklu sanatı ve saray hayatı konusunda çok şey söylemektedir. Yıllar süren kazı çalışmaları sonucu çıkarılan çiniler, Anadolu kültür mirasının zenginliğini gösterdiği için çok büyük ehemmiyete sahiptir. Kubadabad Saray Külliyesi ve çinileri hakkında kısa bir inceleme yaparak, bu güzide Selçuklu eserini daha yakından tanımaya çalışalım.

Kubadabad Külliyesi havadan görünüşü

Tarih sahnesine Orta Asya’da çıkan Selçuklular, batıya akan bir gelişme göstermiştir. Uygur sanatının mirasçıları olarak bu dev coğrafyaları kendilerine mesken tutmuştur. Günümüzde İran, Hindistan ve Türkmenistan sınırları içerisinde kalan bölgelere kendi mührünü vuran Selçuklular, sanat çizgilerini devam ettirmiştir. Büyük kültürlerin yanıp söndüğü Anadolu’ya geldikleri zaman, geleceğe miras kalacak çok değerli mimarlık ve sanat ürünleri ortaya koymuşlardır. Camiler, medreseler, şifahaneler, kervansaraylar, imaretler inşa ederek Anadolu’nun çehresini değiştirmişlerdir. Yerleşik uygarlığın bir göstergesi olan köşk ve saraylar da Selçuklu sanatının titizlikle ele alınması gereken yapılarıdır. Saraylar sadece dönemin yöneticilerinin yaşadığı yerler olarak düşünülmemelidir. Saray bir toplumun eylemlerinin en üst düzeyde gerçekleştiği ve üst kesimin eğitildiği yerdir. Netice olarak, bizler sarayları tanırsak, o toplumun kültürünü de tanımış oluruz diyebiliriz. Bugün Anadolu’da planı ve dekoratif özellikleri bilinen ve günümüze ulaşan tek Selçuklu sarayı Kubadabad’dır.

Selçuklu Sultanı I.  Alaaddin Keykubat, Antalya- Alanya seferindeyken Beyşehir Gölü (o zamanki adıyla Buhayre-i Gurgurum) kıyısında konakladı. Orada bulunan göle hayran olan Sultan, mimar Saadettin Köpek’e buraya bir saray inşası için emir verdi. Dönemin tarihçisi İbn-i Bibi, Sultanın güzellikte cennete benzeyecek bir saray yapılmasını istediğini ve planını bizzat kendisinin çizip üzerinde açıklamalar yaptığını aktarır. İnşa edilen bu görkemli saraya Sultan Alaadin Keykubad’a izafeten Kubadabad ismi verilir. Kubad kelimesiyle Keykubad kastedilmiştir. Farsça bir tamlama olan Kubadabad, Keykubad’ın şenlendirdiği, ihya ettiği yer anlamına gelir. Külliye yaptırıldıktan sonra oraya bir vali atanmış ve bir şehir kurulmuştur. Dolayısıyla Kubadabad ismi hem saray için hem de saray çevresine kurulan yerleşim yeri için kullanılmaktadır.

Kubadabad’ın mimari özelliklerine geçmeden önce burada yapılan kazılar hakkında da bilgiler verelim. 1950’li yıllarda, Konya Müzesi Müdürü Zeki Oral, Selçuklu tarihçisi İbn-i Bibi’nin eserlerini inceleyerek yeri tam olarak belirlenememiş olan Kubadabad Sarayı’nın keşfi için çalışmalara başlamıştır. Uzun uğraşlar sonucu başarıya ulaşmış ve Kubadabad Sarayı’nın yerini bulmuştur.  Kubadabad’ın irili ufaklı çeşitli bina kalıntıları içerdiğini fark eden Oral, en büyük ve özellikleri anlaşılacak kadar düzgün durumdaki iki tanesini Büyük ve Küçük Saray olarak tanımlamış ve planlarını çizmiştir. Bu ilk arkeolojik kazısının ardından Oral, bu bölgede daha kapsamlı çalışmaların gerektiğini fark etmiş ve ilerleyen yıllarda daha güçlü bir ekiple tekrar gelme ümidi ile kazdığı yerlerin üstünü kapatmıştır. Civar köylerde yaşayan insanlardan da kazı yaptığı yerleri korumalarını istemiştir. Ne yazık ki merhum Zeki Oral bir daha Kubadabad hakkında çalışma fırsatı bulamamış ve araştırmalar sekteye uğramıştır. 16 yıl boyunca Kubadabad Sarayı ve çevresi hakkında bilimsel bir araştırma yapılmamıştır.

Kubadabad’da ilk bilimsel kazı projesini yürüten sanat tarihçisi Prof. Dr Katharina Otto Dorn

Zeki Oral’ın niyet edip de gerçekleştiremediği kapsamlı bir bilimsel kazı projesi 1965 yılında Prof. Dr. K. Otto Dorn öncülüğünde başlamıştır. Proje bütçesinin yaklaşık 1/5’i Türkiye, geri kalan kısmı da Almanya tarafından karşılanmıştır. Kazı sürecinde bir mimar, restorasyon uzmanı ve çeşitli üniversitelerden sanat tarihçileri K. Otto Dorn öncülüğünde çalışmıştır. Bu araştırma Türkiye için çok büyük önem arz etmektir zira Türk kültürüne yönelik yapılan ilk profesyonel arkeolojik çalışmadır.

