Resmi bayramlar küçükken beni en çok heyecanlandıran günlerden olmuştur hep. Hayat bilgisi kitaplarımızın rengârenk sayfalarını süsleyen bayraklı sokaklar, fener alayları, taklar kuran gençler ve çocuklar, aile boyu zafer şarkıları söyleyen insanlar bugünlerde kitaplardan çıkıp gerçek hayatta kendilerini gösterirlerdi. Yediden yetmişe herkesin ağzında bir istiklal mücadelesi hikâyesi dolanır giderdi. Şimdilerde ben çocuk ruhumu kaybettiğimden midir yoksa bayram kendi ruhunu kaybettiği için mi bilinmez, o günlerdeki coşku ve heyecanı hissedemiyorum ve derin bir hasret duyuyorum o günlere.

Bu 30 Ağustos'da bir ilk yaşanmış ve kutlamaların ev sahipliğini Genelkurmay Başkanı yerine Cumhurbaşkanı üstlenmişti.

Bu 30 Ağustos’da bir ilk yaşanmış ve kutlamaların ev sahipliğini Genelkurmay Başkanı yerine Cumhurbaşkanı üstlenmişti.

Resmi törenlerin ve protokollerin samimiyetine hiçbir zaman inanmamış olmama karşın toplumun her kesiminin sokaklarda omuz omuza bayram kutluyor olabilmesini ne de çok isterdim. İşte bu sene 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda aklımdan bunlar geçerken karşıma çıkan bir yazısı oldu Başkomutanın -her ihtimale karşın uyarmakta fayda görüyorum, bahsi geçen Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’tür, kutlamaları Genelkurmay Başkanlığı’nda ‘başkomutan’ sıfatıyla kabul eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül değil yani.

 “Hiç bir zafer gâye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gâyeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vasıtadır.”

Çok beğeniyorum bu sözü çünkü kaybedenlerin olduğu bir dünyada zaferler hep çok sıradan ve basit sevinçler olarak gelmiştir bana. Bana kalırsa, bir ulusun kaderini değiştirecek kadar büyük bir zafer kazanmış bir liderin zaferleri bir amaç değil araç olarak görmesi büyük önem taşıyor. Bu demek oluyor ki, esas amacımız ülkeyi emperyalist güçlerden kurtarıp bir zafer elde etmek değildi. Tam da burada aklıma bir soru takılıyordu: 30 Ağustos asıl zafer değilse, gerçek 30 Ağustosumuz neydi?

Yine çocukluğumdaki resmi törenler geliyordu aklıma; televizyonlardan, okuldan, öğretmenlerimden duyduğum ve zamanla anlamını yitirdiğini düşündüğüm o cümle : “Ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak ve koyduğunuz hedeflere ulaşmak için var gücümüzle çalışmayı sürdüreceğiz.” Ne bir eksik ne bir fazla, canlanan her karede aynı cümle… 15 yıldır aynı cümle.

Sene 2013. Cumhurbaşkanı Gül,  Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı. Yine aynı cümle karşımda…

Adalet ve Kalkınma Partisi  ulusal bayramlara gerekli önemi vermemekle eleştiriliyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi ulusal bayramlara gerekli önemi vermemekle eleştiriliyor.

Hedef 2023. Cumhurbaşkanı kim olur bilinmez ama o deftere neler yazacağı bilinir…

Esas zafer, ülkenin parçalanmaz bütünlüğünden, toplumun huzurundan; kişilerin “bir ağaç gibi tek ve hürce” yaşama, düşünme, seyahat etme hakkından, yargının bağımsızlığından ve adaletin üstünlüğünden bir an bile şüphe duymaksızın birlik ve beraberlik içinde yaşayabildiğimiz gün kazanılmaz mı?

Esas zafer bayramı, Atatürk’e ve silah arkadaşlarına ve bütün şehitlerimize duyduğumuz minnet bir dakikalığına değil de bütün bir ömür boyunca sürdüğünde kutlanmaz mı?

Esas zafere, zaferimizin önce camilerde dua okunup namaz kılındıktan sonra kazanıldığına vurgu yapan bir başbakanla değil de halkın ‘çapulcu’ olmadan topyekûn canla başla liderleriyle birlik olup kazanıldığına vurgu yapan bir başbakanla ulaşılmaz mı?

Esas zafer, onların istediği gibi bir gençlik olduğumuzda değil de onlar bizim istediğimiz gibi bir gelecek olduklarında kutlanmaz mı?

Sorular böyle uzar gider…

Gerçek 30 Ağustos’umuzu kutlayacağımız aydınlık günlere olması dileğiyle…

 

 

 

 

 

Leave a Reply