Her yerde elmaslar, saçlarda çiçekten taçlar, şehre inmek üzere giyilmiş güzel kıyafetler, “top-shelf” likörler ve her yerde parıltılar… Bütün bunların ortasında, arkasında dalgalanan Amerikan bayrağı kadar özgür ve bir o kadar yalnız, yüksekleri arzulamış bir kadın. Bir zamanlar alkol sorunlarıyla baş etmiş Lolita. Trajik bir güzellik Lizzy’ninki. Büyüleyici ve göz alıcı olduğu muhakkak ama arkasında gizlenmiş bir hüzün var.
Dahası, bu kadın aşık.
Erkek arkadaşı video oyunu oynarken onu izleyerek cennetin ikisi adına yaratıldığını düşünen veya elinde mountain dew şişesiyle yaşadığı aşkın sonsuza kadar sürüp sürmeyeceğini merak eden bir aşık.
Lana Del Rey’den Born To Die ile bunları öğrendik. İşte bu kadın şimdi eskisinden daha aşık, daha olgun olarak dönüyor. Melodiler daha yavaş, daha ağır. Çocuksuluğunu, masumiyetini biraz kaybetmiş, belki de acının en saf halini duyuyoruz.
The Black Keys’den Dan Auerbach etkisi olduğu için midir bilinmez West Coast diğer şarkılar arasından keskin bir şekilde ayrılıp zirveye oturuyor. Nakarata girerken aniden yavaşlayıp, değişen melodi, Lana’nın erotik vokali, akılları baştan alacak cinsten.
Pretty When You Cry da albümdeki en depresifi olmakla beraber yine en iyilerinden. Sanki bu sözü biri dönüp Lana’ya söylemiş gibi. Öyle ya şarkının içinde pretty when you cry hiç geçmiyor.
Shades Of Cool bir diğer dikkat çekenlerden. Herkesin dediği gibi bir James Bond filmine soundtrack olacak karizmada. Bu olgun erkek sevdası bitmiyor bitemiyor, havuzda Blue Jeans’teki gibi timsah misali yüzüyor Lana Del Rey.
Bir önceki albüm ile kıyaslamamak elde değil. İlk albümde dikkatimi çeken ve beni az biraz rahatsız eden şey ne yazık ki bu albümde had safhaya çıkmış; şarkılar gerek vokal olarak, gerek sözlerin ana teması olarak birbirine fazlaca benzemeye başlamış. Bunun, albümü sığlaştırdığını ve ruhunu öldürdüğünü söyleyen olmuş. Bu, acımasız olmakla beraber doğruluk payı olan bir eleştiri. Acaba bu olumsuz yorumları toplamasının bir sebebi de; konserlerde sesinin albümdeki kadar tatmin edici olmaması mı? Belki. Fakat yaratılan persona hala yerli yerinde, Marilyn Monroe hala idol. Sadece dudak, sadece bir vintage projesi değil, kanıtlanıyor.
Albüm tıpkı Lana’nın da dediği gibi hazmetmesi zor ve hayranlarının isteği de bu. Tekrar tekrar dönüp dinlenildiği halde bıktırmayacak melodiler. “Summertime Sadness” diyen bir kadından yaz başında bu kadar kasvetli albüm şaşırtıcı olmamalı.