“Feminizmi tartışıyoruz; feministler tartışıyoruz; feministçe feminizmi tartışıyoruz; bütün kadınlar olsun istiyoruz, tarihimizi yazan bütün kadınlar gelsin, kadınlık tarihimizi yazan bütün kadınlar gelsin, kadınlık tarihimiz bir kez daha aktarılsın , bir kez daha yorumlansın, bin kere dile dökülsün ama unutulmasın istiyoruz.(…) Bir dil kuralım da, bu coğrafyalarda kaybolursak birbirimize seslenebilelim istiyoruz. Biz her şeyi şimdi çok istiyoruz. Evet, bugün başlıyoruz.”
[box_light]İstanbul-Amargi Feminizm Tartışmaları[/box_light]
Kadınlar erkekler
Süpürgeye binenler
Mücadele edenler
Ayıya dayı diyenler
Nehri bir türlü geçemeyenler
Kendini salamayanlar
Ve kimseyi sallamayanlar
İhtiyacınız olan biri ademoğlu biri havvakızı iki tane beşer
Ademoğlunu al koy iki taşın arasına
Havvakızını da kaldır havaya
Sonra vur uzağa!
Çelik çomak başlıyor ahali!!
De hadi oturmaya mı geldik
Gülmeye eğleşmeye mi geldik!
Yok biz hesap sormaya geldik!
Ayaklar masalardan insin
Fermuarlar çekilsin
Gelinler, kaynanalar
Bacılar analar avratlar
Ad taktığınız bütün kadınlar
Kıyıya vura vura
Dalga dalga geldik
Geldik…
Geldik kana çalan gözlerle,
Kırılan kemiklerle paramparça
Geldik…
Nezihe Muhiddin’in tımarhane odasından,
Berfo Ana’nın kilitsiz kapısından,
geçtik, geldik…
Geldik…
Ulrike’in ölü bedeniyle,
Pippa’nın kanlı gelinliği…
İran’da recm edilen Soraya’nın
Yahudi ve İtalyan göçmen kadın işçilerin yanmış bedenlerini
taşıyarak geldik…
Geldik…
Geldik Abanoz’daki Emine’yle
Bayrampaşa’da,
saçları tutuşan yüzleri eriyip akan kadınların
çığlıklarında…
Geldik…
Çocuk gelinlerin kirpiklerinden
Düştük…
Kalktık…
Uyandık…
Geldik…
Geldik…
Geldiler. Buradalar. Tırnaklarını toprağa batırarak sancılarla doğuyorlar. Korkunç ve mübarek elleriyle erkeklerce kurgulanan tarihi alaşağı ediyorlar. His-tory’nin iktidarını Her-stories ile sarsıyor, baskılanmışlıklarını ve direnişlerini yazıyorlar. İsa’nın doğmasıyla başlayan testosteron ve dünya savaşlarıyla akıp giden tarihin kuyularından; ötekileri, köleleri, işçileri, kadınları teker teker çıkarıyorlar.
[box_light]Toplumsal Cinsiyet Rolleri Üzerine…[/box_light]
Cinslere yüklenen toplumsal roller kadın-erkek çatışmasına; ezen-ezilen ilişkisinin oluşmasına neden olmuştur. Kişiler üzerinden yeni eşitsizlikler yaratılmış, sistemin devamlılığı sağlanmıştır. Sistem, patriyarkaldir. Erkek hegemonyasıdır. Sistemi ayakta tutan erkeklerdir. Kadın, ataerkil toplumun değerleriyle, kalıplarıyla ve normlarıyla mücadele ederken; verili egemen sistemi, şiddet kullanarak yeniden üreten öznelerle de mücadele etmektedir.
Kadın-erkek kutuplaşması, dualist düşünme biçimiyle ele alındığında efendi-köle, doğa-medeniyet, akıl-duygu ikilikleri gibi ideolojik ve hiyerarşik bir ayrıma dayanmaktadır. Tarihsel süreçte, kutuplaşmanın temeli özel alan-kamusal alan ayrımına dayanmaktadır. Kamusal alan, erildir, evrensellik ve özgürlük taşımaktadır. Özel alan ise tikelliğin, zorunlulukların alanıdır. Antik Yunan’daki siyasal örgütlenme biçiminden, modern devletin toplum sözleşmesine kadar devam eden bu ikiliğin kendisi patriarkal sistemi oluşturmaktadır.
[box_light]Antik Yunan’da…[/box_light]
Antik Yunan’da kamusal alan, polis denilen şehirlerdir. Özgürlüğün, eylemliliğin ve özneleşmenin alanı olan polis; bireyin kendini var ettiği, kendi özel alanından çıktığı alanlardır. Haneler ise maddi üretimin kadın ve köleler tarafından yapıldığı özel alanlardır. Hane ve polis, özel alan-kamusal alan, etkileşim içerisindedir. Kamusal alanda var olmanın bir aracı olarak, siyasete katılabilmenin koşulu mülkiyet ve aile sahibi olmaktır. Erkek, aile reisi olarak zorunluluklar ve belirlenmişlikleri ifade eden özel hayatında kadın aracılığıyla özerkliğini sağlamıştır. Zorunlulukları yapacak bir kadın vardır ve erkek özgür, rasyonel ve özerk düşünme alanına sahiptir. Erkeğin kamusal alanda kendini var etmesini sağlayan, kadının değersiz görülen özel alanda yaptıklarıdır.
