DAĞLIK KARABAĞ ve TÜRKİYE

DAĞLIK KARABAĞ ve TÜRKİYE

    2020 Eylülünde, Kafkasya’nın jeopolitiğini ve bölgedeki güç dengesini değiştiren Azerbaycan-Ermenistan savaşına şahit olduk. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere küresel ve bölgesel aktörlerin de kabul ettiği 30 yılı aşkın sürelik Ermeni işgali kısmen sona erdirildi. İki ülke arasında zaten süregelen gerilim 27 Eylül’de Ermenistan’ın Azerbaycan sınır bölgesindeki askeri unsurlara ve sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırıları ardından sıcak çatışmaya dönüşmüş ve 10 Kasım’da Rusya’nın arabuluculuğu sayesinde imzalanan ateşkes ile Azerbaycan’ın askeri ve diplomatik zaferi ile sonlanmıştır. Savaşla birlikte hem bölgesel hem küresel aktörler bölgedeki dengelerin değiştiğini kabul ederek çıkarlarını korumak üzere yeniden konumlanmıştır. Peki Türkiye bu değişimde ilişkilerini nasıl şekillendirecektir?

    Bazı analistler ve uzmanlar yeterli bulmasa da şüphesiz ki Türkiye, Dağlık Karabağ Savaşı’ndan makul kazançlar elde etmiştir. Yıllarca öğretilen ve artık dillere pelesenk olmuş “Türkiye coğrafi konumu sayesinde vazgeçilmezdir” iddiası aslı olmayan bir düşünce olmadığı gibi doğru ve ileri görüşlü politikalarla desteklenmediği zaman bir öneme sahip değildir. Öyle ki Batı ile entegre çalışarak ekonomi, askeri, sosyal ve siyasi bağlarını güçlendiren ve demokrasiden uzaklaşmayan Türkiye, Doğu için her zaman hayati öneme sahip ve karşı karşıya gelinmek istenmeyecek bir aktördür. Aynı zamanda Doğu’ya bütün gerginliklere, önyargılara ve aksaklıklara rağmen diplomasinin rafa kalkmayacağını gösteren ve işbirliğini sürdürmek niyetinde bir Türkiye, Batı nezdinde ağırlığı artmış, kaybedilmek istenmeyen dolayısıyla güçlenerek küresel güç yolunda emin adımlarla ilerleyen bir müttefik olarak kalacaktır. Dağlık Karabağ’da yaşananlar ve Türkiye’nin tutumu bu gerçekliği göstermektedir. Astana süreci ile başlayıp Libya, Karadeniz ve Kafkasya ile devam ettiğini gördüğümüz, rekabeti rafa kaldırmadan muhtelif konularda kazan-kazan formülünde ileryen Rusya-Türkiye ilişkisi, Türkiye’nin işbirliğine açık bir ülke olduğunu gösteriyor. Türkiye, Nato’dan bağımsız olarak bölgede oyun kurucu ve barış koruyucu rolünü üstlenebilecek diplomatik birikime ve yeteneğe sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye Cumhuriyeti, kendisini doğrudan ilgilendiren bölgelerde, Karabağ’daki gibi istikrarı koruyucu rol aldıkça bölgesel güç kabuğunu kırarak yenisini, daha büyüğünü kendisine inşa edecektir. Bence Türkiye için savaşın en büyük kazanımı küresel güçlere verilen bu mesajlardır.

    Diplomasi aracılığı ile “Ben herkes için önemliyim ve masadayım.” mesajının yanında, uluslararası bütün aktörlere “Ben istikrarın, barışın ve refahın koruyucusu olabilirim.” iddiasının da potansiyeli gösterilmiş oldu. Azerbaycan’ın elde ettiği zaferde aslan payının, Türk İHA/SİHA’larında, Azerbaycan ordusuna verilen askeri ve teknik eğitimde, Türkiye’nin doğusu, Kuzey Irak, Suriye ve Libya’da kazanılan tecrübelerin Karabağ’a aktarılmasında dolayısıyla Türk ordusunda olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Aslında Türk ordusu Azerbaycan ordusuna destek vererek bir vekalet savaşını kazanmaktan çok daha fazlasını yapmış oldu. Uluslararası hukuku tanımayan herhangi bir aktörün, bölgedeki ekonomik istikrara, enerji hatlarına ve/veya lojistik güvenliğine oluşturabileceği her türlü tehdidi engelleyebileceğini de gösterdi. Bu rol, hem Batı hem de Doğu için biri tarafından mutlaka üstlenilmesi gereken bir roldü ve Türkiye çoktan bunu her iki tarafa da kabul ettirmiş gözüküyor. Dağlık Karabağ bölgesindeki herhangi bir gerginlik Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesi için de önemli bir tehdit oluşturuyordu. Sadece Çin’I değil projeye dahil 65 ülkenin özellikle Batı kısmında kalan ülkeleri de olumsuz  etkileme potansiyeline sahipti. Ancak projenin önemli ortaklarından Türkiye vazgeçilmez bir müttefik olduğunu tehlikeyi sonlandırmada oynadığı etkin rol ile kanıtlamış oldu. Türkiye Cumhuriyeti küresel bir aktör olma yolunda üstüne hergün bir taş daha koyarken askeri kabiliyetinin de sadece terör örgütleri ile değil düzenli ordularla girilen mücadelelerde de fark yarattığını gösterdi. Bölge istikrarından yana olmak ve korumak ekonomik işbirliklerini artırmak için başlı başına bir fırsatken üstüne Türk savunma sanayinin de ihracat gelirleri artacaktır. Sonuçlara baktığımız zaman Türkiye gelecek yıllar için umut aşılamış ve potansiyelini göstermiştir.

     Bundan sonrası için bir adım daha gerektiğini düşünüyorum. O da Ermenistan’I yalnızlaştırmak ve iyice haydut bir aktöre dönüştürmektense özellikle ekonomik işbirliğini artırarak Ermenistan’ı istikrarlı ekonomiye sahip kontrolü kolay bir aktöre dönüştürmek. Yol basit. Yıllardır Türk, Türkiye ve Azerbaycan karşıtlığı pompalayarak içeride iktidarını koruyan Paşinyan, gerçekleri halkından sakladığı bir savaşta yenilgi değil hezimet yaşadı ve sonrasında kendisini daha da zora sokacak bir anlaşma imzaladı. O zaman, içeride zaten köşeye sıkışmış, yenilmiş ve karşımızda askeri, politik ve ekonomik zafer şansı bulunmayan ve bildiğimiz bir yöneticiyi koltuğundan etmemek ilk adım olmalı. Eğer Paşinyan öyle ya da böyle giderse Laçin Koridoru ile elde ettiğimiz kazanımları kaybetme ihtimalimiz doğar. Ayrıca hiçbir ekonomik değer üretemeyen saldırgan bir Ermenistan’ın Avrupa ve ABD’den destek görme ihtimali kalmamıştır. Bu tablodan istifade ederek ekonomik anlamda Ermenistan’da imtiyazlar elde edilebilir. Savaş sonrası kazanan taraflardan olduğumuz açık ama daha fazlası da mümkün.

Leave a Reply