Bu yazı, politika birimi yazarlarından Hande Atasoy’la Filistin’e yaptığımız ziyarete dair detayları paylaşacağımız yazı dizisinin ilk kısmını oluşturuyor. Önümüzdeki birkaç hafta boyunca, tecrübelerimizi, ortak olduklarımızı, politik ve sosyal gözlemlerimizi bu yazı dizisi aracılığıyla sizinle paylaşmayı umuyoruz.
İsrail Devleti, bağımsızlığını resmen 1948 de ilan etmiş olsa da, temelleri 1800’lerin sonlarında atılmaya başlanan bir göçün öyküsüdür. İsrail devleti neresidir, sınırları nereleri kapsar soruları farklı zaman dilimlerinde farklı cevaplara sahip olmuştur. Fakat bugün için konuştuğumuzda, kuzeyde Golan tepelerine, doğuda Batı Şeria’ya, batıda Akdeniz’e ve güneyde Sina Yarımadasına komşu olan İsrail, BM kararıyla tanınmış bağımsız bir Yahudi devletidir. İsrail Meclisi tarafından, başkentin Kudüs olduğu kabul edilmişse de, başta BM olmak üzere birçok uluslararası organizasyon ve devlet bu kararı tanımaz.
Filistin-İsrail çatışması uzun tarihsel süreci bir kenara bırakarak anlatırsak, 1993 yılında Oslo görüşmeleriyle bir dönüm noktası yaşadı. Yitzak Rabin ve Yaser Arafat liderliğinde gerçekleşen görüşmeler sonucunda; İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütünü, Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı ve FKÖ da İsrail Devleti’nin güvenli sınırlar içinde var olma hakkını tanıdı. Oslo, tarafların birbirlerini muhatap alarak aynı masaya oturdukları ve böylece birbirlerini tanıdıkları ilk aşamaydı. Bu yüzden önemli addedilebilir. Fakat İsrail Devleti’nin sınırları içinde güvenli bir şekilde var olma hakkının tanınması, diplomatik bir hata olarak Filistin meselesin çıkmazıdır. Çünkü bu kararla, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalci konumu, Filistinlilerin temsilcileri tarafından bir “devlet olma” statüsüne çekilmiştir. Bu kararla, Filistin yönetiminin Batı Şeria sınırları içinde bir devlet yapılanmasına mahkûm edildiğini söyleyebiliriz, oysa anlaşmanın asıl amacının İsrail’in uzun vadede belli topraklardan çekilmesinin sağlanması olduğu bilinen bir gerçek.
Peki 2013’ün Filistin’inde durum nedir? Öncelikle ülkeye ulaşmak için İsrail ya da Ürdün üzerinden bir uçuş yapmanız lazım çünkü bir havaalanları yok. Bu durum, bana göre Filistin yönetiminin içinde bulunduğu zor durumun başlı başına bir göstergesi. Günümüzde, İsrail Kudüs’ü başkent olarak ilan etse de birçok ülkenin büyükelçiliği Tel Aviv de çünkü daha önce de söylediğimiz gibi BM İsrail’in bu kararını tanımıyor.
Kudüs’ün etrafı duvarlarla çevrili ve İsrail devletince inşa edilen bir kontrol noktasından geçmeden Kudüs’e giremiyorsunuz. Filistin yönetiminin Kudüs içinde hiçbir otoritesi yok, bu sınırlarda yaşayan Filistinlilerin Mavi kimlikleri var. Bu kimlik onların Kudüs’te oturduklarını ve kontrol noktasından Kudüs’e izinsiz giriş çıkış yapabileceklerini gösteriyor. Fakat bu kimliği kaybetmemeleri için hep Kudüs’te ikamet etmeleri lazım. Yazımızın asıl odağı olan kontrol noktalarının öyküsü işte burada başlıyor.
Her ne kadar Batı Şeria Filistin Yönetimine ait olsa da, İsrail devleti belli noktalara kontrol noktaları, yerleşim birimleri inşa ederek işgalci genişlemesini sürdürüyor. Mesela, siz Ramallah’tan Kudüs’e geçerken bir kontrol noktasından geçiyorsunuz, içinde bulunduğunuz araçtan inip, eşyalarınızı x-ray cihazından geçirip, pasaportunuzu askere gösteriyorsunuz. Teker teker turnikelerden geçiyorsunuz. Resimde de görebileceğiniz gibi, çok sayıda geçiş yapılmak istendiğinde ciddi zaman kaybına yol açacak kadar dar bir alanda gerçekleşiyor kontroller. Kontrol noktalarından geçiş de bir sınırlamaya tabi tutulmuş. Örneğin, Filistin yönetiminde yaşayan ve özel izinle Kudüs’e geçmek isteyen, yeşil kimlikli insanlar ancak Kalandia kapısını kullanabiliyor. Yani her isteyen, izni de olsa her kapıdan giriş yapamıyor, bu durum onların hayatını daha da zorlaştırıyor.
Filistin yönetimine ait topraklarda yaşayan insanların izin alarak Kudüs e geçebildiklerini söyledik fakat bu izin geçerli bir sebep olmaksızın verilmiyor ve en az üç ay içinde çıkıyor. Bir müslümanın Mescidi Aksa’yı ya da Kudüs’teki akrabalarımı görmek istiyorum demesi geçerli sayılmıyor; daha “ciddi” nedenler aranıyor ve çoğu kez talepleri reddediliyor.
“uçan kontrol noktaları” denilen bir sistem var. Batı Şeria içinde, bir şehirden diğerine giderken, ikisi de Filistin Yönetiminde olduğu halde anında bir kontrol noktası peyda oluyor, insanlar araçlarından iniyor; kimlik gösteriyor ve eşyaları x-raydan geçiyor. Yani salt Filistin Yönetiminin kontrolünde bir toprak parçası olduğunu söylemek mümkün değil, işgalci devletin kontrol mekanizmaları bütün coğrafyaya yayılmış durumda. İnsanlar, uçan kontrol noktaları yüzünden, başka şehirlere yatılı ziyaretlere gidemiyorlar çünkü ne zaman bir kontrol noktası kurulup yeni bir sınır düzenlemesi yapılacağını bilmek mümkün değil. Ziyaretimiz boyunca, Gazze’den üniversite okumak için Batı Şeria’ya gelmiş ve bir daha ailesinin yanına dönememiş birçok insana tanık olduk. Bu sınır korkusu, Filistin haklını dar alanlar içinde, yaşamaya ve okumaya mahkûm ediyor. Topraklarının, evlerinin güvenliğinden emin olmak, ailelerini bir arada tutmak için sürekli tetikte yaşıyor ve yaşam alanlarından çok uzaklaşmıyorlar.