Aradan geçen 90 yıla rağmen, hakkında bitmeyen tartışmalarla gündemdeki yerini koruyan antlaşmamızdır Lozan. Kimilerince milliyetçiliğin tohumlarının atıldığı bir antlaşma , kimilerince ise emperyalizme karşı verilen mücadelenin kazanımları olarak görülüyor. Peki, bunca tezat görüşün ardında duran Lozan Antlaşması, gerçekte nasıl değerlendirilmelidir? Bu sorunun cevabını verebilmek için öncelikle bazı tanımları netleştirmek gerekiyor. Lozan Antlaşması kendi başına incelendiğinde bir olay, fakat nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte ele alındığında ise bir süreci kapsadığından olgu olarak değerlendirilmelidir. Olguların değerlerden çıkarılması ise tarihin objektifliğine aykırıdır çünkü bu durumda olguları değerlendirirken sadece kendi değer yargılarımıza ilişkin sorduğumuz soruların cevabını ararız fakat o dönemin koşulları (insanların düşünce yapısı, tarihi olaylar) dışarıda tutulur ve bunun sonucunda büyük bir yanılgıya uğrarız. Bu durum yorumların farklılaşmasına ve bireylerin mantık çizgisinden uzaklaşmasına neden olur. Ancak olgu ve değer arasındaki dengeyi kurduktan sonra, sıra Lozan Barış Antlaşması’nın nedenleri ve sonuçları üzerinde durmaya gelir.
Lozan Antlaşması’nın çağrıcılığı, İtilaf devletleri tarafından, TBMM hükümeti ve İstanbul hükümetine yapılmıştır. Emperyalistlerle işbirliği yapmış, hiçbir meşruiyeti kalmayan İstanbul hükümetinin, Lozan’a gitmesi, TBMM tarafından uygun bulunmamış ve akabinde 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştır. TBMM hükümetinin amacı, Misak-ı Milli’nin gerçekleşmesini sağlamak, kapitülasyonları kaldırmak, Türkiye ile Yunanistan arasındaki (Ege adaları, nüfus değişimi) gibi sorunları çözmekti. Yani yurtta barış, dünyada barış politikasıyla bağımsız bir ülkenin geleceğini kurmaktı. Bağımsız Türkiye idealinden yola çıkan İsmet İnönü’nün önderliğindeki TBMM hükümetiyle, 20 Kasım 1922’de, Lozan görüşmeleri başlamış fakat, kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konusunda anlaşma sağlanamamıştır. Anlaşmazlık üzerine görüşmeler kesilmiş ve savaş ihtimali tekrar gündeme gelmiştir. Sovyetler Birliği, tekrar savaş çıkarsa Türkiye’nin yanında olacağını belirtmiş, bu durumu göze alamayan İtilaf devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye’yi Lozan’a çağırmıştır. Yeni görüşmeler 23 Temmuz 1923’te başlamış, 24 Temmuz 1923’e kadar devam etmiş, fakat her ülkenin anlaşmayı onaylaması zaman almıştır. En son tüm taraflar tarafından belgeler, Paris’e iletilmiş ve Lozan Barış Antlaşması, 6 Ağustos 1924 tarihinde resmen yürürlüğe girmiştir. Antlaşmanın imzalanma süreci bu şekilde ilerlemiş, sonuçları ise sürecin biraz dışına çıkmış ve kimi durumlarda istenmeyen sonuçlara neden olmuştur. Antlaşma sonuçlarına göre kapitülasyonlar, tazminatlar ve borçlar konusundaki sıkıntılar, Türkiye’nin lehinde giderilmiş, azınlıklar ve Boğazlar sorunu ise tam anlamıyla çözülememiştir. Barış süresince Boğazlardan askeri olmayan uçak ve gemiler geçecek, kontrolü, başkanı Türk olan uluslar arası bir kurul sağlayacak ve Boğazlar, Birleşmiş Milletlerin güvencesi altında olacaktı. Bu durum Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne kadar sürmüştür. Azınlıklar konusu ise süreç içerisinde karmaşık bir hal almıştır. Antlaşma metnindeki iki maddenin farklı uygulanması karmaşıklığın açıkça göstergesi olmuştur. Azınlıklarla ilgili 40. Madde antlaşma metninde şu şekilde yer alır: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.” Antlaşma metni eşit yurttaşlık bilinciyle hareket edildiğinin göstergesidir. Bunun yanında 39/5. madde ise Türkçe’den başka dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmelerinin önünü açmıştır.
Antlaşma metnindeki maddeler gösteriyor ki, Lozan Antlaşması bağımsız bir ülkede, eşit yurttaşlık bilincinin temellerini attı fakat uygulama alanı bulamadı daha doğrusu uygulanmasını istemeyenler oldu. Sistemli bir şekilde uygulanan Türkleştirme politikası, Vatandaş Türkçe konuştan, Türkçe konuş çok konuşlara kadar uzandı. Eşitsizlik, Türkler ve Kürtler nezdinde gelişmedi sadece. Erken Cumhuriyet döneminde, 36 Beyannamesi olarak bilinen, azınlıkların gayrimenkullerine el koyma işlemleri de oldu. Bunun gibi daha pek çok uygulama, Lozan’ın başarısına gölge düşürdü. 90 yılda geldiğimiz nokta ise pek farklı değil ne yazık ki. Peki bu sene farklı olarak, her sene kutladığımız Lozan’ın gerçekten hakkını versek. Lozan’dan bugüne geldiğimiz noktayı tartışmaya açarak ilk adımı atabiliriz mesela. Sonrası zaten gelecektir.
[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]
- http://bianet.org/bianet/kultur/46222-lozanda-farkli-kokenlilere-taninan-haklar
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
- http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=249
- Tarih Nedir? EDWARD HALLETT CARR (İletişim yayınları)