Sen olsan hangi hikayeyi seçerdin?
İmkansız gibi, görünen dostluklarla dolu, konuşacak kimsenin olmadığı, yaşamını bir mucizeye borçlu olduğunu ve seni O’nun varlığına inandıran hikayeyi mi; yoksa insanların acımasız, bencil hatta katil olduğu, seni sevdiklerini terk etmek zorunda bırakan ve isyana sürükleyene mi? Cevap çok net değil mi? Peki bir de hikayenin aslına gelelim Pi’nin Yaşamı’ndan bahsediyorum elbette. Hani şu Hollywood filmi olan, konusu okyanusta tek başına bir kaplanla kalan çocuğun hikayesi. Filmin başında Pi’nin orijinal hikayesiyle tanışıyoruz, hepimizin beklediği okyanus sahnesi çok sonra geliyor. Ama asıl hikaye burada başlıyor, kimine çocuksu gelen hikaye filmin sonlarında aydınlatıyor bizi. Bütün bir okyanus macerasının bir metafor olması kimini üzmüş olabilir, ya da kimi hala benim gibi asıl hikaye bu diyordur, sanmam ama bazıları da sıkıcı fazla gerçekçi ve kötü olan hikayeyi seçmiştir. Pi güzel bir hikayeci, başka hikayeciler de var.
Peki ya ölmek üzere olan hikayeci baba? Masalcı babanızın size yine masalar anlatmasını mı yoksa gerçekleri anlatmasını mı istersiniz? Doğumda nasıl yanınızda olmadığını anlatıp sizi üzmesini mi, yoksa nasıl mucizevi doğduğunuzu ballandıra ballandıra anlatmasını mı? Büyük Balık filmini birçoğunuz hatırlayacaktır. Hani filmde çoğu kez yok artık dediğimiz ama keyifle izlediğimiz, flashbacklerden oluşan, zaman zaman duygulandığımız film.
Böyle masalsı filmlere çoğu kez tanık olduk: Mesela bir diğeri Düşüş filmi. Hastanede intiharı düşünen bir adamın küçük bir kıza hikayeler anlatarak hayata tutunmasını konu alan bir film Düşüş. Bir araya gelmesi imkansız beş farklı insanı epik bir hikayede toplayan yaralı bir adamı, küçük bir kızın su içmesini, elma yemesini, hayatı temsil etmesini ve ölümle tanışarak hikayeler dinlemesini anlatan…
Bütün bu filmlerden yola çıkarak demek istediğim şudur ki, hayat siyah beyaz ve gri değil. Pembe, kırmızı, yeşil, mor, mavi ve daha niceleri var. Sadece bir pencereden bir olaya bakmak hayatımızı ne kadar yoruyor farkında mıyız? Biz de metaforlara yer versek. Azıcık hikayeler uydursak, bir kaplanla okyanusta kalsak ve dost olsak. Bir katilin bir çoçuğu öldürmesini izlemesek ya da sevdiğimiz kadına ülkenin bütün çiçeklerini alsak. Aslında sadece bir teneke yüzük alarak ya da bir çocuğun gözünde hayali bir prensesi kurtararak kahraman olsak; ölmeyi düşünen aciz adam olmak yerine. Çok da zor olmasa gerek bu, neticede hepimiz az çok uydurmaya alışığız, alıştırıldık belki ama hayat nasıl güzel? Filmlerin içindeki hikâyelerle mi yoksa gerçeğin bütün çirkin çıplaklığıyla mı?
Hayâllll
Hayat imkansızlıklarla da güzel elbette.. zaten ruh hep bi olağanın dışında yaşamaya zorlar insanı ki malesef nefis denen sahte yanı tutar bağlar insanı ; gerçek olmayan rüyaya yani dünyaya………