İnsan ilişkileri eğer bir güven ortamında gerçekleşiyorsa ilişkinin tarafları arasında karşılıklı anlayış, birbirini destekleme, yardımseverlik kendisini gösterecektir. Ancak bu ortam ve şartlar oluşmaz ise beraberinde çıkarcılık, egoizm, ikiyüzlülük gibi ilişkileri son derece olumsuz etkileyen durumlar ortaya çıkacaktır.
Modern toplumların en önemli hastalıklarından biri de insanların kendilerine, kendileri için biçtikleri bir imaj çerçevesinde bir davranış şekli belirlemesidir. Bu da insanların birbirine güvenmemesini getirmektedir. Geçenlerde takvim yaprağının arkasında okuduğum bir kıssadan bahsetmek istiyorum. Devesi ile çölde yürüyen bir bedevi, güçlükle yürüyen susuzluktan dudakları çatlamış bir adama rastlar. Adam bedeviyi görünce su ister. Bedevi su vermek için deveden iner, adama yardımcı olur ve kendisi de soluklanmak için bir ağaç gölgesine oturur. Bu sırada adam bedevinin devesini kaptığı gibi yola koyulur. Devesini çaldıran bedevi hayal kırıklığı içerisinde arkasından adama seslenir : Dur! … Bir dakika dur! Bir çift sözüm var sana! Ey hırsız, tamam! Deveyi al git, ama sakın bu olayı kimselere anlatma! Eğer sen bu hadiseyi insanlara anlatırsan, bu yaptığın yanlış hareket her yere yayılır. İnsanlarda iyilik yapma, yardım etme duyguları körelir.
İnsanların grup içerisinde olma, paylaşma ve bir gruba mensubiyet ihtiyacı vardır. Bu da beraberinde kişinin kendi tabii davranış ve alışkanlıkları, huyu suyu dışında; içinde bulunduğu takımın davranış şeklini benimsemeye iter. Belki de hiç de aile yapısına, geldiği sosyal çevreye uygun olmayan duruş ve davranışlar içeresinde olmayı getirebilir.
İçerisinde bulunduğumuz grup bizim toplumda yer edinmemizi, sosyal statümüzü, toplumsal ve şahsi kazanımlar elde etmemizi sağlar. İnsanlar kendilerini ifade ederken kişisel yetenek ve başarılarını bulunduğu grupla beraber anlatırlar. Mensup oldukları grup, toplumda başarı ve kıymetle anılıyorsa bunu ön plana çıkarmayı yeğlerler. Galatasaraylı olmak, Bilkentli olmak, A partili olmak, cemaatçi olmak, türbanlı olmak gibi…
Yönetim biliminin üstatlarından Maslow ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ diye bir tanım getirmiştir. İnsanlar tabii barınma ve yiyecek ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra piramitte üst basamaklarda toplumda kendini gösterme, yön verme ve yönetmeye talip olma ihtiyacı diye tanımlar. Grup içerisinde ön plana çıkmış ve liderlik konumuna gelmiş kişiler toplumda da liderlik yapmak için kendilerinin yeterli ve hazır olduğuna ikna edilirler veya kendileri topluma lider olmaya talip olurlar.
Lider tipleri olarak tabii liderlik, karizmatik liderlik, atanmış liderlik ve kapılmış liderlik gibi tanımlar yapılmaktadır. Günümüz siyasetinin son kırk senesine bakarsanız kimler tabii ve karizmatik liderler; kimler de atanmış veya kapılmış liderlerdir kolayca tespit edebilirsiniz.
Toplumu sürükleyen, yön veren, önünü açan liderler hep tabii ve karizmatik lider tiplerinden çıkmıştır. Bu liderler hem toplumun gelir ve refah düzeyini hem de insanların ahlak ve yetişmişlik açısından kalitesini yükseltmek için hep çığır açıcı olmuşlardır. Toplumda kendi gibi olan, değişmeyen, yalın, temiz olanları baş tacı etmiştir. Seçkincilik, tepeden bakıcılık yapanları derdest edip, sandığa gömüp, eski partiler mezarlığına üç kulhu- bir elham bile okumadan defnetmişlerdir.
Bizler eğer toplumun yönetimine talip olacaksak, toplum bilimlerinde okuyor olmamız bize sadece tarihten ders alma noktasında katkı sağlayacaktır. Toplumun kılcal damarlarına nüfuz etme mesabesinde tanımaya kalkışmazsak korkarım ki başarılı olmamız mümkün olmayacaktır.