’93 Yazı Dizisi: Hangi Darbe?

 

[quote]

Bir tuğla çekerseniz duvar yıkılır.”

                                                                   Mehmet Ağar

[/quote]

 

Herkesin dilinde iki sözcük: ‘Barış Süreci’. Bir yanda Kürtler, öbür yanda terör örgütü PKK. Marmara’daki bir ada ile Kandil arasında mekik dokuyan insanlar, öteki tarafta ise bir hükümet. Kırk binin üstünde şehit… Yıkılan ocaklar, sızlayan ana yürekleri… Peki bütün bunların çıkış noktası neydi? Çanakkale cehenneminde sırt sırta veren iki kardeş kavmin; Türk ve Kürt kavminin arasının böylesine açılmasına sebep olan olaylar nasıl patlak vermişti? Bu soruları kimimiz sorgulamadan, kimimiz ise güncel medyanın bizlere empoze ettiği bakış açısıyla yorumlamaya çalışıyoruz. Halbuki dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın yukarıda belirttiği söz, yakın tarihi karanlıklarla dolu olan ülkemizin belki de en karanlık yılı için söylenmiş olup; sözde Kürt sorunu ve diğer yüzlerce olaya ışık tutabilecek içeriği kapsamaktadır. Evet, bahsettiğimiz yıl : 1993. Yani bundan tam yirmi yıl önce. Yeni dünya düzeninin oturmaya başladığı, ulus devlet sisteminin yerini müttefik devletler sistemine bıraktığı yılların başı. Bir yıl, onlarca suikast, yüzlerce şehit, binlerce dava…

 90-92 yılları arasında Türkiye’de terör hat safhaya ulaşmış, devlet kontrolü yetersiz kalmaya başlamıştı. Devlet, mafya ile iletişime geçiyor, ülkede kaos ortamının sıcak tutulması sağlanıyordu. Kontrgerilla tarafından sayısız cinayet tertipleniyor, ardından bu cinayetler ya şeriatçılara ya da Hizbullah’a mal ediliyordu. Bu esnada şeriatçı ve dinci olarak görülen insanlarda laiklik karşıtı görüşler de yerleştiriliyor, böylece sistemin açık vermesi engelleniyordu. Cumhurbaşkanı Özal, Kürt meselesini ilk kez gündeme getirerek Pandora’nın kutusunu açıyor, böylece yukarıda bahsettiğimiz süreç işlev kazanmaya başlıyordu. İşlenen cinayetler isimsiz karakterlere yükleniyor, olayların üstü ört bas edilmeye çalışılıyordu. 1993 öylesine bir yıldı ki, Muhsin Öztürk’ün dediği gibi adete adı konulmamış bir darbe gibiydi. Geçmişini araştırmaya pek meyilli olmayan topluluğumuz için özetlemek gerekirse; 1993 Uğur Mumcu’nun, Adnan Kahveci’nin, Eşref Bitlis Paşa’nın  suikasta uğramalarının; Turgut Özal’ın ölümünün; Sivas Katliamının, Başbağlar Katliamının, Bingöl-Elazığ kırsalında 33 erin şehit edilişinin ve JİTEM’in kilit isimlerinden Binbaşı Cem Ersever’in ölümünün yılı, Türkiye’nin kalbinde yatan kapkara bir lekeydi. 93’te Türkiye için planlanmış bir oyunun sahası oluşturuluyor, pürüzlükler tek tek gideriliyordu. Çünkü, Amerika Eski Devlet Başkanı Jimmy Carter’ın Orta Doğu’ya asker çıkarma planları için bir sığınak gerekiyordu. Bu sığınak Türkiye’ydi ve bir süzgeçten geçmesi şarttı. Bu süzgeç de 28 Şubat 1997 olacaktı. Tarihte hiç bir şeyin sebepsiz olamayacağı fikri, 1997 yılının da tertiplenmesi için gereken süreci tam anlamıyla 93’te başlatmıştı. Kısacası ülkenin gidişatına bir sürü ters akıntı oluşmuş, Türkiye girdaba sürüklenmişti.

 Yakın tarihimiz, bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetlenmiş, çözülmeyi beklemektedir. Dünün ipuçlarını bulmadan yarını görmemiz imkansız olacağından, zincirin ilk halkasını yakalamaya çalışmak biz Türk gençliğine son derece faydalı olacaktır. Bu nedenlerden ötürü, 12 Eylül’den beter olan bu yılı, gün be gün ele alamaya ve karanlıkları yok etmeye çalışan aydınlarımıza olan borcumuzu bir nevi ödemeye çalışacağız.

 

[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]

  • Adı Konulmamış Darbe 93, Muhsin Öztürk

Leave a Reply