8 yıldan beri her gün Zaman gazetesi okumaya özen gösteririm. Eskiden daha nitelikli olsa da halen daha okuduğunda ciddi bir bilgi hazinesi ihtiva eden köşe yazarlarından oluşan bir kadroya sahipler. Artık “taze muhalefet” konumunda da olduklarından, beklenmedik -ya da beklemediğim- derecede sert bir eleştirel üsluba eriştiler. Nitekim saldırganlaştıkları da, Türkiye’nin muhalefet olgusu adına yaşadığı en büyük sıkıntı olan “alternatif çözüm üretme” gücünden yoksun şekilde köşelerine mürekkeplerini çala geldikleri de oluyor. Ancak burada anlatmak istediğim şey kesinlikle hükümet-cemaat çatışmasından hükümeti seçip, cemaatin üstünde tepinmek ve İslami temelleri olduğu belirtilen bir sivil toplum hareketinin mensuplarını zihinsel olarak katletmek değildir. Sadece, cemaatin şu an kendi temelinden uzakta bir eleştirel üsluba sahip olduğunu göstermek istiyorum.

Bir sivil toplum kuruluşu olarak cemaatin topluma faydalı gördüğü işlerin devamını korumak adına, kendisini savunma hakkı mevcut. Toplumun faydasını da gözettiğinden, hükümetin yaptığı şeyleri eleştirmek ve daha doğru buldukları noktaları eklemek & dile getirmek gibi hakkı da şüphesiz ki var. Lakin arızalı ve çelişkili gördüğüm iki nokta, cemaatin şu an sahip olduğu üslubu kendini savunmanın ötesinde biraz bulanık kılıyor.

Bu görüşe katılmayanların da olacağını bilmekle birlikte, Hüseyin Gülerce'nin cemaatin şu an sahip olduğu sert üsluptan daha uzakta olduğu açık.

Bu görüşe katılmayanların da olacağını bilmekle birlikte, Hüseyin Gülerce’nin cemaatin şu an sahip olduğu sert üsluptan daha uzakta olduğu açık.

Bunlardan birincisi, cemaatin kendini savunurken takındığı üsluptaki sertlik. Başbakan’ın ve diğer hükümet üyelerinin de sert üslupları göz önünde bulundurulduğunda, karşılık olarak aynı dereceden bir üslup pekâlâ normal karşılanabilir. Lakin “dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz olmak” prensibini benimsemiş bir İslami hareketin zaman zaman asılsız iddialar içeren ve geçmişte savundukları şeyleri şimdi hiç savunmamış gibi davrandıklarını belli eden bir üslup barındırması, cemaat adına cemaatin birçok mensubunun henüz muktedir olamadığı “sorgulama” işini daha da kolaylaştırıyor. Kolaylaştırdığı gibi, bu harekete sempati duyan birçok kişiye üzüntü de veriyor dersek yanlış olmaz.

Cemaatin sahip olduğu üslupta çelişkili görünen bir diğer nokta da yapılan icraatlerin sayılması hususu. Uluslararası bağlantıları kuvvetli olan, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde açtıkları okullarıyla Türkiye’yi gururlandırdığını söyleyen bir sivil toplum hareketi için yaptığı şeyleri anlatması elbette doğal bir durum. Lakin “bunları yaptık, şu kadar okul açıldı, bu kadar kişi bizi destekliyor” mahiyetindeki açıklamalar daha çok milletten meşruiyet kazanmak adına siyasi unsurların söylemlerine benziyor. Bu durumda, cemaatin sürekli “siyasetle işimiz olmaz, siyasi parti kurmayacağız” tavrına da burada gölge düşüyor. Yaptıkları hayır & hasenatın bulandırılması ve Başbakan’ın AK Parti iktidarında yapılanları anlattığı siyasi üslubu eleştirmelerine rağmen bizatihi cemaatin kendisi tarafından kullanılıyor olması da ayrı bir konu elbet.

Bu saydığım iki husus çerçevesinde cemaatin şu an takındığı üslubun “meşru müdafaa”dan öte bir durum arz ettiği anlaşılabilir. Siyasetten kendini uzak tutmak istediğini belirten ve Başbakan’la beraber birçok AK Partilinin takındığı sert üslubunu tasvip etmeyen bir İslami sivil toplum hareketinin rahatsızlık beyan ettiği konularda en az şikâyet ettikleri kişiler kadar benzer bir dilden konuşuyor olmaları, yorumlamaya ciddi derecede açık.

Açık olduğu kadar Sartre’ın dediği “çelişkiler yumağı” benzetmesindeki gibi, çözülmesi zor bir durum.

 

 

Leave a Reply