Çok uzun bir zamandır hükümette olan kadronun yakın zamanda değişebileceği ile ilgili beklenti son yıllarda oldukça güçlenmiş durumda. Yaşam pahalılığı, gelir eşitsizliği, toplumsal kamplaşma bu beklentiyi yükseltmiş olsa da hükümetin değişeceğine dair asıl öngörü, yeni hükümette olması beklenenlerin yaptığı atılımlar sayesinde oluştu.
Bu zamana kadar farklı kesimlerin çıkarlarını aynı anda korumayı başaran bir kitle partisi olarak Ak Parti, kurulduğu günden beri vaatleriyle sanki siyasi yelpazesini o kadar geniş tutmuştu ki Türk halkı için başka partilere yer kalmamıştı. Erdoğan’ın liderlik ettiği Ak parti siyasi krizleri her zaman fırsata çevirip kendisine yarar sağlamayı başardı ve partinin dinamik kimliği seçmende her zaman bir karşılık buldu.
Ak Partinin güttüğü pragmatik siyaset anlayışıyla Türk siyasetinin son 19 yılına damga vurduğu bir gerçek. İlk kurulduğunda arkasına liberalleri, köyden şehre göçmüş aileleri, dindar ve tutucu kesimleri arkasına alarak iktidar olan parti, iktidarda geçirdiği yıllar içerisinde parti kimliğini günün koşullarına uygun olarak yenilemeyi ve böylece de gücünü korumayı hep başardı.
Partinin kimliğindeki ilk büyük değişimi 2007 yılında gözlemliyoruz. Askerin elektronik muhtırası, Abdullah Gül’ün meclis tarafından seçilmesini önleyen, 367 kararı gibi yaşananlar Ak Partiyi 2002’deki konumundan başka bir yere taşıdı. Kurulu düzenle kavga yerine ılımlı politikalar aracılığıyla iktidar olmayı amaçlamış olan parti, yaşananlardan sonra iktidarını korumak adına devletteki kurulu düzenle bir kavgaya girişti. Kemalist olarak tanımlanan kurum ve kadrolara açılan savaş ve bunun yanında, cumhuriyetin ilk yıllarındaki devlet politikalarına yapılan doğrudan eleştiri Ak Partiyi siyasi spektrumda ortanın sağına doğru oturtmasıyla birlikte 2002 öncesinde ortanın sağında kendini tanımlayan seçmenler artık mevcut hükümete kendini daha yakın hissediyordu.
Ak Parti ikinci evrimini de 2015 yılında ilk kez iktidarı yitirdiğinde geçirdi. Özde olmasa bile sözde tutturulan ileri demokrasi, hoşgörü ve birliktelik iradesi, yerini açık bir ötekileştirme iradesine bıraktı. Hükümetin Kürt sorunuyla başa çıkmak için Kandil ve Öcalan ile kurduğu pazarlık masası halk tarafından olumlu karşılanmayınca o dönemin Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümeti ulusal güvenliği önceleyen ve dolayısıyla özgürlük söylemini rafa kaldıran bir yönetim kurması için baskıladı. Sonuç olarak Ak Parti iktidarı her zamankinden daha otoriter, daha kutuplaştırıcı bir kimlik kazanarak Türk siyasetinde bir gelecek kazanmayı başardı.
Peki kurulduğu günden bugüne farklı kesimleri aynı potada eritebilen Ak Parti artık bunu niye başaramıyor? Bunun nedeni hükümetin ülkenin sorunlarına çözüm bulamamasının yanı sıra, muhalefet partilerinin de artık daha değişken ve dolayısıyla kapsayıcı parti kimlikleri yaratıp Ak Partiye en sonunda rakip olabilmesi.
Partiler arasında en uzun soluklu öyküye sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi yeniden açıldığı 1992’den beri Kemalist, seçkinci ve asker yanlısı olma gibi yakıştırılan özelliklerinden dolayı hep çok eleştirilmiştir. Tek parti dönemini sorgulamamak ve özellikle taşra insanına hitap etmemek gibi sorunları olan CHP’nin Erdoğan yönetiminde de benzer bir duruş sergilediği söylenebilir.
Ancak bu durum özellikle 2018 seçimlerinden sonra değişti. Partinin başına 2010 yılında geçen Kemal Kılıçdaroğlu yaklaşık 8 yıl boyunca partinin daha önceki yönetimlerinin güttüğü anlayışı sürdürdü ve bir başarı elde edemedi. 2018 genel seçimlerindeki yenilgiden sonra ise parti kimliğinde bariz bir değişim var. CHP son yıllarda bünyesinde Abdüllatif Şener, Cihangir İslam gibi tutucu kesimden isimleri parti çatısı altında bulunduruyor, devletin kurucu partisi olarak Türk devletinin geçmiş yıllardaki yanlışlarını sorguluyor ve Kürt meselesini daha da açıktan dillendiriyor. Parti bu yönleriyle ortanın solunda yer almış kemikleşmiş bir kitledense daha büyük bir kitlenin oyunu almayı amaçladığını gösteriyor.
Asıl önemli kimlik arayışı ise yeni kurulan partilerde yaşanıyor. Zira CHP her ne kadar siyasi anlayışında önemli değişimler yaratsa da çok köklü bir parti. Dolayısıyla geçirdiği bu değişim hem uzun sürüyor hem de kendisine destek veren kitleyi partiden uzaklaştırma gibi bir tehlikesi var. Öte yandan siyasi sahneye yeni çıkan partiler kendilerini daha yeni tanımlıyorlar ve önlerinde yitirecekleri değil kazanacakları bir oy potansiyeli var. Kimlik arayışlarında ilginç yanlar bulduğum ve sizlere düşüncelerimi belirtmek istediğim iki partiden söz edeceğim: İyi Parti ve DEVA Partisi.
