Okumamış olanlarımıza bile aşina bir roman Anna Karenina. Lev Tolstoy’un yarattığı Anna karakteri ve dünyası, Joe Wright’in yönetmenliğinde sinema filmi olarak uyarlandı ve geçtiğimiz cuma günü vizyona girdi.

Filmin ana karakterine Keira Knightley hayat veriyor

Filmden bahsetmeden önce, karakterin doğuş hikayesi kısaca şöyle: Tolstoy, hikaye arayışındayken, gereğinden fazla abartı içermeyen, tarihi olmaktan ziyade kişisel olan, üzücü ve vurucu bir konu keşfeder. Bir komşusu, Anna Pirogova diye biriyle yaşamaktadır. Kadın adamın metresidir ve sonraları adam onu umursamamaya başlar. Daha sonra da Anna’yı aldatır. Bunu öğrenen Anna, evden kaçar ve kendini trenlerin altına atarak intihar eder. Ölmeden önce adama bir de mektup bırakır, “Katilim sensin.” demektedir. 1872’de yaşanan bu olayın ardından Tolstoy polislerle beraber olay yerinde ceseti incelemiş ve Anna’ya acıyarak onun yaşadığı her şeyi anlamaya çalışmıştı. 1873’te de kitabı yazmaya başladı.

Tolstoy’un kitabında ve tabii ki filmde Anna Karenina, Rus aristokrasisinde yükselebileceği kadar yükselmiş, güzelliğiyle insanları etkileyen, iyi kalpli, kibar ve duygusal genç bir kadındır. Mevki ve söz sahibi eşi Aleksey Aleksandroviç Karenin ile görünürde sorunsuz, ancak monoton ve aşktan uzak bir evliliği vardır. Aleksey, Anna’ya karşı saygılı ama hayli soğuk tavırlar içerisindedir. Çok sevdiği çocuğu, Anna’nın her şeyidir.Anna’nın yasak aşka tutulduğu Kont Vronsky ise genç, yakışıklı, zengin ve çapkın bir imaj çizer.

Anna’nın yasak aşkı:
Kont Vronsky

Aşkın ilk tohumları ise şöyle atılır: Anna’nın kardeşi Oblonsky ve eşi Dolly’nin araları bozulur ve Anna, Oblonsky’den bir yardım çağrısı alarak Saint Petersburg’dan Moskova’ya doğru yola çıkar. Yolun sonunda, garda Vronsky ile tanışır ve aralarında bir etkileşim olur. Vronsky Anna’nın peşinden gelir. Anna, başlarda aşka karşı koymaya çalışır, hatta Vronsky’yi reddederek ailesine geri döner ancak sonunda aşkına yenik düşer ve oğlunu bile geride bırakır. Eşi Anna’yı çok uyarır ama çabası bir işe yaramaz ve Anna yavaş yavaş mahvolur.

Joe Wright’in hikayeyi anlatış biçimiyse tek kelimeyle harika. Bir tiyatro perdesinde anlatmış Wright, alışılanın aksine. Her karenin çok estetik olduğu ve görselliği üzerinde uzun uzun uğraşılmış bir film izliyorsunuz. Fondaki müziklerin her biri sizi yakalıyor, filmden çıktıktan sonra defalarca dinlemek istiyorsunuz. Dans sahneleri de güzellikleriyle akılda kalıyor. Özellikle de valsi seviyorsanız, ritimler uzun süre aklınızın bir köşesinde sürüyor olacak. Oyuncuların hepsi başarılı ve inandırıcı bir performans sergiliyor.

2012’nin son günlerindeyken benim bu yıl izlediklerim arasında oldukça hatırı sayılır bir yer edinmeyi ilk dakikalarından başardı Anna Karenina. İzlenmeye değer bu filmi kaçırmamanızı ve vizyondan kalkmadan seyretmenizi öneririm.

 

“Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğuysa kendine özgüdür.”

Filmin afişi de bir o kadar çarpıcı

Leave a Reply