Kubadabad mimari açıdan büyük estetik değere sahiptir. Külliye başlıca Büyük saray, Küçük Saray, Tersane, Köşklü Hamam, Av Köşkü gibi üniteleri içermektedir. Araziye serpiştirilmiş plan tipi bize Topkapı ve Edirne Sarayları’nı hatırlatmaktadır.

Kubadabad Saray Külliyesi tasviri

Büyük Saray olarak adlandırılan ünite dikdörtgen bir plana sahiptir. Kuzeydoğu yönüne doğru uzanan bu yapı ön avlu, taht eyvanlı bölüm ve buna bitişik olarak inşa edilen haremden teşekkül etmektedir. Ön avlunun güneybatı yönüne bakan kısmında yan yana inşa edilmiş 7 küçük oda göze çarpar.

Büyük Saray

Otto Dorn zamanında yapılan kazılar neticesinde Büyük Saray’da ortaya çıkan çiniler, Kubadabad’ın ününü dünyaya yaymış ve artık Kubadabad Sarayı bu çinilerle anılır olmuştur. Taht divanı olarak bilinen bölümde çok değerli çiniler yer almaktadır. Harem bölümündeki 2 odanın tüm yüzeylerinin çinilerle kaplı olduğu da elimize ulaşan bilgiler arasındadır.

Büyük Saray’da divan odasında bulunan çiniler

Külliye’nin bir diğer önemli yapısı da Küçük Saray’dır. Bu ünite Anadolu Selçuklu sanatının en seçkin örneklerinden birisidir. Külliyedeki diğer ünitelere nazaran günümüze daha sağlam bir şekilde ulaşmıştır. Küçük Saray, kareye yakın bir plan tasarımıyla Büyük Saray’a benzerlik gösterir. Her iki yapı da vestibül (giriş mekanı), sofa (taht salonu) ve taht eyvanı ile bunların etrafında inşa edilen küçük odalardan oluşmaktadır.

Küçük Saray

Kubadabad’da göze çarpan bir diğer ünite de K. Otto Dorn’un tersane olarak adlandırdığı yapıdır. Kayıkhane olarak da anılmaktadır. Yapı iki gözden oluşmaktadır. Ne yazık ki yapı örtüsü yıkılmıştır. Kuzeydeki göz, ortadan bir duvar çekilerek ikiye bölünmüştür. Bir göz ahşap kalıntıların tamiratının yapıldığı çekek yeridir. Diğer göz ise kızaklama olarak da tabir edilen suya indirme bölgesidir.

Tersane

Mimari üniteleri genel bir bakışla inceledikten sonra, şimdi de Kubadabad’ın çinilerine bir göz atalım. Bu çiniler başlı başına bir tasvir sanatını ortaya koymaktadır. Sultandan saraylılara, bitkilerden hayvanlara kadar gerçekler alınıp soyutlanarak bu çiniler üzerinde aktarılmıştır.

İlk örnek olarak, simetrik kuşlar ve hayat ağacı motifini inceleyelim. Motifteki önemli unsur hayat ağacıdır. Bu kompozisyon, insanın ahirete yolculuğunda hayat ağacının önemini ve kuşların ruha eşlik etmesini anlatır. Stilize bitkiler ve sarmallar da motifte bulunan diğer detaylardır.

Simetrik Kuşlar ve Hayat Ağacı

Kıvrak motifler ile karşımıza çıkan vahşi hayvan figürleri de bir başka örnektir.

Hayvan Figürleri

Kubadabad çinilerinde insan figürleri de çok önemli bir yer tutar. Genel olarak Selçuklu tipinden bahsedelim. Çinilerdeki insan figürlerinde yuvarlak çehre, çekik gözler, yay kaşlar, küçük ağızlar ve benler göze çarpar. Bağdaş kurarak oturanlar genellikle saray mensuplarıdır.

Çinilerdeki İnsan Figürleri

Orta Asya’dan beri önemli bir spor olarak kabul edilen ve cesaretin simgesi olan av ritüeli çinilere de yansımıştır.

Kubadabad’da görülen diğer ilginç çini tasvirleri de siren ve sfenkslerdir. Sirenler, baş bölümü kadın olan ama kuş vücuduna sahip figürlerdir. Sirenler tamamen yandan veya düz olarak tasvir edilmemiştir. Figür dörtte üç oranında yandan verilmiştir.

Siren

Sfenksler ise kadın başlı olup aslan vücuduna sahip olan figürlerdir. O dönemde sfenkslerin, sarayı düşmanlardan ve kötülüklerden koruduğuna dair bir inanç vardır.

Sfenks

Kaynakça

Arik, R. (2020). Kubad Abad. Istanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Retrieved from https://www.academia.edu/33243370/Kubad_Abad_R%C3%BC%C3%A7han_Ar%C4%B1k_pdf.

https://www.kubadabad.com/

Leave a Reply