Çoğumuzun bildiği gibi İyi Parti aslında kurulmaması gereken bir partiydi. Milliyetçi Hareket Partisinde mevcut genel başkan Devlet Bahçeli ve kadrosundan hoşnut olmayan muhalif kadro, yaklaşan seçim öncesi partiyi bir olağanüstü kurultaya götürüp yeni bir genel başkan seçmeye niyetlenmişlerdi. Çetrefilli geçen süreç bir şekilde muhaliflerin bu kurultayı toplayamaması ve Devlet Bahçeli’nin koltuğunda kalmasıyla sonuçlandı ve MHP içerisinde değişimi isteyen muhalifler çözümü yeni bir parti kurmakta buldular.
İlk zamanlarında MHP’nin bir devamı olarak görülse de İyi Parti MHP’deki bir kanadı temsil etmekten fazlasını amaçlıyordu. Parti özellikle genel başkan seçilen Meral Akşener’in idealize ettiği gibi bir merkez sağ parti olmak üzere söylemini geliştirdi. Yerel ve merkezi örgütlerde de parti büyüdükçe ülkücü geçmişi olan değil merkez sağ geçmişli politikacıların ağırlığının artması da bunu destekledi. Özellikle 2021 yılında görülen de partinin gerek ekonomik gerek kültürel vaatlerinde ılımlı ve dolayısıyla merkezde kendini tutan yapısıydı. Bu yönleriyle İyi Parti’yi 90’lı yılların Doğru Yol Partisine benzetiyorum. Genel başkan Akşener’in de Süleyman Demirel’i ne kadar takdir ettiği ve onu kendisine rehber olarak aldığını birçok konuşmasında söylediğini hatırlar ve sayın genel başkanın DYP geçmişini de masaya koyarsak, göreceğimiz resim İyi Parti’nin bir DYP olma yolunda ilerlediğidir.
Milliyetçilik üzerinden (ortada MHP gibi bir rakip de varken) yeterince insanı kazanamayacağı ortada olan İyi Parti, Ak Partinin yıllardır kapsadığı ortanın sağı için bir alternatif olarak kendini gösteriyor. Uzun bir süredir ortanın sağındaki oyları toplayabilecek ciddi bir rakip çıkmadığı için, hükümet bu kitleyi her zaman kendi bünyesinde korumayı başarmıştı. Bugünse İyi Partinin varlığı Ak Partiyi çok ciddi biçimde tehdit etmekle birlikte Türkiye’de uzun süredir yokluğu duyumsanan ortanın sağına yeniden hayat veriyor.
Küllerinden doğan merkez sağ için bir başka aktörün de DEVA Partisi olduğu söylenebilir. Ak Parti’nin hükümetteki ilk döneminde oluşturduğu parti kimliği için önemli işler yapmış siyasilerin yer aldığı bu yeni parti, Türki siyasetinde uzun zamandır unutulan liberal değerler, batıcılık gibi kavramları yeniden ülkenin gündemine soktu. Tüm bunların yanı sıra parti toplumdaki genel muhafazakarlaşma trendini de okuyup kendisini muhafazakarlar için de ideal bir parti olarak konumlamaya çalışıyor. Nasıl İyi Partide bir Doğru Yol Partisi görüyorsam, DEVA Partisine baktığımda da 80’li yılların ortasındaki Anavatan Partisini görüyorum. O dönemlerde ANAP tarafından çok büyük önem atfedilen orta sınıf DEVA Partisi için de ana hedef kitle. Ancak partinin özellikle kültür politikalarında kuşkusuz muhafazakar bir endişe egemen.
DEVA Partisinin Ak Partiden kopmaya meyilli tutucu, liberal orta sınıflara hitap etmesi bir anlamıyla da Ak Parti’nin unuttuğu bir seçmenin yeniden anımsanmasıdır. Bu yönden DEVA Partisinin 80’lerdeki ANAP ile ilk yıllarındaki AKP arasında bir denge kurmak istediği sonucuna varabiliriz.
Partilerin bu denli kapsayıcı olma çabasının nedeni yakın zamanda siyasette büyük bir değişim olacağı beklentisi. 2002’de halkın taleplerine karşılık veremeyen ANAP, DYP, DSP gibi geleneksel partilerin siyasi sahneden çekilmesi durumu bugün AKP’nin de benzer bir yazgıya mahkum olacağı fikrini akla getiriyor. 19 yıldır türlü yordamlarla iktidarda kalmayı başaran Erdoğan ve Ak Parti artık ülke sorunlarına çözüm olmadığı gibi halk tarafından da tek seçenek olarak görülmüyor. Kamuoyu araştırmaları Ak Partinin geçmişte olduğu gibi farklı kesimleri kucaklayamadığını gösterir nitelikte. Geleceğe dair insanları umutlandıramayan hükümet, artık toplumdaki farklı kimlikleri de konsolide edebilme başarısını kaybetti. En büyük başarısı pragmatik siyaset anlayışıyla insanları kendisine oy vermeye zorunlu bırakmak olan Ak Partinin artık bu becerisini de yitirmesi yapılacak ilk seçimlerde bir hüsrana uğramasına neden olabilir.