Antik Yunan düşünürlerinden Aristo’nun, “insan siyasal bir hayvandır” sözü, insanın ayırt edici özelliğinin siyasi hayata katılmak olduğunu ifade etmektedir. Antik Yunan’da siyasetle ilgilenmeyenlerin ‘idiot’ olarak tabir edilmesi- sözcüğün güncel anlamı göz önünde bulundurulduğunda- politikaya katılımın toplumsal önemini vurgulamaktadır. İnsanı insan yapan bu alan, kadınlara, mülksüzlere ve kölelere kapalıdır. Kadınların Antik Yunan’da özel alana hapsedilmesi iktidarın erkekte olduğunun göstergesidir.
[box_light]Ortaçağda…[/box_light]
Ortaçağda, feodalizmle birlikte iktidarı toprak sahipleri paylaşmaktadır. İktidarın merkezileşmemesi, özel alan-kamusal alan ayrımını belirsizleştirmiştir. Özel alan olan haneler, şatolar ve saraylar, aynı zamanda kamusal alan sayılmaktadır. Erkek iktidarın odağında, gücünü kapılı tarım ekonomisinden, toprağa dayanan toplumsal yapıdan almaktadır. Yargının, askeri yetkilerin feodal beylerinde toplanması, farklı iktidar biçimlerinin iç içe geçtiğini göstermektedir. Bu durum feodal kurumların çok işlevli olmasına neden olmuştur. Kilise, sadece dini yaşamı düzenleyen bir kurum olmaktan çıkmış; siyaseti ve ekonomiyi de belirlemeye başlamıştır. Kurumlar, Antik Yunan’da olduğu gibi , özel alan-kamusal alan ayrımı gözetmemiştir. Kadınlar üzerinde kurulan egemenlik sınıf temellidir. Kamusal erk, erkek soyluların ve büyük toprak sahiplerinin elindedir. Ataerkinin işleyişi değişmiştir.
[box_light]Modern Toplumda…[/box_light]
Modern ulus devletin kurumlarının yapısı ve sosyo-kültürel kodları toplumsal sözleşmeye dayanmaktadır. Bireylerin kendi rızalarıyla idarelerini yöneticilere, iktidara devretmemesi anlamına gelen toplumsal sözleşme kuramında; toplum, aile ve ev işinden soyutlanmıştır. Evli bir çiftin iç ilişkileri sözleşmenin konusu değildir. İlişkilerdeki dengeler, kadın-erkek çatışması tartışma konusu olmamıştır. Hobbes’un ifadesiyle doğal duruma bırakılmıştır. Kadının konumu erkekler arasında bir cinsel sözleşmeye dönüşmüştür. Eşitler arası toplumsal sözleşme kavramının, erkek yurttaşlar arasındaki sözleşmeyi ifade ettiği Olympe de Gouges’da ve Fransız Devrimi’nde giyotine mahkum edilen kadınlarda görülmektedir. İnsan ve Yurttaşlık Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kadınları içermemesine itiraz eden kadınlar, Fransız Devrimi’nin ve Aydınlanma Çağının eşitlik arzusuna rağmen giyotinden geçirilmiştir. Eşitlik düşüncesi meşrulaştırılmaya çalışılırken, kadınların eşitlik talepleri yüzünden cezalandırılması, Fransız Devrimi’yle doğan ulusal egemenlik ve ulus-devlet yapısının kadın ve erkeğe bakışını gözler önüne serer. Aydınlanma Çağı, siyasi anlamda, iktidar kullanım tekelini monarktan erkek yurttaşlara geçirmiştir. Siyasal yaratıcılık, hükümdarlığa ait değil, erkekliğe ait olmuştur. Kadınların üzerindeki kamusal alan-özel alan temelli sosyal baskı, Antik Yunan’dan modern devlete biçim değiştirerek süregelmiştir. Çağlar boyunca erkek hegemonyasının kaynağı değişmiş; cinsler arasında ezen-ezilen ilişkisi ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel farklılaşmalara rağmen değişmemiştir.
[box_light]Dalga Dalga Feminizm[/box_light]
İlk adımda feminizm, erkek şiddetinin, kadınla çarpışan, ona zarar veren değerlerin, cinsiyet kalıplarının olduğu her yerde vardır. Yukarıda incelenen dönemlerde de kadın direnişleri olmuştur. Asıl olarak üç dalgadan oluşan feminizmin tarihsel çizgisi, bu yazısı dizisinde sıçrayışlarla,dalgalara sığmayan kadınlarla açıklanacaktır. Dünya’daki kadın hareketleri incelenirken Türkiye’de yaşayan kadınların hikayelerine, 80’ler Türkiyesi’ndeki feministlere değinilmeyecektir. Cinsiyet rollerinin kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığı, ataerkil zihniyetin namus ve töre kavramları, aile değerleri ve çarpık ahlâk anlayışı doğrultusunda kadınların kurban edildiği Türkiye’deki kadın hareketleri, ayrı bir yazının konusu olacaktır.
NOT: Bunun 1.Manifesto olması 2.sinin olacağı anlamına gelmez.