Bu sefer yine başka bir kitap ile yeniden karşınızdayım sevgili GazeteBilkent severler. 32. İstanbul Film Festivali Onur Ödülü’ne layık görülen Ayşe Şasa’nın hatıratı olan Bir Ruh Macerası adlı kitabı tanıtmadan önce Ayşe Şasa’yı sizlere tanıtmak istiyorum.

Çerkez bir anne ve yarı Çerkez yarı Kürt bir babadan dünyaya gelen Ayşe Şasa, 1941 yılında İstanbul’da doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudu, 1960 yılında mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nin İdari Bilimleri Bölümü’ne devam etti(1963-1965). 1963 yılından itibaren senaristlik yapmaya başladı. Psikolojik rahatsızlık geçirip emekli olunca ise Bir Ruh Macerası, Yeşilçam Günlüğü, Delilik Ülkesinden Notlar gibi kitaplarını yazdı.

Kısa bir bilgiden sonra artık kitabımızı derinlemesine inceleyebiliriz. Kitabın arka yüzünde; “Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti… Varoluşuna sahih bir neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazi hali, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım… Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin.”  yazıyor. Bunu anlamak için kitabı okumaya başladığımızda Şasa’nın daha çocukluk yıllarında  dadılarından gördüğü zulmü görebiliyoruz. O zaman ecnebi mürebbiye modası olması ve bu yüzden annesinin ona çocuk yaşta hiç bir ilgi göstermemesinin ileride psikolojik rahatsızlık olarak Şasa’yı etklilediğini söyleyebiliriz. Hatta zulmü ile ilgili anneannesi damadına, “ Avni Bey sizi mahkemeye vereceğim bu çocuğu tamamen dadıların eline bırakarak ona zulmediyorsunuz” diye sitemde bulunmuş. Bu sırada Şasa’nın anneannesi Rauf Orbay’ın kız  kardeşi olan Safiye Orbay’dır.

Zorlu çocukluk döneminden sonra, yatılı okula giden Şasa derslerinde çok başarılı olur ve bir anda okulun gözbebeği haline gelir ama hala yalnızlığı devam etmektedir. Lise yıllarında felsefe ile tanışan Şasa, tam anlamı ile büyük bir boşluğa düşer. Kendini Markisist ilan eder. Aynı zamanda Yeşilçam’da senaristliğe başlar. Ama hala bir boşluk içindedir ve psikolojik rahatsızlıkları baş gösterir. Çocukken La Paix hastanesinin önünden geçerken “Eğer hakikati bulacaksam, yolum buraya da düşsün.” diyor ve seneler sonra Ayşe Hanım’ı nevrozlarından sonra bu hastaneye yatırıyorlar. Bu sırada eskiden beri tanıdığı Kemal Tahir ile hala çok iyi arkadaşlar. Ayşe Hanım Kemal Tahir’i manevi babası gibi görüyor.

İnziva döneminden sonra İbn-i Arabi’nin Füsus-ul Hikem adlı eserini okuyan Ayşe Hanım, tam manası ile tasavvufa vurulur. İslamiyeti daha çok merak eder, araştırır. İsmet Özel’le ve Mustafa Kutlu ile tanışır, onların eserlerini okur. Belli bir süre sonra namaz kılmaya başlar ve tesettüre girmeye karar verir. İslamiyet ile iyice haşır neşir oldukça psikolojik rahatsızlıkları da azalır. Beşir Ayvazoğlu’nun dediği gibi Batıya karşı olup da Batılı fikirlerle kurtulmaya çalışmayı, Batılı dadılardan gördüğü zulmü ve Batılı hayat tarzına karşı takındığı menfi tavrı, yine Batı’dan gelen Sosyalist fikirlerle bertaraf etmeye kalkışmayı”nı bir kenara bırakmış.

Kitap, hatırat-söyleşi şeklinde olduğu için gayet akıcı, hacmi 150 sayfa, Timaş Yayınevi’nden çıkmış. Çıkmaz kalan birinin nasıl tekrardan canlandığını görmek için bu kitap tam size göre, ayrıca kitabın içinde eskiye dair resimler, ve o döneme ışık tutan güzel bilgiler de var. Kitap oldukça akıcı olduğu için her yerde her zaman rahatça okunabilir nitelikte. Eğer entelektüel bir kadının böylesine iniş çıkışlarla dolu hayat hikayesini merak ediyorsanız, durmayın bu kitabı okumaya başlayın.

Leave a Reply