İran-ABD Yakınlaşması ve Perde Arkası

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde devam etmekte olan 68.Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Toplantısı’nda gözler, İran’ın 3 Ağustos’tan beri Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmakta olan Hasan Ruhani’nin ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in üzerindeydi. Toplantı evvelinde Ruhani’nin ABD Başkanı Barack Obama ile görüşme ihtimalinin dahi olduğu söylentileri dolanırken, bu düzeyde bir toplantı sadece iki ülkenin Dışişleri Bakanları arasında gerçekleşti. Ancak beklentiler kısmen de olsa Obama ve Ruhani’nin telefonda 15 dakikalık görüşmesiyle karşılığını buldu. Hatta bu görüşmenin Twitter’a dahi yansımış olması ilginç bir durum olarak akıllarda kaldı.

Bu görüşmeyi, her ne kadar iki ülke arası olumlu mesajların cereyan etmesinden dolayı önemli bir olay olarak nitelendirmek mümkün olsa da, gerek iki ülkeden bu görüşme sonrası gelen tepkiler gerekse ülkelerin içinde bulunduğu mevcut durumlar, bu olayı abartıp yüzyılın olayı veya bir tarihin başlangıcı olarak nitelendirmemizin yanlış olacağının kanıtı. Orta Doğu açısından çarklar, yine aynı şekilde devam ediyor.

Ruhani, toplantıdan ayrılıp İran'a dönerken yolda Obama ile görüştü.

Ruhani, toplantıdan ayrılıp İran’a dönerken yolda Obama ile görüştü.

Filmi biraz geriye saracak olursak, Hasan Ruhani’nin Haziran’daki seçimler sonrası görevine gelmesiyle birlikte İran cephesinden Dünya’ya kısmen ılımlı mesajlar içeren bir söylem değişikliğini görmüştük. Göreve geldiği günden beri Twitter’ı –her ne kadar ironik olarak yönettiği ülkenin halkına yasak olsa da- aktif kullanan, Yahudilerin Roş Aşana bayramını kutlayan ve Washington Post’ta akademik kimliğini konuşturarak dünya siyaseti hakkında bir makale yazan Ruhani’nin bu yenilikçi gözüken çabalarının doruk noktası olarak da şimdilik bu telefon görüşmesini görebiliriz.

Ancak bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinejad döneminde üretilen öfke dolu söylemlerinin aksine böylesine ılımlı hamleler yapan İran cephesinde bu hamlelerin yapılmasını gerektiren iki durumun olduğunu söylememiz meselelerin daha rahat anlaşılmasına vesile olacaktır. Çünkü her geçen gün kırılma noktalarına dönüşmeye müsait olayların yaşandığı dünya siyasetinde İran da artık eski kutuplaştırıcı siyasetinden ülkenin geleceği adına kısmen veya çoğunlukla vazgeçmek durumunda. Hele ki İran’ın Orta Doğu bölge siyasetinde “modellik” ve “liderlik” arz etmeye çabalayan bir ülke olduğu düşünülürse bu, geçerli bir mazeret.

Bu gibi diplomatik hamlelerin en büyük sebebi olarak, İran’daki ekonomik sıkıntıları gösterebiliriz. Ahmedinejad’ın bıraktığı ekonomik enkaz, artık gizlenemeyecek durumda. Enflasyon oranı resmi belgelerde yüzde 30’ları bulurken, Haziran ayında açıklanan rapora göre ülkede çalışma çağındaki nüfusun dörtte biri iş bulamıyordu. Kısacası Ahmedinejad’ın sürekli dile getirdiği petrol gelirlerinin adaletli dağıtımı, bir türlü gerçekleşmedi ve halk belki bu yüzden, ekonomide daha liberal bir felsefeyi benimsemiş olan Hasan Ruhani’yi göreve getirdi.

Ruhani’nin göreve gelmesiyle İran’ın nükleer politikasında da kısmen yumuşamayı görüyoruz. İran’ın nükleer faaliyetlerinden elbette vazgeçmesini düşünmemiz mümkün değil ancak nükleer politikadan dolayı başta ABD olmak üzere Batı Dünyasından ağır ekonomik yaptırımlara maruz kalması İran’ın Batı dünyasıyla uzlaşma yoluna yönelmesinin perde arkasındaki asıl sebebi diyebiliriz. Nitekim İran ekonomisinde kilit iki mevkii olan Ekonomi ve Petrol Bakanlığına getirilen iki ismin (Ali Tayyibniya ve Bijen Zengene) daha önce bir başka reform yanlısı cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde de görev almış olması ve görevlerine geldiklerinden beri özelleştirme gibi bazı kavramları kullanır olmaları, bu dediğimizi haklı çıkarıyor gibi. Kısacası İran, artık yaptırımların hafiflemesi yönünde ısrarcı ve bunu diplomatik anlamda uzlaşma içeren bir dil kullanarak yapıyor.

