Hayat, içindeki rekabet olmasa çekilmezdi.
Eğer spora az da olsa merakınız varsa branşı fark etmeksizin muhtemelen ‘’Underdog’’ terimini duymuşsunuz ve kendilerine sempati beslemişsinizdir. Bu terim 19.yüzyılda popüler olan köpek dövüşlerinde altta kalan ve bu yüzden kazanma şansı minimal olan köpekten türemiştir ve bir şekilde 21.yüzyıla kadar kazanma şansı az olan veya yenilen tarafın ambalajı olmuştur.
Bu yenileni romantize etme fenomeni o kadar popülerdir ki neredeyse her milletin folklorunun bir parçası olarak karşımıza çıkar, İncil’deki Davut ve Golyat’tan tutun Kürşat ve 40 Çerisine kadar bu fenomene rastlamamak elde değildir. Peki düşündünüz mü niye bunu yapıyoruz, niye yenilen veya favori olmayanı yani ‘’underdog’’lara karşı bir sempati besliyoruz, hakkında hikayeler ve efsaneler yazıyoruz ; Bu soruyu yanıtlamanın yolu yine spordan geçiyor zira bu fenomenin en sık ve en çıplak şeklini ancak oynadığımız ve izlediğimiz sporlarda bulabiliyoruz.
Bu cevap için iki farklı düşünce ekolü var. Birincisi, kaybetmesi gereken tarafın kazanması olağanın ve normun dışında bir olay olduğu için insanlarda sürpriz elementi yaratması ve bunun da beraberinde heyecan ve seyir zevki getirmesidir. 2020’de yapılan boks müsabakalarında ‘’Underdog’’lar müsabakaların %36.8’ini kazanırken bu sayı NFL’de %23 gibi korkunç bir sayıdadır yani neredeyse bütün sporlarda az veya çok öngörülebilir bir kazanan varken bu vizyonun dışına çıkmak insanlara ihya edici bir his kazandırmaktadır. Bu düşünce ekolü, kaybetmesi beklenen tarafta kendimizi gördüğümüzü de söyler.
25 Şubat 1964’te Cassius Clay isimli gencecik bir delikanlı dönemin ağır sıklet şampiyonu Sonny Liston’ın karşına çıktığı zaman herkes onu Sonny Liston’a adanmış kurbanlardan biri görürken Cassius Clay, karizması, sarsılmaz iş ahlakı ve kararlılığı ile Sonny Liston’ı 6. Round’da devirdikten sonra aldığı galibiyetin bu kadar tatlı olmasının sebebi de budur, kendimize fırtınada yol gösterecek bir idol, bir karakter ararız ve bunu cesur , pes etmeyen, azılı ‘’underdog’’larda buluruz.
İkinci düşünce ekolü ise belki de biraz daha karanlıktır. Bu düşünce ekolü belirtir ki kaybetmesi beklenen tarafa beslenen sempati aslında sadece favori tarafın kaybetmesini istediğimizden oluşan bir olgudur. 1890’larda Frances Power Cobber isimli İrlandalı bir yazar, küçük çocukların sokak kedilerine eğlence için işkence ettiğini tasvir eden, belki de rahatsız edici ama aynı zamanda da aydınlatıcı ‘’Schadenfreude’’ isimli bir broşür yazmıştır, bu olguya göre başkalarının talihsizliklerinden zevk ve memnuniyet aldığımızı ve bunun da insanoğlunun şiddet dolu evrimsel geçmişine işaret etmektedir, sebebi ne olursa olsun ‘’Schadenfreude’’nin varlığını kim inkar edebilir ki?
Spor tarihi boyunca buna sıklıkla rastlamak mümkün, Leicester City 2016’da Premier Lig şampiyonu olduğu zaman spot ışıklarının Leicester City’nin başarısından daha çok, Premier Lig ağırbaşlarının başarısızlığında olması veya NBA’de senelerce ligi domine eden ve medya demeçlerinde fazla öz güven ve ukalalık gösterisi yapmaktan başka bir günahı olmayan ve ete süte karışmayan Michael Jordan’a olan nefretin ve en küçük başarısızlığının bile medyada sansasyon yaratabilmiş olduğu bir dünyada yaşamamız size az çok bir fikir verebilir.
Sebebi karanlık olsun veya olmasın hepimiz bir mutlu biten bir ‘’Underdog’’ hikayesini severiz ve bugün de sizi yakın zamanda yaşanan şahsen bu hikayelerinin en heyecanlı ve en büyüklerinden biri ile bırakıyorum.