İran'da Ekonomi Bakanlığını yürüten Ali Tayyibniya

İran’ın Ekonomi Bakanı Ali Tayyibniya

 

Peki ya İran’ın bu politikası başarılı olur mu? ABD’de halen bazı senatörlerin İran’a karşı yaptırımların daha da sertleşmesine yönelik söylemleri susmuş değil. Üstelik ABD’nin kadim ortağı İsrail’in söylemleri de yine, aynı doğrultuda devam ediyor. Başbakan Netanyahu’nun Ruhani’yi “koyun postuna bürünmüş kurt” olarak tanımlaması, aslında İran’ın bu ılımlı söylemlerinin henüz başarıya ulaşmasının mümkün olmadığını gösteriyor.

Bu söylemlerin bir diğer sebebi de elbette genel olarak Orta Doğu’ya hâkim olan siyasi durum ve güç dengeleri. Mısır’da olan askeri darbe ve darbe yönetiminin Suudi Arabistan’dan şu an destek alıyor olması İran’ı, şimdilik Mısır’da dezavantajlı bir konuma getirdi. Bilindiği üzere Suudi Arabistan, bölgede İran’ın Şii propagandasına karşı Sünnilik & Müslümanların asıl hamisi olduğu propagandası yaparak Şii-Sünni eksenindeki çatışmaların öteki kutbunu temsil ediyor. Bu durumda İran’ın kutuplaştırıcı bir politikadan ziyade en azından söylem olarak ılımlı bir çizgi seyretmesi, Orta Doğu’nun bu önemli ülkesini kaybetmek istememesi adına bir kanıt olarak sunulabilir. Çünkü Mısır da yakın zamanlarda İran’dan gelen turist akışını durdurduğuna yönelik gelen açıklamayla İran’a karşı cephe almış gibi gözüküyor.

Netanyahu ise İran'a karşı alışılagelmiş söylemlerini bu BM toplantısında da sürdürdü

Netanyahu ise İran’a karşı alışılagelmiş söylemlerini bu BM toplantısında da sürdürdü.

Suriye meselesinde ise İran’ın nispeten daha kazançlı bir  durumda olduğunu söyleyebiliriz. Tunus’ta başlayan Arap  Baharı olaylarına baştan beri destek veren İran, Suriye’de  bu mesele patlak verince adeta çark etti ve rejimin  yanında oldu. Nitekim 3 senedir, olmaya da devam  ediyor. Ruhani döneminde dahi, bu politika değişmiş  değil. Suriye’de kimyasal silahların kullanıldığını söyleyen  fakat kimin kullandığına dair açıklama yapmayan Ruhani,  Suriye meselesinde ılımlı mesajlarına aksi yönde hareket  edeceğini gösterdi. Bunun sebebini ise tahmin etmek zor  değil keza Suriye’de Esad rejimi özellikle ABD’nin  müdahale kararından vazgeçmiş olmasından dolayı  Cenevre’ye avantajlı gidecek taraf gibi duruyor.  Uzlaşıdan şimdilik uzak görünen Suriye muhalefeti’nin aksine, Rusya’nın  çabaları sonucu bu payeyi elde eden Esad rejimi, yanında  kadim bir ortağı olan İran’ı da elbette görmek  isteyecektir. İran’ın da bu yönde bir talebi olduğu  düşünülürse, bu konumu elde etmek adına bir nevi dünyaya “şirin” gözükmek isteyerek, uzlaşmadan yana olduğunu göstermesi adına yapabileceği en uygun hamle de diplomatik söylemlerini yumuşatmak olacaktır. Bu söylem adına yapacağı diplomatik hamleler de Suriye meselesinde İran’ı farklı bir gözle değerlendirmek adına Batılı ülkelerin aklında olacağı bir husus olabilir.

Kısacası içinde bulunduğu ekonomik anlamdaki zor durum ve Orta Doğu’da güç dengelerinde daha sağlam yer edinmek isteyen İran’a, bu gibi ılımlı söylemleriyle “aslında çok da sürpriz bir hamle yapmış olmadı” dersek yanılmış olmayız. Her ne kadar, dünya barışı adına diplomasinin önemini kavramamız için önemli olaylar olarak değerlendirebilsek de başta dendiği üzere, İran’ın bu hamlelerini ve eski “Diplomat Şeyh” şimdiki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin bu girişimlerini adeta tarihin akışını değiştiren çok da büyük olaylar olarak görmemek gerekir.

 

KAYNAKÇA

Orta Doğu’da Modellerin Rekabeti – Burhanettin Duran & Nuh Yılmaz

http://www.un.org/en/ga/68/meetings/index.shtml

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=276102

http://www.amerikaninsesi.com/content/obama-ruhani-gorusmesinden-tum-iranlilar-memnun-olmadi/1759074.html

http://www.amerikaninsesi.com/content/netanyahu-ruhaniye-guvenmeyin/1760773.html

http://www.treasury.gov/resource-center/sanctions/Programs/Documents/iran.pdf

http://keyhani.blog.lemonde.fr/2013/08/06/iran-la-presse-examine-le-cabinet-propose-par-hassan-rohani/

Leave a Reply